Füsûs-ül Hikem

258 Bölüm

Asliye Tavşanlı
 

BU FASS-I  ŞERÎF  KELİME-İ  İLYÂSİYYE'DE  MÜNDEMİC     OLAN HİKMET-İ ÎNÂSİYYE"NİN BEYÂNINDADIR

Ve emr bunun üzerine oldukda, bu, zevât üzerine emân ve izzet ve hırâsettir. Zîrâ sen, hudûdun ifsâdına kâdir değilsin. Ve bu izzetten daha büyük ne izzet vardır? Binâenaleyh sen, vehm ile katlettiğini tahayyül edersin. Halbuki, hadde mevûd olan sûret akıl ve vehm ile zâil olmadı. Ve buna delil   وَلَـكِنَّ اللّهَ رَمَى وَمَا رَمَيْتَ إِذْ رَمَيْتَ  (Enfâl. 8/17) dır. Göz ise, ancak histe kendisi için remy sâbit olan sûret-i Muhammediyyeyi idrâk etti. Halbuki o, bir sûrettir ki, Allah Teâlâ evvelen remyi ondan nefy etti; sonra onun için vasatta isbât eyledi. Ondan sonra istidrâk ile muhakkak sûret-i Muhammediyyede ancak râmî olan Allah'a rücû' etti; ve buna îmân lâbüddür (15).

Ya'nî emr (husus), bir kimsenin her ne kadar histe (duyuda) mevcûd olan sûret-i zâhiresi (madde bedeni) ifsâd olunsa (bozulsa) bile, kendi zâtından ve hakîkatinden öldürülemeyip ilm-i İlâhinin (Allah’ın ilminin) onu zaptetmesi (koruması, tutması) ve âlem-i misâlin (hayal aleminin)   onu izâle etmemesi (gidermemesi, yok etmemesi) merkezinde olunca, katl-i nefs (nefsi öldürmek) zevât (zatlar) ve hakâyık (hakikatler) üzerine, adem-i mahz (sade, tam yok) olmaktan emân (emin) ve izzet ve men’at (muhafaza) ya'nî hırâset olmuş (korunmuş) olur. Çünki sen onun sûret-i zâhiresini (dış suretini (bedenini)  ifsâd eylemekle (bozmakla) ilm-i İlâhîdeki  (Allah’ın ilmindeki) sûretini bozamazsın. Ve bu izzetten daha büyük hangi izzet vardır? İmdi sen nefsini zât-ı Hak'ta (Hakk’ın zatında) katl (öldürdüğünü) ve ifnâ eylediğini (yok ettiğini)  ve yahut başka birisini herhangi bir sûretle (şekilde) katl ve i'dâm eylediğini (öldürdüğünü) tahayyül edersin (düşünürsün).  Bu ancak senin vehminden mütevellid (doğan) bir hükümdür; yoksa sen onun hakîkatini ifnâ (yok etmeye) ve izâleye (bozmaya) aslâ muktedir değilsin. Hiç hadde, ya'nî  ilm-i İlâhîde, (Allah’ın ilminde) mevcûd olan sûret, akıl ve vehm ile zâil olur mu? (sona erer mi, biter mi?)

Misâl: Bir ressam gâyet mâhirâne (ustaca) bir sûret (şekil) tasavvur edip (düşünüp) onu  tersîm etse (çizse) ve bir kimse o levhayı ateşe atıp ihrâk eylese, (yaksa) o kimsenin ifnâ (yok) ettiği şey ancak histe (dünyada) mevcûd olan levhadan ibârettir. Ressamın ilminde mevcûd olan o levhanın sûreti bakîdir (daimidir, kalıcıdır). Ressam dilerse o levhanın bin mislini (benzerini) daha tasvîr eyler (çizer). Halbuki o kimse vehmiyle resmi ifnâ (yok ettiğini) ve izâle ettiğini (bozduğunu) tahayyül eder (düşünür). Onun akıl ve vehmi ile ressamın ilmindeki sûret elbette zâil olmaz (bitmez).

Ve bunun böyle olduğunun delîli  وَلَـكِنَّ اللّهَ رَمَى وَمَا رَمَيْتَ إِذْ رَمَيْتَ  (Enfâl, 8/17) ya'nî "Ya Habîbim, attığın vakitte sen atmadın; velâkin (ama) Allah Teâlâ attı" âyet-i kerîmesidir. Halbuki remy-i Muhammedîye (Muhammed’in attığına) nazar eden (bakan) göz, ancak kendisi için fiil-i remy (atma işi) sâbit (belirli, mevcut) olan sûret-i Muhammediyyeyi (Muhammed’in suretini) idrâk eder. Cesed-i muhammedi (Muhammed’in bedeni) ise, bir sûrettir ki, Allah Teâla âyet-i kerimede  وَمَا رَمَيْتَ  kavliyle (sözleriyle) atmayı evvelen (ilk önce) ondan nefyetti, (uzaklaştırdı, olumsuzlaştırdı) yâ'nî "Sen atmadın" buyurdu; sâniyen (sonra ikinci olarak) âyet-i kerîmenin vasatında (ortasında) atmak fiilini  إِذْ رَمَيْتَ  kavliyle (sözleriyle) sûret-i Muhammediyye (Muhammed’in sureti) için isbât etti, ya'nî "attığın vakitte" buyurdu; ve kelâmın nihâyetinde (sonunda) dahi edât-ı istidrâk (erişme,  nailiyet edatı) olan  َلَـكِنَّ  kelimesiyle sûret-i Muhammediyyede (Muhammed’in suretinden) atan Allah'a rûcû' eyledi (geri döndü, atan Allah oldu) . Mü'min olan kimsenin elbette bu âyet-i kerîmeye imân etmesi iktizâ eder (gerekir). Çünkü kelâm-ı Hak'tır (Hakk’ın sözüdür).

Devam edecek

 

 
 
İzmir - 27.02.2007
asliye@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com