BU FASS-I ŞERÎF KELİME-İ İLYÂSİYYE'DE MÜNDEMİC
OLAN HİKMET-İ ÎNÂSİYYE"NİN BEYÂNINDADIR
Ve İdris olan İlyâs, "hâcet" ma'nâsına gelen "lübânet"
ten "Lübnân" tesmiye kılınan dağın infilâkı, ateşten bir
at olarak temsil olundu ve onun cemî'-i âyeti ateşten
idi. İmdi vaktâki atı gördü, üzerine bindi; ondan şehvet
sâkıt oldu. Böyle olunca şehvetsiz akıl oldu.
Binâenaleyh ağrâz-ı nefsâniyyenin kendisine müteallık
olduğu şeye onun için taalluk bâkı kalmadı (2).
Ya'ni Cebel-i Lübnân (Lübnan
Dağı) yarılıp İlyâs (a.s.)’a ateşten bir at
sûreti gösterildi. "Lübnân" "lübânet"ten müştaktır
(türemiştir) ve
"lübânet", hâcet (ihtiyaç,
gereklilik) ma'nâsına gelir. Ve Cebel-i
Lübnân (Lübnan Dağı)
Beyrût civârında kâindir
(bulunur).
Ve dağın yarılıp. içinden ateşten at sûretinin
hurûcu (çıkışı)
âlem-i misâlde (hayal
aleminde) vâkı' oldu
(gerçekleşti).
Binâenaleyh
(bundan dolayı) âlem-i hisse
(hissedilen âleme, dünyaya)
münâsib (uygun)
olan ma'nâ ile ta'bir
(yorumlamak) iktizâ
eder (gerekir).
Ve onun ta'bîri
(yorumu) budur ki: "Cebel"
(dağ) Hz. İlyâs'ın
taayyün-i cismânîsine
(meydana çıkmış madde vücuduna) işârettir. Ve
"cebelin (dağın)
infîlâk"ı, (yarılması)
kesret-i riyâzatla
(çokluk görüntülerinden sakınmalarla, nefsi kırma
çalışmalarıyla) o taayyün-i kesîfin
(yoğunlaşmış,maddeleşmiş
vücudunun) inşikâkına
(yarılmasına)
işârettir. "Yarılan mahalden
(yerden) ateşten at çıkmasi", cenâb-ı
İlyâs'ın mazhar (göründüğü
mahal) olduğu ism-i hâs
(özel ismin, terkibindeki güçlü
ismin) muktezâsınca
(gereklerince) kendi
taayyününden (vücudundan)
sâdır olan (çıkan)
a'mâl (işler,
fiiller) sûretidir. "Çıkan ata rükûbu"
(binmesi) menzil-i
maksûda (konaklamak istediği
yere) vüsûl
(varmak, ulaşmak) için/o a'mâl-i sâlihaya
(iyi, güzel fiillere)
rükûbunun (binmesinin)
sûretidir. Zîrâ
(çünkü) enbiyâ (aleyhimü's-selâm)dan
(nebilerden, peygamberlerden)
her birisinin bir mezheb-i mahsûsu
(kendine has mezhebi)
ve tarik-ı hâssı
(kendine ait özel yolu) olup, bu tarîka
(yola) göre de bir
"merkeb"i (bineği)
vardır. Ve bu husûsiyyet
(özellik) dahi onun isti'dâd-ı zâtisi
(kendisindeki istidat)
mûcibincedir
(gereğincedir). Nitekim
cenâb-ı Şeyh (r.a.) Fass-ı Sâlihi'de
(Salih bölümünde)
من
الآيات آيات الركانب و ذلك للإختلاف في الذاهب
buyururlar.
Bu bahsin (konunun)
tafsîli (geniş
açıklaması) orada mürûr etmiştir
(geçmiştir).
"Atın ateşten olması" Hz. İlyâs üzerine
harâret-i şevkın (ateşli
isteğin) galebesi
(üstün olması) ve nûr-i kudsün
(kutsal, mübarek nurun)
İstilâsı (kablaması,
basması) sûretidir. Ve âyetin ateşten
olması", ya'nî cebelin
(dağın) ateşten ve atın dahi ateşten musavver
(cisimlenmiş)
oluşu, Hz. İlyâs'ın taayyününün
(vücudunun) ve
a'mâlinin (fiillerinin,
işlerinin) kemâl-i letâfetine
(letafetinin, nurunun tamlığına
mükemmelliğine) işârettir; zîrâ
(çünkü) erkân-ı
erbaanın (“dört rükun” un,
hararet, kuruluk, soğukluk, rutubetin) eltafı
(en latifi, şeffafı)
"harâret"tir.
İmdi cenâb-ı İlyâs o merkûbu
(bineği) gördüğü vakit, üzerine bindi ve
ondan şehvet (cinsel arzu)
sâkıt (düştü,
hükümsüz) oldu. Zîrâ
(çünkü) şehvet, bu
taayyün-i kesîfin (madde
bedeninin) îcâbâtındandır
(gerektirdiklerindendir).
Halbuki o telattuf etmiş
(şeffaflaşmış) idi.
Binâenaleyh (bundan dolayı)
cenâb-ı İlyâs şehvetsiz akl-ı mûcerred
(saf akıl) oldu. Bu
sebepten dolayı şehvet-i nikâh
(birleşme, çiftleşme arzusu)
ve gazab (hiddet,
öfke) ve kibir ve hased
(kıskançlık) gibi
ağrâz-ı nefsâniyyenin (nefsi
isteklerinin) müteallık
(bağlı) olduğu şeye,
o hazretin taalluku
(ilişkisi) kalmadı. Zîrâ
(çünkü) bunların
mahalli (yeri)
taayyün-i kesîfdir (madde
bedendir) ve mahal
(yer,beden)
kalmayınca bittabi' (doğal
olarak) hâl
(keyfiyet, oluş) dahi kalmaz.
Devam edecek |