BU FASS-I ŞERÎF KELİME-İ İLYÂSİYYE'DE MÜNDEMİC
OLAN HİKMET-İ ÎNÂSİYYE"NİN BEYÂNINDADIR
Vaktâki Allah Teâlâ beni bu makâmda ikâme eyledi; ben
tahakkuk-ı küllî ile hayvâniyyetimle mütehakkık oldum.
İmdi ben görür idim ve müşâhede ettiğim şeyle nutku
murâd eder idim; kâdir olmazdım. Binâenaleyh ben kendim
ile tekellüm etmeyen dilsizler arasını fark etmez idim
(21).
Tahakkuk-ı küllîden (tam
gerçekleşmekten) murâd, hem keşf ve hem de
harestir (dilsizliktir).
Eğer keşf vâkı' olup
(gerçekleşip) da
lisan (dil) ebkem
olmayıp (susmayıp)
nutk ederse (konuşursa),
makâm-ı hayvâniyyetle
(hayvanlık makamıyla)
tahakkuk-ı küllî (tam
gerçekleşmek) vâki' olmaz
(oluşmaz).
İmdi bizim zikrettiğimiz şeyle tahakkuk ettiği vakit,
bilâ-madde-i tabîiyye akl-ı mücerred olmaklığa
intikâl eder. Binâenaleyh birtakım umûru müşâhede eder
ki, onlar suver-i tabîiyyede zâhir olan şeyin
usûlüdürler. Böyle olunca bu hükmün sûret-i
tabîiyyede nereden zâhir olduğunu ilm-i zevkî ile bilir
(22)
Ya'nî sâlik (Hak
yolcusu,mürid) zikrolunan
(anlatılan) makâm-ı
hayvâniyyetle (hayvanlık
makamıyla) mütehakkık oldukda
(gerçekleştiğinde),
kesîf (koyu, katı)
olan mâdde-i tabîiyye
(tabiat ile ilgili maddelerin)
ve unsuriyyenin
(basit elementlerle ilgili şeylerin) dahli
(karışması, etkisi)
olmaksızın akl-ı mücerred
(saf akıl) olmak mertebe-i lâtîfesine
(latif mertebeye)
intikâl eder (geçer).
Ya'nî kendisini kuyûd-i tabîiyyeden
(tabiat kayıtlılığından,
bağlılığından) muarrâ
(soyunmuş, arınmış)
olan akl-ı
mücerred (saf, yalın akıl)
mertebesinde bulur ve o vakit anlar ki, idrâk
denilen şeyin vücûdu, bu cesed-i unsurî
(madde beden)
dimâğının (beyninin)
teşekkûlâtından
(oluşumundan) münbais
(doğan, ileri gelen)
bir emr (iş, husus)
değil imiş. Belki suver-i tabîiyyede
(tabiat suretlerinde)
zâhir olan (açığa
çıkan) ahkâm-ı muhtelife
(çeşitli hükümler),
suver-i tabîiyyeye
(tabiat suretlerine)
tenezzûl eden (inen)
a'yân-ı sâbitenin (ilmi
suretlerin) ma’nâları imiş İşte sâlik
(Hak yolcusu, mürid)
bu mertebeye intikâlinde
(geçtiğinde) suver-i tabîiyyede
(tabiat suretlerinden)
olan birtakım umûrun
(işlerin) bu vechîle
(yönüyle) asıllarını
müşâhede eder (görür)
ve ilm-i zevkî (bilme
zevki) ile bilir ki, hakikat-i vâhide
(tek hakikat) olan
vücûd-ı mutlak (sınırsız
kayıtsız vücut),
zât-ı ahadiyyet
(ahad olan zat) mertebesinde zâtın aynıdır ve
a'yân-ı sâbite (ilmi
suretler, hakikatler) mertebesinde ma'kûl
olan (akılla anlaşılan)
ma'nâ-yı sırfdır
(sade, yalın, sırf manadır) ve ukûl
(akıllar)
mertebesinde dahi akl-ı mücerreddir
(saf, yalın akıldır)
ve nefs mertebesinde dahi nefstir ve mertebe-i
hayvâniyyette (hayvanlık
mertebesinde) hayvandır ve nebât
(bitki) ve cemâd
(maden, taş toprak)
mertebelerinde de nebât
(bitki) ve cemâddır
(madendir, topraktır).
Velhâsıl o sâlik
(Hak yolcusu,mürid) vücûd-i mutlak-ı Hakk'ın
(kayıtsız, sınırsız vücut
sahibi Hakk’ın) mertebe-i letâfeti
(şeffaf mertebeleri)
olan makâm-ı ahadiyyetten
(ahadiyyet makamından) merâtib-i kesîfeye
(koyu, yoğun mertebeye)
sûret-i tenezzülâtını
(inme şeklini) ve ulvî
(yüce) ve süflî
(alçak) âlemlerde ve
şerîf (kutsal, temiz)
ve hasîs (değersiz)
ve hakîr (bayağı)
olan eşyâda
(varlıklarda) keyfiyyet-i zuhûrunu
(meydana çıkış hususunu)
ve binâenaleyh (bundan
dolayı),
Hakk’ı merâtib-i vücûdun (vücut mertebelerinin) kâffesinde
(bütün hepsinde) müşâhede edip
(görüp) ilm-i zevki
(bilme zevki) ile
bilir.
اللهم يسر لنا بجاه نبينا صلى الله عليه
وسلم
Beyt-i hakîr:
Güllerde çimenlerde bütün
işvelenirsin
Her gamzede her bir müjede
şîvelenirsin
Alem seni puthânede mescidde
ararken
Her zerrede bir şân ile sen
cilvelenirsin
Devam edecek |