BU FASS KELİME-İ LOKMÂNIYYE'DE VÂKI'
"HİKMET·İ İHSÂNİYYE" BEYÂNINDADIR
Lokmân'ın oğlunun ismini tasğîr etmesine gelince:
"Tasğîr" rahmettir. Ve bunun için, onunla amel ettiği
vakit, onda onun saâdeti bulunan şeyle vasıyyet etti. Ve
onun
لَا تُشْرِكْ بِاللَّهِ
(Lokmân,
31/13) ya'nî "Allah'a şirk koşma!" kavliyle oğlunu
şirkten nehyindeki vasıyyetinin hükmüne gelince:
"Muhakkak şirk, zulm-i âzimdir" (Lokmân, 31/13) ve
mazlûm, makâmdır. Zîrâ onu inkısân ile vasf eyledi. Ve
halbuki o ayn-ı vâhidedir. Çünkü ona ancak onun "ayn"ını
işrâk eder ve bu ise cehlin gâyesidir. Ve bu işrâkin
sebebi: Muhakkak öyle bir şahıs ki, onun için emrin
alâ-mâ-hüve-aleyh ma'rifeti hâsıl değildir ve onun
üzerine ayn-ı vâhidede suver muhtelif olduğu vakit, bir
şeyin hakîkatına onun ma'rifeti yoktur; halbuki o, bu
ihtilâfın ayn-ı vâhide içinde olduğunu ârif değildir; bu
makâmda olan bir sûreti, diğer sûrete müşâreke eder.
Binâenaleyh, her bir sûret için bu makâmdan bir cüz'
ihdâs eder (16)
Ya'ni Hz. Lokmân'ın, oğluna hitâb ederken sîga-yı tasgîr
(küçültme kipi)
ile "Yâ büneyye" ya'nî "Ey oğulcuğum" demesine gelince:
Onun bu tasgîri, (küçültmesi)
tasgîr-i rahmettir
(rahmet olan küçültmedir).
Ve Hz. Lokmân oğluna olan merhametinden nâşi
(dolayı) ona öyle
bir şey tavsiye etti ki, oğlu, o vasiyyetle amel ettiği
vakit, nâil-i saâdet (saadete
ermiş) olur. Ve onun saâdeti bu tavsiye
olunan şeyle amelde mündericdir
(bulunmaktadır, yer almıştır).
Ve Cenâb-ı Lokmân'ın "Allâh'a şirk
(ortak) koşma!"
(Lokmân, 31/13) kavli
(sözleri) ile oğlunu şirkten nehy etmesinin
(yasaklamasının)
hikmetine gelince: Bu da, "Şirkin zulm-i azîm"
(çok büyük zulm)
(Lokmân, 31/13) olmasından nâşidir
(dolayıdır):
Ve zulûm olan şirkte, mazlûm
(zulüm görmüş) olan
şirkte, mazlûm (zulüm görmüş)
olan makâm-ı ahaddiyyettir
(ahadiyet makamıdır).
Zîrâ (çünkü)
müşrik, (şirk
koşan) ayn-ı vâhideden
(tek hakikâtten)
ibâret olan o makâmı inkısâm
(bölmek, kısımlara ayırmak) ile vasf etmekle
(vasıflandırmakla,
nitelendirmekle) zulm etti. Çünkü müşrik
(şirk koşan) vücûdda
(varlıkta) Allah
Teâlâ'ya bir şeyi ortak kılsa, ancak O'nun "ayn"ı
(zatı, hakikâti) olan
şeyi ortak kılmış olur. Bu ise cehlin
(cahilliğin) son
derecesidir.
Meselâ bir kimse "Hakk'ın vücûdu başka ve âlemin
(evrenin) vücûdu
başkadır" demiş olsa, âlemin
(evrenin) vücûdunu Hakk'ın vücûduna ortak
kılmış olur. Bu ise cemî'-i vücûhu
(bütün vecihleri (isimleri) )
câmi' olup
(kendinde toplayıp) ayn-ı vâhideden
(tek hakikâtten)
ibâret bulunan mertebe-i ulûhiyyete
(uluhiyet mertebesine (Allah’a)
) karşı zulümdür. Zîrâ
(çünkü) âlem
(evren) hakkındaki
hükmünü mahall-i lâyıkına
(yakışan yere) vaz' etmedi
(koymadı) ve o ayn-ı
vâhide (tek hakikât)
inkısam (parçalara
bölünme) kabul etmez iken, onu inkısâm
(bölünmek) ile vasf
etti (nitelendirdi).
Ve eltaf-ı latîf
(latifin latifi (nurun nuru) olan zât-ı Hak
(Hakk’ın Zatı),
kendi vücûdunu
teksîf ederek
(yoğunlaştırarak) esmâsına vücûdât-ı izâfiyye
(izafi (gölge) vücutlar)
verdiği ve âlem dediğimiz suver-i
muhtelifenin (çeşitli
suretlerin) hey'et-i mecmûası
(bütün hepsi) bundan
ibâret olmakla Hakk'ın "ayn"ı
(zatı) bulunduğu
cihetle (bakımından)
vücûd-ı izâfî-i âlemi,
(izafi (göreli) vücut olan evreni) Hakk'ın
vücûd-ı hakîkîsi (gerçek
vücudu) muvâcehesinde
(karşısında) isbat
edip (vardır, mevcuttur
deyip) O'na teşrîk eden
(ortak koşan) kimse,
ancak Hakk'ın "ayn"ını
(zatını) O'na müşârik kılmış
(ortak yapmış) olur.
Bu ise son derece cehildir
(bilgisizliktir).
Eğer o kimse, ayn-ı vâhide
(tek hakikât) olan
mertebe-i ulûhiyyet (uluhiyet
mertebesi) ile, O'nun merâtib-i tenezzülâtı
(indiği mertebelerin)
beynlerindeki
(aralarındaki) münâsebeti
(ilişkiyi) bilmiş
olsa idi, böyle yapmazdı.
Misâl:
Buz haddi zâtında (aslında)
suyun incimâdından
(donmasından)
ibârettir. Suyun terkîbine
(bileşimine) bir şey dâhil olmakla
(girmekle) buz hâsıl
olmadı (oluşmadı).
Belki incimâd
(donma) suyun sıfat-ı ârızasıdır
(sonradan kazandığı sıfatıdır).
İmdi bir kimse su ile buzun vücûdunu ayrı
bilip her birerlerini istiklâliyle
(kendi başlarına bağımsız
olduğuna) hükmetse
(karar verse),
o kimse suyun vücûduna yine suyun vücûdunu
şerîk (ortak)
kılmış (yapmış)
olur. Bu ise bittabi' (doğal
olarak) bir hükm-i câhilânedir
(cahilce bir hükümdür).
Burada suyun
zâtına hicâb (perde)
olan şey, ancak suyun sıfatıdır.
Ve
Hakk'ın "ayn"ını (zatını),
O'na teşrîk
(ortak) etmenin sebebi budur ki: Emrin
(hususların, işlerin)
ne hal (oluş)
üzere olduğunu ve şeyin
(varlığın) hakîkatini ârif olmayan
(bilmeyen) şahıs,
ayn-ı vâhidede (tek
hakikâtte) zâhir olan
(görülen) suver-i
muhtelifeyi (çeşitli
suretleri) gördüğü vakit, bu ihtilâfın
(aykırılığın, zıtlığın)
o ayn-ı vâhide (tek
hakikât) içinde olduğunu ve ondan hâriç
(onun dışında) bir
sûret mevcûd olmadığını bilmez ve o ayn-ı vâhide
(tek hakikât) makâmında bir sûreti, diğer sûrete müşârik
(ortak) kılar.
Binâenaleyh (bundan dolayı)
her bir sûret için bu makâmdan bir cüz'
(kısım, parça) ihdâs
eder, (ortaya çıkarır)
ya'ni o ayn-ı vâhideyi
(tek hakikâti) suvere
(suretlere) göre
cüz'lere (kısımlara)
ve aksâma (parçalara)
taksîm eder
(ayırır).
Devam edecek |