BU FASS-I ŞERÎF KELİME-İ İLYÂSİYYE'DE MÜNDEMİC
OLAN HİKMET-İ ÎNÂSİYYE"NİN BEYÂNINDADIR
Ve emr bunun üzerine oldukda, bu, zevât üzerine emân ve
izzet ve hırâsettir. Zîrâ sen, hudûdun ifsâdına kâdir
değilsin. Ve bu izzetten daha büyük ne izzet vardır?
Binâenaleyh sen, vehm ile katlettiğini tahayyül edersin.
Halbuki, hadde mevûd olan sûret akıl ve vehm ile zâil
olmadı. Ve buna delil
وَلَـكِنَّ
اللّهَ رَمَى
وَمَا رَمَيْتَ إِذْ رَمَيْتَ
(Enfâl. 8/17) dır. Göz ise, ancak histe kendisi için
remy sâbit olan sûret-i Muhammediyyeyi idrâk etti.
Halbuki o, bir sûrettir ki, Allah Teâlâ evvelen remyi
ondan nefy etti; sonra onun için vasatta isbât eyledi.
Ondan sonra istidrâk ile muhakkak sûret-i Muhammediyyede
ancak râmî olan Allah'a rücû' etti; ve buna îmân
lâbüddür (15).
Ya'nî emr (husus),
bir kimsenin her ne kadar histe
(duyuda) mevcûd olan
sûret-i zâhiresi (madde
bedeni) ifsâd olunsa
(bozulsa) bile, kendi
zâtından ve hakîkatinden öldürülemeyip ilm-i İlâhinin
(Allah’ın ilminin)
onu zaptetmesi (koruması,
tutması) ve âlem-i misâlin
(hayal aleminin)
onu izâle etmemesi
(gidermemesi, yok etmemesi) merkezinde
olunca, katl-i nefs (nefsi
öldürmek) zevât
(zatlar) ve hakâyık
(hakikatler) üzerine,
adem-i mahz (sade, tam yok)
olmaktan emân
(emin) ve izzet ve men’at
(muhafaza) ya'nî
hırâset olmuş (korunmuş)
olur. Çünki sen onun sûret-i zâhiresini
(dış suretini (bedenini)
ifsâd eylemekle
(bozmakla) ilm-i İlâhîdeki
(Allah’ın ilmindeki)
sûretini bozamazsın. Ve bu izzetten daha büyük hangi
izzet vardır? İmdi sen nefsini zât-ı Hak'ta
(Hakk’ın zatında)
katl (öldürdüğünü)
ve ifnâ eylediğini (yok
ettiğini) ve yahut başka birisini herhangi
bir sûretle (şekilde)
katl ve i'dâm eylediğini
(öldürdüğünü) tahayyül edersin
(düşünürsün).
Bu ancak senin
vehminden mütevellid (doğan)
bir hükümdür; yoksa sen onun hakîkatini ifnâ
(yok etmeye) ve
izâleye (bozmaya)
aslâ muktedir değilsin. Hiç hadde, ya'nî ilm-i İlâhîde,
(Allah’ın ilminde)
mevcûd olan sûret, akıl ve vehm ile zâil olur mu?
(sona erer mi, biter mi?)
Misâl:
Bir ressam gâyet mâhirâne
(ustaca) bir sûret
(şekil) tasavvur edip
(düşünüp) onu
tersîm etse (çizse)
ve bir kimse o levhayı ateşe atıp ihrâk eylese,
(yaksa) o kimsenin
ifnâ (yok) ettiği
şey ancak histe
(dünyada) mevcûd olan
levhadan ibârettir. Ressamın ilminde mevcûd olan o
levhanın sûreti bakîdir
(daimidir, kalıcıdır).
Ressam dilerse o levhanın bin mislini
(benzerini) daha
tasvîr eyler (çizer).
Halbuki o kimse vehmiyle resmi ifnâ
(yok ettiğini) ve
izâle ettiğini (bozduğunu)
tahayyül eder
(düşünür).
Onun akıl ve vehmi ile ressamın ilmindeki sûret
elbette zâil olmaz (bitmez).
Ve bunun böyle olduğunun delîli
وَلَـكِنَّ اللّهَ رَمَى
وَمَا رَمَيْتَ إِذْ رَمَيْتَ
(Enfâl, 8/17) ya'nî "Ya Habîbim, attığın vakitte sen
atmadın; velâkin (ama)
Allah Teâlâ attı" âyet-i kerîmesidir. Halbuki remy-i
Muhammedîye (Muhammed’in
attığına) nazar eden
(bakan) göz, ancak
kendisi için fiil-i remy
(atma işi) sâbit
(belirli, mevcut) olan sûret-i Muhammediyyeyi
(Muhammed’in suretini)
idrâk eder. Cesed-i muhammedi
(Muhammed’in bedeni) ise, bir sûrettir ki, Allah Teâla âyet-i
kerimede
وَمَا رَمَيْتَ
kavliyle (sözleriyle)
atmayı evvelen (ilk önce)
ondan nefyetti,
(uzaklaştırdı, olumsuzlaştırdı) yâ'nî "Sen
atmadın" buyurdu; sâniyen
(sonra ikinci olarak) âyet-i kerîmenin
vasatında (ortasında)
atmak fiilini
إِذْ
رَمَيْتَ
kavliyle (sözleriyle)
sûret-i Muhammediyye
(Muhammed’in sureti) için isbât etti, ya'nî
"attığın vakitte" buyurdu; ve kelâmın nihâyetinde
(sonunda) dahi edât-ı
istidrâk (erişme, nailiyet
edatı) olan
َلَـكِنَّ
kelimesiyle sûret-i Muhammediyyede
(Muhammed’in suretinden)
atan Allah'a rûcû' eyledi
(geri döndü, atan Allah oldu)
. Mü'min olan
kimsenin elbette bu âyet-i kerîmeye imân etmesi iktizâ
eder (gerekir).
Çünkü kelâm-ı Hak'tır
(Hakk’ın sözüdür).
Devam edecek |