Füsûs-ül Hikem

248. Bölüm

Asliye Tavşanlı
 

BU FASS-I  ŞERÎF  KELİME-İ  İLYÂSİYYE'DE  MÜNDEMİC     OLAN HİKMET-İ ÎNÂSİYYE"NİN BEYÂNINDADIR

Ve İdris olan İlyâs, "hâcet" ma'nâsına gelen "lübânet" ten "Lübnân" tesmiye kılınan dağın infilâkı, ateşten bir at olarak temsil olundu ve onun cemî'-i âyeti ateşten idi. İmdi vaktâki atı gördü, üzerine bindi; ondan şehvet sâkıt oldu. Böyle olunca şehvetsiz akıl oldu. Binâenaleyh ağrâz-ı nefsâniyyenin kendisine müteallık olduğu şeye onun için taalluk bâkı kalmadı (2).

Ya'ni Cebel-i Lübnân (Lübnan Dağı) yarılıp İlyâs (a.s.)’a ateşten bir at sûreti gösterildi. "Lübnân" "lübânet"ten müştaktır (türemiştir) ve "lübânet", hâcet (ihtiyaç, gereklilik) ma'nâsına gelir. Ve Cebel-i Lübnân (Lübnan Dağı) Beyrût civârında kâindir (bulunur). Ve dağın yarılıp. içinden ateşten at sûretinin hurûcu (çıkışı) âlem-i misâlde (hayal aleminde) vâkı' oldu (gerçekleşti). Binâenaleyh (bundan dolayı) âlem-i hisse (hissedilen âleme, dünyaya) münâsib (uygun) olan ma'nâ ile ta'bir (yorumlamak) iktizâ eder (gerekir). Ve onun ta'bîri (yorumu) budur ki: "Cebel" (dağ) Hz. İlyâs'ın taayyün-i cismânîsine (meydana çıkmış madde vücuduna) işârettir. Ve "cebelin (dağın) infîlâk"ı, (yarılması) kesret-i riyâzatla (çokluk görüntülerinden sakınmalarla, nefsi kırma çalışmalarıyla) o taayyün-i kesîfin (yoğunlaşmış,maddeleşmiş vücudunun) inşikâkına (yarılmasına) işârettir. "Yarılan mahalden (yerden) ateşten at çıkmasi", cenâb-ı İlyâs'ın mazhar (göründüğü mahal) olduğu ism-i hâs (özel ismin, terkibindeki güçlü ismin) muktezâsınca (gereklerince) kendi taayyününden (vücudundan) sâdır olan (çıkan) a'mâl (işler, fiiller) sûretidir. "Çıkan ata rükûbu" (binmesi) menzil-i maksûda (konaklamak istediği yere) vüsûl (varmak, ulaşmak) için/o a'mâl-i sâlihaya (iyi, güzel fiillere) rükûbunun (binmesinin) sûretidir. Zîrâ (çünkü) enbiyâ (aleyhimü's-selâm)dan (nebilerden, peygamberlerden) her birisinin bir mezheb-i mahsûsu (kendine has mezhebi)  ve  tarik-ı hâssı (kendine ait özel yolu) olup, bu tarîka (yola) göre de bir "merkeb"i (bineği) vardır. Ve bu husûsiyyet (özellik) dahi onun isti'dâd-ı zâtisi (kendisindeki istidat) mûcibincedir (gereğincedir).  Nitekim cenâb-ı Şeyh (r.a.) Fass-ı Sâlihi'de (Salih bölümünde)   من الآيات آيات الركانب و ذلك للإختلاف في الذاهب   buyururlar. Bu bahsin (konunun) tafsîli (geniş açıklaması) orada mürûr etmiştir (geçmiştir). "Atın ateşten olması" Hz. İlyâs üzerine harâret-i şevkın (ateşli isteğin) galebesi (üstün olması) ve nûr-i kudsün (kutsal, mübarek nurun) İstilâsı (kablaması, basması) sûretidir. Ve âyetin ateşten olması", ya'nî cebelin (dağın) ateşten ve atın dahi ateşten musavver (cisimlenmiş) oluşu, Hz. İlyâs'ın taayyününün (vücudunun) ve a'mâlinin (fiillerinin, işlerinin) kemâl-i letâfe­tine (letafetinin, nurunun tamlığına mükemmelliğine)  işârettir; zîrâ (çünkü) erkân-ı erbaanın (“dört rükun” un, hararet, kuruluk, soğukluk, rutubetin) eltafı (en latifi, şeffafı) "harâret"tir.

İmdi cenâb-ı İlyâs o merkûbu (bineği) gördüğü vakit, üzerine bindi ve ondan şehvet (cinsel arzu) sâkıt (düştü, hükümsüz) oldu. Zîrâ (çünkü) şehvet, bu taayyün-i kesîfin (madde bedeninin) îcâbâtındandır (gerektirdiklerindendir). Halbuki o telattuf etmiş (şeffaflaşmış) idi. Binâenaleyh (bundan dolayı) cenâb-ı İlyâs şehvetsiz akl-ı mûcerred (saf akıl) oldu. Bu sebepten dolayı şehvet-i nikâh (birleşme, çiftleşme arzusu) ve gazab (hiddet, öfke) ve kibir ve hased (kıskançlık) gibi ağrâz-ı nefsâniyyenin (nefsi isteklerinin) müteallık (bağlı) olduğu şeye, o hazretin taalluku (ilişkisi) kalmadı. Zîrâ (çünkü) bunların mahalli (yeri) taayyün-i kesîfdir (madde bedendir) ve mahal (yer,beden) kalmayınca bittabi' (doğal olarak) hâl (keyfiyet, oluş) dahi kalmaz.

Devam edecek

 

 
 
İzmir - 12.12.2006
asliye@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com