{KELİME-İ ZEKERÂVİYYE'DE MÛNDEMİC "NIKMET-İ
MÂLİKİYYE" BEYÂNINDA OLAN FASTIR
Vâkıa rahmet câmi'dir. Binâenaleyh, rahmet her bir ism-i
ilâhîye nisbetle muhteliftir. İşte bunun için, Hak
Sübhânehû'nun rahmet etmesi, her bir ism-i ilâhi ile
suâl olunur. Böyle olunca Allah ona rahmet eder ve
kinâye, her şeye vâsi' olan rahmettir. Ba'dehû bu
rahmetin şuab-i kesîresi vardır ki, esmâ-i ilâhiyyenin
taaddüdü ile müteaddid olur. İmdi sâilin
يا رب ارحم
kavlinde olan bu ism-i hâssa nisbetle âmm olmaz; ve
esmâdan bunun gayrı, hattâ Müntakım ismi ile, onun içinيا
منتقم ارحمني
demeklik vardır ( 16).
Ya'ni rahmet-i zâtiyye (zati
rahmet) her ne kadar envâ'-ı rahmetin
kâffesini (rametin bütün
çeşitlerinin hepsini) câmi'
(kendinde toplamış)
ise de, esmâ-i muhtelifeye
(esmanın çeşitlerine) nisbetle
(göre) muhtelif
(çeşitli) olur. Çünkü
her bir isim, kendi mazharına
(göründüğü mahale) ve
dâisine (dua ettiğine),
kendi hakîkatinin ettiği rahmetle rahmet
eder. İşte bu ihtilâftan
(uyumsuzluktan, ayrı, aykırı oluştan) dolayı,
esmâsından her bir ismi ile rahmet etmesi Hak Sübhânehû
ve Teâlâ hazretlerinden suâl olunur
(dua edilir, talepte bulunulur).
Binâenaleyh
(bundan dolayı) sâil
(dua eden kişi)
Hakk'ın hangi isim ile rahmet taleb etmiş
(istemiş) ise. Allahu
Zül-Celâl hazretleri ona o isim ile rahmet eder. Meselâ
hasta olan kimse "Yâ Şâfî, irhamni"
(“ya şafi” bana merhamet et,
bana rahmet et) ve karnı aç olan kimse "Yâ
Rezzâk, irhamnî" ve fâkir olan kimse "Yâ Ganiyyü,
irhamni" ve müznib (suç
işleyen, günahkar) olan kimse dahi "Yâ
Gaffâru, irhamni" diye duâ eder. Hak Teâlâ dahi Şâfî,
Rezzâk, Ganiyy ve Gaffûr isimlerinin iktizâsına
(gereklerine) göre
tecelli buyurup (görünüp)
ona rahmet eyler. Ve
شَيْءٍ
وَسِعَتْ
كُلَّ
وَرَحْمَتِي
(A'râf, 7/156) âyet-i kerîmesinde mütekellimden
(söyleyenden) kinâye
olan (dolayısıyle anlatan)
zamire
muzâf (bağlı)
rahmet, vücûden (vücut
olarak) ve hükmen
(hüküm olarak) kâffe-i eşyâya
(bütün varlıklara)
vâsi' olan (geniş, her şeyi
kaplayan) rahmettir. İşte kinâye olan
(dolayısıyle anlatılan)
zamir-i mütekellim
(söyleyeni işaret eden zamir)
her şeye vâsi'
(geniş) olan rahmete
ve zâta delâlet
(işaret) eder. Çünkü Hakk'ın rahmeti zâtının
aynıdır.
Rahmetin her şey hakkında âmm
(umumi, genel, her şeyi
kaplamış) olduğu bilindikten sonra bu da
ma'lûm olsun (bilinsin)
ki, bu rahmetin birçok şu'beleri
(kısımları, bölükleri)
vardır ki, bu şu’beler
(kısımlar),
esmâ-i ilâhiyyenin (ilahi
esmanın) taaddüdü
(çoğalması) ile müteaddid
(çoğalmış) olur.
Binâenaleyh (bundan dolayı)
"Yâ Rabb, irham!"
(bana rahmet et, merhamet et) dediğimiz
vakitte Hak'tan kemâlât
(bilgi ve ahlak güzelliği bakımından mükemmellik,
olgunluk) ile mevsûf
kılınmağı
(vasıflanmayı) murâd ettiğimiz için, bu
taleb-i rahmet (rahmet
isteği) ism-i hâssa
(has, özel isme)
nisbetle (göre)
umûmi (genel)
değildir; belki husûsi (özel)
bir rahmet olur; zirâ
(çünkü) bir ism-i
hâss-ı ilâhinin (Allah’ın bir
özel isminin) hazinesindeki kemâlâtı taleb
etmiş (istemiş)
olduk. Ve esmâ-i ilâhiyyeden
(ilahi esmadan) bu ismin gayrisiyle
(başkasıyle) vâki'
olan (gerçekleşen)
suâllerimiz (dualarımız,
isteklerimiz) de böyledir. Meselâ "Yâ Settâru
irhamnî" (bana rahmet et)
dediğimiz vakitte "Settâr" isminin
hazinesindeki ahvâli
(halleri, oluşları) istemiş oluruz. Bu ise
husûsi (özel) bir
rahmettir. Hattâ esmâdan Müntakım ismiyle "Yâ Müntakım,
irhamnî" demek vardır ve sâil
(dua eden kişi) bu
duâsıyla kendisine zulmeden zâlimden ahz-i intikâmı
(öçünü alması) ve bu
sûretle (şekilde)
azâbın (acısını)
tahaffüfünü (hafifletmeyi)
murâd eder
(arzular). Bu da kezâlik (aynı şekilde)
bir rahmet-i hâssadır
(özel rahmettir).
İşte bu budur. Zirâ muhakkak bu esmâ-i ilâhiyye zât-ı
müsemmâya delâlet eder ve esmâ dahi hakayıkıyla muhtelif
ma'nâlara delâlet eder. İmdi o dâî rahmet hakkında,
gayrı haysiyyetiyle ve onunla gayrisinden münfasıl ve
mütemeyyiz olan bir ismin medlûlünün i'tâ ettiği şeyle
değil, esmânın bu isimle müsemmâ olan zâta delâleti
haysiyyetinden o isimlerle duâ eder. Zîrâ o isim, onun
indinde zâtın delîli olduğu halde, kendisinin gayrından
mütemeyyiz olmaz ve ancak zâtından dolapı kendi nefsiyle
gayrdan mütemeyiz olur (17)
Ya'ni sâilin (dua eden
kişinin) bir ism-i husûsi ile
(özel isme) suâlinde
(dua ettiğinde)
rahmetin umûmî (genel, her
şeye) olması bu vechiledir
(yönüyledir).
Zîrâ (çünkü)
sâilin (dua eden
kişi) rahmet taleb ettiği
(istediği) esmâ-i
hüsnâ müsemmânın
(isimlenenin)
zâtına delâet (işaret)
eder ve bu esmâ dahi yekdîğerinden
(biri diğerinden)
başka olan hakîkatleri
(zatları) iktizâsınca
(gereğince),
muhtelif (çeşitli)
ma'nâlara delâlet
(işaret) eder.
Meselâ Rezzâk, Şâfî, Muhyi isimleri, zât-ı Hakk'ın
(Hakk’ın zatının)
isimleri olduğu için bu isimleri işittiğimiz vakit,
müsemmâ (isimlenen)
olan Hakk'ın zâtına intikâl ederiz
(geçeriz).
Fakat bu isimlerin zâtları ve hakîkatleri
birbirinden ayrıdır ve hizmetleri başka başkadır.
Rezzâk'tan şifâ i'tâsı
(vermesi) sûretiyle rahmet taleb olunmaz
(istenmez).
Diğerleri de böyledir. İşte bu esmânın,
hakîkatlerinin iktizâ
ettiği (gerektirdiği)
muhtelif (çeşitli)
ma'nâlara delâleti
(işaret etmesi) budur. Binâenaleyh
(bundan dolayı) "Yâ
Rezzâku, irhamnî" (bana
rahmet et) ve "Yâ şâfî, irhamnî" gibi bir
isimlerle rahmet taleb eden
(isteyen) dâi (dua
eden kişi),
bu isimlerle müsemmâ olan
(isimlenen) zâta
delâleti (işaret etmesi)
cihetinden
(yönünden) mezkûr
(adı geçen) isimlerle duâ eder; başka
cihetten (yönden),
ya’nî ismin zâta delâletinden
(işaret etmesinden)
gayrı (başka) olan
delâleti (işareti)
cihetinden (yönünden)
ve sâir (diğer)
isimlerden ayrılmış olan o ismin medlûlünün
(delalet olunanın, işaret
olunan şeyin) verdiği bir ma'nâ-yı husûsî
(özel bir mana) ile
duâ etmez. Sebebi budur ki, duâ eden kimsenin indinde
(düşüncesinde),
zikrettiği
(andığı) isim zâtın delîli olmak
(zata işaret etmesi)
i'tibâriyle (bakımından)
başka isimlerden ayrı değildir. Ne kadar esmâ
varsa zâta delâlet (işaret
etme) husûsunda hepsi müttehiddir
(birdir).
Fakat kendi ma'nâ-yı husûsilerine
(özel manalarına, özelliklerine)
ve hakîkatlerine
(zatlarına) delâlette
(işaret etmekte)
müttehid
(bir) değildirler.
Şu halde, her bir ismin iki medlûlü
(işaret ettiği şey)
olmuş olur: Birisi zât, diğer sâir,
(diğer) esmâdan
infisâl (ayrıldığı)
ve temeyyûz eylediği
(farklı olduğu) ma’nâ-yı hâstır
(has manasıdır, kendi
özelliğidir). |