Füsûs-ül Hikem

253. Bölüm

Asliye Tavşanlı
 

BU FASS-I  ŞERÎF  KELİME-İ  İLYÂSİYYE'DE  MÜNDEMİC     OLAN HİKMET-İ ÎNÂSİYYE"NİN BEYÂNINDADIR

Ve bunu takrîrden sonra biz ayn-ı müntekıd ve mu'tekid üzre sütûru irhâ' ve hucubu isdâl ederiz.Her ne kadar Hakk'ın tecellî eylediği sûretlerin ba'zısından vâkı' oldular ise de. Velâkin sûretlerin tefâzul-i isti'­dâdı ve tahkîk bir sûrette mütecellî, o sûretin isti'dâdı hükmüyle olduğu zâhir olmak için, biz setr ile emr olunduk. Binâenaleyh o sûretin hakîkatinin ve levâzımının i'tâ ettiği şey tecellîye nisbet olunur. Ondan lâbüddür; uykuda Hakk'ı gören kimse gibi ki, bu inkâr olunamaz; ve şek yoktur ki muhakkak Hak, onun "ayn'ıdır (8)

Ya'nî tenzîhte teşbîh ve teşbîhte tenzîh ne demek olduğunu takrîr ettikten (anlattıktan) sonra, biz müntekıdin, (tenkid edenlerin) ya'nî nazar-ı aklî (akli görüş) ve burhânî ile istidlâl eden (delil ile anlayan, bir delile dayanarak bir şeyden bir netice çıkaran) kimsenin ve mu'tekıdin, (inanan kişinin) ya'nî mukallid (taklid eden, taklitçi) olan mü'minin gözü üzerine mâni'-i hissî (hislere, duyulara engel) olan perdeleri salıveririz ve mâni'-i aklî (akla engel, mani) olan hicâbâtı (perdeleri) indiririz. Gerçi müntekıd (tenkidçiler) ile mu'tekıdin (itikad edenlerin) her birisi, Hakk'ın kendilerinde tecellî eylediği (göründüğü, belirdiği) sûretlerden birer sûrettir ve Hak onlarda mütecellî (belirir) ve zâhir (açığa çıkar) ve şehîd (şahid olan, görendir) ve hâzırdır (huzurdadır, meydandadır).Fakat biz' şerâyi'-i münzele (indirilmiş şeriat) mûcibince (gereğince) setr (örtmek) ile emrolunduk, tâ ki sûretlerin isti'dâdları arasında fark olduğu ve bir sûrette mütecellî olan (görünen, beliren) Hakk'ın, o sûretin isti'dâdı hükmünce zuhûru (meydana çıktığı) zâhir olsun (görünsün).  Çünkü sûretler esmâ-i ilâhiyyenin (ilahi isimlerin) mezâhiridir (göründükleri yerlerdir) ve esmâ-i ilâhiyye (ilahi esma) dahi yekdîğerinden (birbirlerinden) farklıdır. Binâenaleyh (bundan dolayı) onların icâbâtı (gerekleri) olan isti'dâdât (istidatlar) dahi mütefâvittir (birbirlerinden farklıdır, çeşitlidir) ve Hakk'ın mezâhir-i esmâ (esmasının göründüğü mahaller) olan sûretlerde zuhûru (açığa çıkışı), o esmânın icâbâtı (gerekleri) olan isti'dâdât (istidatlar) mûcibincedir (gereğincedir). Böyle olunca o sûretin hakîkatinin ve levâzımının (lazım gelenlerinin) i'tâ ettiği (verdiği) şey, rnütecellî olan (görünen) Hakk'a nisbet (ilişkili, bağıntılı) olunur. Bu mes'eleyi ancak Hak kendisine isti'dâdının sûretinde tecellî eden  (görünen) kimse zevkan (manevi zevkle) bilir. Binâenaleyh (bundan dolayı) nefsine nisbet ettiği (bağıntılı kıldığı) şeyi ona mensûb (ilişkili, bağıntılı) kılar ve bu tecellî (belirme) ile sûretler beynindeki (arasındaki) tefâzul (farklılık) ve tefâvûtü (uygunsuzluluğu) müşâhede edip (görüp) Hakk'ı hem teşbîh ve hem de tenzîh eyler. Ve tecellîde (belirmelerde, görünmelerde) sûretlerin isti'dâdlarının zuhûru (meydana çıkması) lâzımdır. Ve rü'yâda suver-i ilâhiyyeden (ilahi suretlerden) bir sûretin rü'yeti (görülmesi) bu mes'ele (konu) gibidir. Ârif (bilgili, irfan sahibi olan) rü'yâda vâkı' olan (gerçekleşen) bu rü'yetten (görmekten) yakazada (uyanıklık halinde) olan şeyi de bilir. Zirâ (çünkü) yakaza (uyanıklık) hakîkatte rü'yâ hâlidir. Nitekim (S.a.v.) Efendimiz   الناس  نيام  فاذا  ماتوا  فانتبهوا     buyururlar ki, bunun tafsîli (geniş açıklaması) Fass-ı Yûsufî’de (Yusuf bölümünde) geçti. Ve kezâ (aynı şekilde) Hz. Şeyh-i Ekber efendimiz  اغا  الكون   خيال   وهو   حق   في   الحقيقة      buyururlar. Bunun tafsîli de (geniş açıklaması da) Fass-ı Süleymânî'de (Süleyman bölümünde) mürûr eyledi (geçti). İmdi rü'yâda bir kimse Hakk'ı görse, o kimse Hakk'ı görmüştür; bu inkâr olunmaz. Nitekim (Sallallâhü Aleyhi ve Sellem) Efendimiz      رأيت   ربي   في   احسن   صورة    شابya'nî   "Rabb'imi gâyet güzel genç sûretinde gördüm" buyurur; ve Hak şübhesiz bu görülen sûretin "ayn"ıdır  (hakikatidir).

Devam edecek

 

 
 
İzmir - 23.01.2007
asliye@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com