BU FASS KELİME-İ LOKMÂNIYYE'DE VÂKI'
"HİKMET·İ İHSÂNİYYE" BEYÂNINDADIR
Ve şerîkte, ma'lûmdur ki, muhakkak kendisinde müşâreke
vâkı’ olan şeyden ona mahsûs bulunan emir, ona müşârik
olan şerîki-i âhar emrinin aynı değildir. Zirâ o âhar
içindir. Böyle olunca vücûdda hakîkat üzere şerik
yoktur. Zirâ hakkında, muhakkak ikisinin beyninde onda
müşâreke vardır, denilen makâmdan her bir ahad kendi
hazzı üzeredir ve bunun sebebi, şirket-i müşâ'a dır. Ve
her ne kadar müşâ’a ise de, muhakkak ikisinin birisinde
tasrîf işâ'ayı izâle eder.
قُلِ
ادْعُواْ اللّهَ أَوِ ادْعُواْ
الرَّحْمَـنَ
(İsrâ,
17/110) İşte bu mes'elenin rûhudur (17).
Ya'ni "Bir şeyde iki kimse şerîkdir"
(ortaktır) denildiği
vakit, ma'lûmdur (bilinir)
ki, o müşterek
(ortak) olan şeyde her bir şerîke
(ortağa) mahsûs
(ait) birer emir
(husus) vardır ki, bu
emirler (hususlar)
yekdiğerinin
(birbirlerinin)
aynı değildir. Ya'nî müşterek
(ortak) olan bir şey
üzerinde iki şerîkten
(ortaktan) birine âit olan emir
(iş, husus) başka.
diğerine âit olan emir
(husus, iş) yine başkadır; birbirinin aynı
değildir. Binâenaleyh (bundan
dolayı) hakîkat-ı hâle
(gerçek duruma)
bakılırsa, vücûdda şerîk
(ortak) yoktur. Çünkü her mâlik
(sahip),
müşterek (ortak)
olan bir şeyde, kendisine âit olan emre
(hususlara)
müstakıllen (kendi başına,
yalnız olarak) mâliktir
(sahiptir).
Ve bir şey hakkında
"İki şerîk (ortak)
arasında müşâreket
(ortaklık) vardır" denilince, o müşterek
(ortak) olan şeyden
her bir şerîk (ortak)
kendi hazzı (zevki)
üzeredir. Birinin hazzından,
(zevkinden) diğeri
nasibedâr (hissedar)
değildir. Binâenaleyh
(bundan dolayı) âlemde
(evrende) zâhir olan
(görülen)
sûretlere göre, hakîkatte şerîk
(ortak) yoktur.
Ma'lûm olsun ki, mertebe-i ulûhiyyet
(uluhiyet mertebesi)
cemi'-i esmâyı câmi' (bütün
esmayı toplamış) olan ayn-ı vâhiddedir
(tek hakikâttir).
Mahall-i adîdede
(pek çok yerde) izâh
olunduğu (anlatıldığı)
üzere, bu suver-i kesîre
(çokluk suretleri) o ayn-ı vâhidenin
(tek hakikâtin)
suver-i esmâiyyesinden
(esmanın suretlerinden) ibârettir. Her bir
isim, o ayn-ı vâhideye (tek
hakikâte) delâlet
(işaret) etmesi i'tibâriyle
(bakımından)
müşterektir (ortaktır).
Fakat her bir ismin o ayn-ı vâhideden
(tek hakikâtten) bir
hazzı (zevki, hoşnutluğu)
vardır ki, diğer isimde o hazz
(zevk) yoktur. Meselâ
Hâdî ismnindeki hazz (zevk),
Mudill isminde ve Fâtih ismindeki hazz
(zevk) dahi Dârr
isminde yoktur. Ve "Şerîkin
(ortağın) vücûdu vardır" denilmesinin sebebi'
şirket-i müşâ'adır (hisseleri
ayrılmış ortaklıktır).
Ya'nî kâbil-i taksim olmayan
(bölünmesi imkânsız olan)
o ayn-ı vâhidede (tek
hakikâtte) esmânın iştirâkidir
(ortaklığıdır).
Çünkü herhangi bir isim alınsa, kâbil-i
taksîm (bölünmesi kısımlara
ayrılması) olmayan o ayn-ı vâhideye
(tek hakikâte)
delâlet (işaret)
eder. Maahâzâ (diyelim ki)
ayn-ı vâhide (tek
hakikât) beyne'l-esmâ
(esma arasında) müşâ'
(ortaklıkta payı)
olmakla berâber o ayn-ı vâhidenin
(tek hakikâtin),
kendi esmâsından herhangi birisinde tasarrufu
bu müşâ'iyyeti (ortaklık
keyfiyetini) kaldırır. Ve Hak Teâlâ âlemde
(evrende) tasarruf-ı
mutlak (kayıtsız, şartsız
tasarruf) sâhibidir. Binâenaleyh
(bundan dolayı) ayn-ı
vâhide (tek hakikât)
olan mertebe-i ulûhiyette
(uluhiyet mertebesinde)
müşâ'iyyet, (ortaklık
husussu) ya'nî mezâhir-i esmâiyyeden
(esmanın görünme mahallinden)
ibâret bulunan suver-i âlemden
(evren suretlerinden)
her birinin hisse-i şâyiası
(ortaklıktan bir payı)
yoktur ve müşâ'iyyet
(ortaklık keyfiyeti) olmayınca, ne zâhirde
(dışta) ve ne de
hâkîkatte o ayn-ı vâhidede
(tek hakikâtte) şerîk
(ortaklık) yoktur.
قُلِ
ادْعُواْ اللّهَ أَوِ ادْعُواْ الرَّحْمَـنَ
(
İsrâ, 17/110) âyet-i kerîmesi, bu şirket
(ortaklık)
meselesinin ve onun hakîkatinin rûhudur. Zîrâ
(çünkü) bir şey ancak
kendisini terbiye eden rûhu ile mütehakkık olur
(tahakkuk eder, gerçekleşir).
Ve müşriklerin,
(Allah’a şirk koşanların) ayn-ı vâhideyi
(tek hakikâti)
sûretlere göre cüz'lere
(kısımlara) ve aksâma
(parçalara) taksîm
etmek (bölmek)
sûretiyle isbât ettikleri
(kanıtladıkları, “vardır” dedikleri) şirket
(ortaklık) ise
emr-i vehmidir (vehimden
ileri gelen bir husustur).
Nefsü'l-emirde
(aslında, hakikâtte) onun hakîkati ve rûhu
yoktur. Binâenaleyh (bundan
dolayı),
da'vâlarındaki
(iddialarındaki) kizblerinden
(yalanlarından) nâşi,
(dolayı) bu
müşrikler (şirk koşanlar)
mağfiret olunmaz
(affedilmezler).
Ya'nî onların vücûd-ı vehmîleri
(var olduğunu sandıkları
vücutları) vücûd-ı hakkânî
(Hakk’ın vücudu) ile
setr olunmaz (örtülmez).
Ve "Allah" ismi ile "Rahmân" ismi arasındaki
şirket (ortaklık)
ise, onlardan her birisinin zâta delâletinden
(işaret etmesinden)
nâşî (dolayı)
emr-i hakîkidir (gerçek
husustur) ve o ancak bu âyetten müstefâd olur
(anlaşılır).
Buna kâil
(inanmış) olanlar da'vâ-yı sâdıka
(doğru davaları) ile
şerîk (ortak)
isbât ettikleri için,
müddeâlarının (iddialarının)
sıdkından
(doğruluğundan) dolayı, bu müşrik-i
hakîkîlerin (gerçek şirk
koşanların) vücûd-ı abdânîleri
(kul olan vücutları),
vücûd-ı hakkânî (Hakk’ın
vücudu) ile setr olunur
(örtülür).
Hüvallâhüllezî lâ ilâhe illâ Hû!..
(O kendisinden başka ilah
olmayan Allah’tır)
Intihâ: I9 Rebîu'l-evvel 336, ve 3 Kânûn-i evvel 334
Perşembe gecesi, Saat: 4.30.
Devam edecek |