BU FASS-I ŞERÎF KELİME-İ İLYÂSİYYE'DE MÜNDEMİC
OLAN HİKMET-İ ÎNÂSİYYE"NİN BEYÂNINDADIR
Ve aklın onunla hükmettiği şey, fikirde tecrîd ile
sahihtir ve delîl-i nazârînin ona i'tâ ettiği şeyin
hilâfı üzre emri gördüğü vakit, onun bunda
gâyesi'"Tahkîkan aynının bu kesîrde vâhid olduğu sâbit
olduktan sonra, o bu sûretlerden bir sûrette bir ma'lûl
için illet olduğu haysiyyetten, kendi ma'lûlüne illet
olması halinde ma'lül olmaz; belki hüküm, suverde onun
intikâli ile müntakil olur; binâenaleyh kendi ma'lûlü
için ma'lûl olur ve ma'lûlü dahi onun için illet olur"'
demesidir. Emri alâ-mâ hüve aleyh takdîr edip kendisi
nazar-ı fikrîsi ile vâkıf olmadığı vakit, onun gâyesi
budur. Ve emr, illiyyet hakkında bu mesâbede olduğu
vakit, bu madıykın gayrîsinde, nazar-ı aklînin
ittisâ’ına senin zannın nedir? (17).
Ya'ni' akıl nazar-ı fikrisinde
(fikri görüşünde),
illet (sebep)
ile ma'lûl
(sebepli)
arasındaki nisbetten
(bağlılıktan, ilişkiden)
tecerrüd
(soyunmak) ile
hükmederse, bu hüküm ettiği şey sahihtir
(doğrudur).
Eğer nazar-ı fikrî
(fikri görüşü)
ma'nâ-yı tezayüften (manayı
birliktelikten),
ya'nî illet
(sebep) ile ma'lûl
(sebepli) arasındaki
nisbetten (ilişkiden),
tecrîd (soyunmuş,
soyutlanmış) olunmazsa aklın hükmü "İllet,
kendi ma'lûlü
için ma'lûl
olmaz" düstûrundan
(kaidesinden, kuralından) ibâret olur. Zîrâ
(çünkü) akıl,
nazar-ı fikride (fikri bakış
açısıyla) der ki: Şey'-i evvelin
(önceki şeyin) vücûdu
şey'-i sânînin (ikinci
şeyin) vücûduna mütevakkıf
(bağlı) değildir;
binâenaleyh (bundan dolayı)
şey'-i sânî,
(ikinci şey) nasıl şey'-i evvelin
(ilk şeyin) vücûduna
illet (sebep) olur
ve şey'-i evvel (ilk şey)
dahi şey'-i sânînin
(ikinci şeyin) nasıl
ma'lülü (sebeplisi)
olabilir? Aksi kabul edilse devir lâzım gelir ve
meselâ “Tavuk yumurtadan ve yumurta tavuktan hâsıl olur"
devrine benzer. İşte nazar-ı fikriye
(fikri bakışa)
müstenid (dayalı)
olan kavaid-i mantıkıyyece
(mantıkla yapılan kaidelerde) aklın hükmü
budur. Zîrâ (çünkü)
nazar-ı fikrî (fikri
görüş) mücerred
(soyut, katıksız) olmadığı takdirde akıl,
vücûd-i illet (illetin
vücudu) ile vûcüd-i ma'lûlü
(malul’ün vücudunu)
müstakillen (başlı başına,
bağımsız) isbât eder. Şu halde bittabi'
(doğal olarak)
birinin vücûdu evvel ve diğerinin vücûdu ondan sonra
olmak iktizâ eder (gerekir)
. Ve bu surette
(şekilde) de
ikincinin vücûdu birincinin vücûduna mütevakkıf
(bağlı) olur. Fakat
nazar-ı fikrîden mücerred
(fikri bakış açısından suyutlanmış) olarak
akıl ile hükmeden kimse, illetin
(sebebin) zâtı ile
ma'lülün (illetlinin,
sebeplinin) zâtını iki muhtelif
(zıt) mertebede zâhir
olmuş (açığa çıkmış)
olan şey'-i vâhidden (tek
hakikatten) ibâret bulur ve illet ile
ma'lûliyyeti (illetliği,
sebepliliği) o şey'-i vâhidin
(tek hakikatin)
nisbetlerinden
(sıfatlarından) ibaret bilir. Ve aklını
nazar-ı fikriden (fikri görüş
açısından) tecrîd eden
(soyutlayan) âkıl,
emri (hususu), delîl-i
nazarînin (görünen delilin)
verdiği netîce
hilâfında (zıttında)
olarak tecellî
ile gördükde, onun bu hükümde gâyesi şu söz olur ki:
"Haydi, zât-ı mûcide
(yaratıcı zata) olan "ayn"ın
(hakikatin) bu suver-i kesîrede
(çokluk suretlerinde) vâhid
(tek) olduğunu isbât
ve teslim
edelim. O ayn-ı vâhide
(tek hakikat) mâdemki bu sûretlerden bir
sûrette herhangi bir ma'lûl
(illetli, sebepli) için illet
(sebep) oluyor. Böyle
kendi ma'lûlüne
(sebeplisine,illeti kabul edene) illet
(sebep) olup
dururken, artık o ma'lûl
(sebepli, illeti kabul eden) olmaz; belki o
ayn-ı vâhide (tek hakikat)
bir sûrette bir ma'lûl için illet olup, onun
üzerine illiyyetle (illet
olmakla) ve onun ma'lûlüne dahi ma'lüliyyetle
(ma’lûl olmakla)
hükmolunup dururken, ma'lûlünün sûretine intikâl etmekle
(geçmekle)
kendindeki illiyyet
(illetlik) hükmü kalkıp yerine ma'lûliyyet
(ma’lûlluk) hükmü
kâim (mevcut)
olur. Ve onun ma'lûlündeki
(illeti kabul edendeki) ma'lûliyyet
(illeti kabul etmeklik)
hükmü dahi hükm-i illiyyete
(illet hükmüne)
intikâl eyler (geçer).
İşte illet (sebep,
Hakk) ancak bu sûrette kendi ma'lûlü
(illeti kabul edeni, ilmi suret)
için ma'lûl
(illetli, sebepli) ve onun ma'lûlü
(illetlisi, sebeplisi)
dahi kezâ (aynı şekilde)
bu halde kendinin illeti
(sebebi) olur. "İşte
o âkıl, emri (hususu)
hakîkati üzre takdîr edip
(değerlendirip)
nazar-ı fikrîsiyle (fikri
görüşüyle) vâkıf
(bilir) ve ona tâbi' olmasa
(uymasa),
bu zikrolunan
(anlatılan) hüküm, onun vâsıl olduğu
(ulaştığı) müntehâ
(son uç) olur. Eğer
takdîr (düşünme,
değerlendirme)
mertebesinden geçip, tecelli-i İlâhiye
(İlahi tecelliye) nâiliyyetle (nail
olmakla, erişmekle) şuhûd
(görme) mertebesine
vâsıl (ulaşmış)
olaydı, bu hüküm onun nihâyeti
(sonu) olmazdı.
Nazar-ı fikriden (fikri
görüşten) mücerred
(soyunmuş) olan akl-i
sahîhin (gerçek aklın)
hükmü illiyyet (illetlik)
hakkında bu mesâbede
(derecede) olunca,
bu dar olan mahallin (yerin)
gayri (başka)
yerde
nazar-ı aklînin (fikri
görüşün) genişliğine senin zannın ne derece
vardır? Var kıyâs eyle
(karşılaştır)!
Devam edecek |