BU FASS-I ŞERÎF KELİME-İ İLYÂSİYYE'DE MÜNDEMİC
OLAN HİKMET-İ ÎNÂSİYYE"NİN BEYÂNINDADIR
İmdi kim ki bu hikmet-i İlyâsiyye-i İdrâsiyye'ye ıttılâ'
murâd iderse -ki Allah Teâlâ onu iki neş'ette inşâ etti:
Nuh (a. s.)’dan evvel nebî idi; ba'dehû ref olundu ve
bundan sonra re'sûl olarak nâzil oldu; Allah Teâlâ
onunçün iki menzilet beynini cem' etti- aklının
hükmünden şehvetine nüzûl etsin ve hayvân-ı mutlak
olsun; tâ ki ins ve cinnin gayri her bir dâbbenin
keşfettiği şeyi keşfede. İşte bu vakitte o hayvâniyyeti
ile mütehakkık olduğunu bilir ve onun alâmeti, iki
alâmettir: Birisi bu keşiftir; böyle olunca kabrinde
kimin muazzeb ve kimin mün'am olduğunu görür ve ölüyü
diri ve susanı söyleyici ve oturanı yürüyücü görür. Ve
ikinci alâmet dilsizliktir; şu vechile ki, eğer o kimse
gördüğünü söylemek istese kâdir olmaz. İşte bu zamanda
hayvâniyyeti ile mütehakkık olur. Bizim bir şâkirdimiz
var idi ki, bu keşf, onun üzerine dilsizlik hıfz
olunmaksızın, ona hâsıl olmuş idi; binâenaleyh
hayvâniyyeti ile mütehakkık olmadı (20).
Ya'ni Nûh (a, s.)’dan evvel Nebi
(Peygamber) olup
semâya (göğe) ref
olunan (kaldırılan)
İdrîs (a.s). ba'dehû
(daha sonra) İlyâs nâmıyle
(adıyla) Resûl
(Peygamber) olarak
Baalbek karyesirıe
(kasabasına) nâzil oldu
(indi).
Allah Teâlâ onun için biri Nübüvvet
(Nebilik) ve diğeri
risâlet (Resulluk)
olmak üzere iki menzilet
(derece, rütbe) beynini
(arasını) cem' etti
(topladı).
İmdi kim ki İlyâs
(a. s.)’ın hikmetine muttali' olmak
(bilmek, öğrenmek)
isterse, aklının hükmünden, ya'nî semâdan
(gökten) mahall-i
nefis (nefsin yeri)
ve şehvetine, ya'nî arza
(yeryüzüne) tenezzül etsin
(insin) ve hayvân-ı
mutlak (yalnız, sadece
hayvan) olsun. Ya'ni eşyâda
(varlıklarda)
tasarruf (idare etme,
kullanma) husûsunda akli müzâhim olmayıp
(akla aykırı gelmeyip) vâridât-ı rahmâniyyeye
(rahmani ilhamlara)
münkad olan (boyun eğen)
hayvan gibi olsun. Tâ ki akılları emr-i
tasarrufta (tasarruf
hususunda) müzâhim
(aykırı) bulunan
sekaleynin (insan ve cinin),
ya'ni ins (insan)
ve cinnin gayri olan
(cinden başka) her
bir dâbbenin (hayvanın)
keşfettiği şey, ona da münkeşif
(açılmış) olsun. Ve
bu bir makâmdır ki, İlyas (a. s.)’ın rühâniyyeti onda
müşâhede olunur (görülür)
ve bu inkişâf indinde
(açılım sırasında)
makâm-ı hayvâniyyetle
(hayvanlık makamıyla) tahakkukun
(gerçekleşmenin)
nasıl olduğu bilinir ve şehevât-ı cismâniyye
(bedensel şehvetlerden)
ve lezzât-ı tabiiyyeden
(tabiattan ileri gelen lezzetlerin) inkıtâ’
(bitmesi, kesilmesi)
ile tekrar makâm-ı aklî-i mücerrede
(salt, soyut akıl makamına)
intikâle (geçmeye)
şâyân (yaraşır)
olur. Ve bu makâm-ı hayvâniyyetle
(hayvanlık makamıyla)
tahakkukun
(gerçekleşmenin) alâmeti
(belirtileri) ikidir:
Alâmetin (işaretlerden)
birisi, kabristan
(mezar) ziyâretine gittiği vakit, kabrinde
(mezarında) kimin
muazzeb (azap içinde)
ve kimin mütena'im
(mutluluk içinde) olduğunu müşâhede eder
(görür) ve meyyiti
(ölüyü) hayât-ı
berzahiyye (berzah yaşantısı)
ile diri olarak görür. Ve sâmiti
(suskun olanı) dahi
kelimât-ı rûhaniyye-i melekûtiyye
(meleklerin ruhani kelimeleri)
ile mütekellim (konuşur)
görür. Ve kâ'idi
(oturanı),
harekât-ı ma'neviyye
(manevi hareket) ve misâliyye
(hayali) ile
mâşî (yürür)
görür. Bu keşfin ikinci alâmeti
(işareti) dahi,
(fethateyn (iki üstün)
ile) "hares"dir, ya'ni dilsizliktir. O vechile
(şekilde) ki gördüğü
şeyi söylemek istese, söyleyemez. İşte bunlar
hayyâniyyetle (hayvanlıkla)
tahakkukun
(gerçekleşmenin) alâmetleridir
(işaretleridir).
Cenâb-ı Şeyh (r.a.) buyururlar ki: "Bizim bir
şâkirdimiz (öğrencimiz)
vardı, ona bu keşf hâsıl oldu
(oluştu) velâkin
(fakat) dilsizlik
alâmeti (belirtisi)
vâki' olmadığından
(gerçekleşmediğinden) keşfen
(keşif olarak) vâkı’ olan (oluşan)
müşâhedâtını
(gördüklerini) lisân-ı hiss
(duyu diliyle) ile
tekellüm ederdi (konuşurdu);
bu sebebden makâm-ı hayvâniyyetle
(hayvanlık makamı)
mütehakkık olamadı
(gerçekleşemedi)."
Mesnevî-i Şerîfin üçüncü cildinde beyân buyrulur
(anlatılır)
ki: Bir kimse Mûsa (a.s.)’dan behâim
(dört ayaklı hayvanların)
ve tuyûrun (kuşların)
lisanlarına vâkıf kılınmasını
(haberli olunmayı, bilmeyi)
istid'â eyledi
(yalvararak istedi).
Mûsâ (a.s.) dahi o şahsa: "Bu senin için
zararlı bir şeydir; bundan vaz geç!" buyurdu ise de o
kimse ısrârında devâm etti. Nihâyet emr-i İlâhi ile
tavuk ve horoz ve kelb
(köpek) gibi hayvânâtın
(hayvanların)
lisânını (konuşma dilini)
anlamak isti'dâdını bahşeyledi
(verdi).
Sabahleyin hizmetçi
sofrayı silkti; o kimse de berâ-yı tecrûbe
(tecrübe maksadıyla)
hayvanların yanına gitti. Horoz bir ekmek parçasını
kaptı; köpek horoza hitaben: “Sen bana zulmediyorsun
(işkence ediyorsun);
sen hubûbâtı
(tahıl cinsi şeyleri) yiyebilirsin ben
yiyemem, benim nasibim ekmektir, haydi git” dedi.
Horoz: Gam yeme, (üzülme)
yarın efendinin atı ölecek; doyuncaya kadar
atın etinden yersin, bütün köpeklere de bayram olur.
Efendi bunu işitip anlar, hayvanı satar: Ertesi gün yine
ekmek silkerler, horoz yine kapar.
Köpek: Ey horoz, bu ne kadar yalan, hani efendinin atı
ölecekti? Sen hem zâlim ve hem de kâzibsin
(yalançısın).
Horoz; At öldü, ama başka yerde öldü; zîrâ
(çünkü) efendi atı
sattı. O ziyânı başkasına yükledi. Fakat yarın katırı
ölecek, işte o vakit köpeklere ziyâfet olur.
Efendi bunu işitince katırı da satar. Velhâsıl horoz,
ba'dehû (daha sonra)
kölenin öleceğini haber verdi. Efendi onu da satar.
Nihâyet efendinin öleceğini ihbâr eder
(haber verir). Efendi bu haberden müşevveş
(perişan) olup feryâd ve zâr ile
(ağlayarak) Mûsâ (a.
s.)’a mürâcaat eder.
Bu kıssada (hikâyede)
Hz. Mevlânâ (r. a.) efendimiz birçok nasâyıh
(öğütler) ve hakâyık
(hakikâtler) beyân
buyururlar (anlatırlar).
Burada maksûd olan
(istenilen şey)
hayvânâtın (hayvanların)
keşfini (bir şeyin
olacağını önceden anladığını) beyândır
(anlatmaktır).
Hayvanın keşfini haber vermesine gelince
Mesnevî-i Şerîf’in beyânı
(anlatımı) fusûs'a
mugâyir (aykırı)
değildir. Zîrâ (çünkü)
Hz. Şeyh-i Ekber (r.a.) efendimizin "Hayvan
gördüğünü söylemez" buyurması lisân-ı hisse
(duyu diline)
göredir; yoksa hayvan kendi âlem-i misâlinde
(hayal aleminde) rûhu
ve ma'nâsı ile mütekellimdir
(konuşandır).
Zîrâ (çünkü)
hayvan dahi bir ismin mazharıdır
(göründüğü yerdir) Ve
esmâ ilâhiyyeden (ilahi
esmadan) herhangi bir ismi alsan onda cemî'-i
esmâ (bütün esma)
mündemicdir (bulunur, içine
yerleşmiştir) Böyle olunca Mütekellim ismi
dahi esmâ-i ilâhiyyeden
(ilahi isimlerden) olduğundan, hayvanın
mazharı (göründüğü mahal,
yer) olduğu isimde, bu isim dahi dâhildir. Bu
ma'rifeti (bilgiyi, ilmi)
iyi teemmül et
(etraflıca düşün).
Devam edecek |