Füsûs-ül Hikem

265. Bölüm

Asliye Tavşanlı
 

BU FASS-I  ŞERÎF  KELİME-İ  İLYÂSİYYE'DE  MÜNDEMİC     OLAN HİKMET-İ ÎNÂSİYYE"NİN BEYÂNINDADIR

Vaktâki Allah Teâlâ beni bu makâmda ikâme eyledi; ben tahakkuk-ı küllî ile hayvâniyyetimle mütehakkık oldum. İmdi ben görür idim ve müşâhede ettiğim şeyle nutku murâd eder idim; kâdir olmazdım. Binâenaleyh ben kendim ile tekellüm etmeyen dilsizler arasını fark etmez idim (21).

Tahakkuk-ı küllîden (tam gerçekleşmekten) murâd, hem keşf ve hem de harestir (dilsizliktir). Eğer keşf vâkı' olup (gerçekleşip) da lisan (dil) ebkem olmayıp (susmayıp) nutk ederse (konuşursa), makâm-ı hayvâniyyetle (hayvanlık makamıyla) tahakkuk-ı küllî (tam gerçekleşmek) vâki' olmaz (oluşmaz).

İmdi bizim zikrettiğimiz şeyle tahakkuk ettiği vakit, bilâ-madde-i tabîiyye akl-ı mücerred olmaklığa intikâl eder. Binâenaleyh birtakım umûru müşâhede eder ki, onlar suver-i tabîiyyede zâhir olan şeyin usûlüdürler. Böyle olunca bu hükmün sûret-i tabîiyyede nereden zâhir olduğunu ilm-i zevkî ile bilir (22)

Ya'nî sâlik (Hak yolcusu,mürid) zikrolunan (anlatılan) makâm-ı hayvâniyyetle (hayvanlık makamıyla) mütehakkık oldukda (gerçekleştiğinde), kesîf (koyu, katı) olan mâdde-i tabîiyye (tabiat ile ilgili maddelerin) ve unsuriyyenin (basit elementlerle ilgili şeylerin) dahli (karışması, etkisi) olmaksızın akl-ı mücerred (saf akıl) olmak mertebe-i lâtîfesine (latif mertebeye) intikâl eder (geçer). Ya'nî kendisini kuyûd-i tabîiyyeden (tabiat kayıtlılığından, bağlılığından) muarrâ (soyunmuş, arınmış) olan  akl-ı mücerred (saf, yalın akıl) mertebesinde bulur ve o vakit anlar ki, idrâk denilen şeyin  vücûdu, bu cesed-i unsurî (madde beden) dimâğının (beyninin) teşekkûlâtından (oluşumundan) münbais (doğan, ileri gelen) bir emr (iş, husus) değil imiş. Belki suver-i tabîiyyede (tabiat suretlerinde) zâhir olan (açığa çıkan) ahkâm-ı muhtelife (çeşitli hükümler), suver-i tabîiyyeye (tabiat suretlerine) tenezzûl eden (inen) a'yân-ı sâbitenin (ilmi suretlerin) ma’nâları imiş İşte sâlik (Hak yolcusu, mürid) bu mertebeye intikâlinde (geçtiğinde) suver-i tabîiyyede (tabiat suretlerinden) olan birtakım umûrun (işlerin) bu vechîle (yönüyle) asıllarını müşâhede eder (görür) ve  ilm-i zevkî (bilme zevki) ile bilir ki, hakikat-i vâhide (tek hakikat) olan vücûd-ı mutlak (sınırsız kayıtsız vücut), zât-ı ahadiyyet (ahad olan zat) mertebesinde zâtın aynıdır ve a'yân-ı sâbite (ilmi suretler, hakikatler) mertebesinde ma'kûl olan (akılla anlaşılan) ma'nâ-yı sırfdır (sade, yalın, sırf manadır) ve ukûl (akıllar) mertebesinde dahi akl-ı mücerreddir (saf, yalın akıldır) ve nefs mertebesinde dahi nefstir ve mertebe-i hayvâniyyette (hayvanlık mertebesinde) hayvandır ve nebât (bitki) ve cemâd (maden, taş toprak) mertebelerinde de nebât (bitki) ve cemâddır (madendir, topraktır). Velhâsıl o sâlik (Hak yolcusu,mürid) vücûd-i mutlak-ı Hakk'ın (kayıtsız, sınırsız vücut sahibi Hakk’ın) mertebe-i letâfeti (şeffaf mertebeleri) olan makâm-ı ahadiyyetten (ahadiyyet makamından) merâtib-i kesîfeye (koyu, yoğun mertebeye) sûret-i tenezzülâtını (inme şeklini) ve ulvî (yüce) ve süflî (alçak) âlemlerde ve şerîf (kutsal, temiz) ve hasîs (değersiz) ve hakîr (bayağı) olan eşyâda (varlıklarda) keyfiyyet-i zuhûrunu (meydana çıkış hususunu) ve binâenaleyh (bundan dolayı), Hakk’ı merâtib-i vücûdun (vücut mertebelerinin) kâffesinde (bütün hepsinde) müşâhede edip (görüp) ilm-i zevki (bilme zevki) ile bilir.

اللهم   يسر   لنا   بجاه   نبينا  صلى   الله   عليه   وسلم   

Beyt-i hakîr:

                       Güllerde çimenlerde bütün işvelenirsin

                       Her gamzede her bir müjede şîvelenirsin

                       Alem seni puthânede mescidde ararken

                       Her zerrede bir şân ile sen cilvelenirsin

Devam edecek

 

 
 
İzmir - 17.04.2007
asliye@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com