Füsûs-ül Hikem

277. Bölüm

Asliye Tavşanlı
 

BU FASS KELİME-İ LOKMÂNIYYE'DE VÂKI'

"HİKMET·İ İHSÂNİYYE" BEYÂNINDADIR

Ve şerîkte, ma'lûmdur ki, muhakkak kendisinde müşâreke vâkı’ olan şeyden ona mahsûs bulunan emir,  ona müşârik olan şerîki-i âhar emrinin aynı değildir. Zirâ o âhar içindir. Böyle olunca vücûdda hakîkat üzere şerik yoktur. Zirâ hakkında, muhakkak ikisinin beyninde onda müşâreke vardır, denilen makâmdan her bir ahad kendi hazzı üzeredir ve bunun sebebi, şirket-i müşâ'a dır. Ve her ne kadar müşâ’a ise de, muhakkak ikisinin birisinde tasrîf işâ'ayı izâle eder.  قُلِ ادْعُواْ اللّهَ أَوِ ادْعُواْ الرَّحْمَـنَ      (İsrâ, 17/110) İşte bu mes'elenin rûhudur (17).

Ya'ni "Bir şeyde iki kimse şerîkdir" (ortaktır) denildiği vakit, ma'lûmdur (bilinir) ki, o müşterek (ortak) olan şeyde her bir şerîke (ortağa) mahsûs (ait) birer emir (husus) vardır ki, bu emirler (hususlar) yekdiğerinin (birbirlerinin) aynı değildir. Ya'nî müşterek (ortak) olan bir şey üzerinde iki şerîkten (ortaktan) birine âit olan emir (iş, husus) başka. diğerine âit olan emir (husus, iş) yine başkadır; birbirinin aynı değildir. Binâenaleyh (bundan dolayı) hakîkat-ı hâle (gerçek duruma) bakılırsa, vücûdda şerîk (ortak) yoktur. Çünkü her mâlik (sahip), müşterek (ortak) olan bir şeyde, kendisine âit olan emre (hususlara) müstakıllen (kendi başına, yalnız olarak) mâliktir (sahiptir).  Ve bir şey hakkında "İki şerîk (ortak) arasında müşâreket (ortaklık) vardır" denilince, o müşterek (ortak) olan şeyden her bir şerîk (ortak) kendi hazzı (zevki) üzeredir. Birinin hazzından, (zevkinden) diğeri nasibedâr (hissedar) değildir. Binâenaleyh (bundan dolayı) âlemde (evrende) zâhir olan (görülen) sûretlere göre, hakîkatte şerîk (ortak) yoktur.

Ma'lûm olsun ki, mertebe-i ulûhiyyet (uluhiyet mertebesi) cemi'-i esmâyı câmi' (bütün esmayı toplamış) olan ayn-ı vâhiddedir (tek hakikâttir). Mahall-i adîdede (pek çok yerde)  izâh olunduğu (anlatıldığı) üzere, bu suver-i kesîre (çokluk suretleri) o ayn-ı vâhidenin (tek hakikâtin) suver-i esmâiyyesinden (esmanın suretlerinden) ibârettir. Her bir isim, o ayn-ı vâhideye (tek hakikâte) delâlet (işaret) etmesi i'tibâriyle (bakımından) müşterektir (ortaktır). Fakat her bir ismin o ayn-ı vâhideden (tek hakikâtten) bir hazzı (zevki, hoşnutluğu) vardır ki, diğer isimde o hazz (zevk) yoktur. Meselâ Hâdî ismnindeki hazz (zevk), Mudill isminde ve Fâtih ismindeki hazz (zevk) dahi Dârr isminde yoktur. Ve "Şerîkin (ortağın) vücûdu vardır" denilmesinin sebebi' şirket-i müşâ'adır (hisseleri ayrılmış ortaklıktır). Ya'nî kâbil-i taksim olmayan (bölünmesi imkânsız olan) o ayn-ı vâhidede (tek hakikâtte) esmânın iştirâkidir (ortaklığıdır). Çünkü herhangi bir isim alınsa, kâbil-i taksîm (bölünmesi kısımlara ayrılması) olmayan o ayn-ı vâhideye (tek hakikâte) delâlet (işaret) eder. Maahâzâ (diyelim ki) ayn-ı vâhide (tek hakikât) beyne'l-esmâ (esma arasında) müşâ' (ortaklıkta payı) olmakla berâber o ayn-ı vâhidenin (tek hakikâtin), kendi esmâsından herhangi birisinde tasarrufu bu müşâ'iyyeti (ortaklık keyfiyetini) kaldırır. Ve Hak Teâlâ âlemde (evrende) tasarruf-ı mutlak (kayıtsız, şartsız tasarruf) sâhibidir. Binâenaleyh (bundan dolayı) ayn-ı vâhide (tek hakikât) olan mertebe-i ulûhiyette (uluhiyet mertebesinde) müşâ'iyyet, (ortaklık husussu) ya'nî mezâhir-i esmâiyyeden (esmanın görünme mahallinden) ibâret bulunan suver-i âlemden (evren suretlerinden) her birinin hisse-i şâyiası (ortaklıktan bir payı) yoktur ve müşâ'iyyet (ortaklık keyfiyeti) olmayınca, ne zâhirde (dışta) ve ne de hâkî­katte o ayn-ı vâhidede (tek hakikâtte) şerîk (ortaklık) yoktur.    قُلِ ادْعُواْ اللّهَ أَوِ ادْعُواْ الرَّحْمَـنَ   ( İsrâ, 17/110) âyet-i kerîmesi, bu şirket (ortaklık) meselesinin ve onun hakîkatinin rûhudur. Zîrâ (çünkü) bir şey ancak kendisini terbiye eden rûhu ile mütehakkık olur (tahakkuk eder, gerçekleşir). Ve müşriklerin, (Allah’a şirk koşanların) ayn-ı vâhideyi (tek hakikâti) sûretlere göre cüz'lere (kısımlara) ve aksâma (parçalara) taksîm etmek (bölmek) sûretiyle isbât ettikleri (kanıtladıkları, “vardır” dedikleri) şirket (ortaklık) ise emr-i vehmidir (vehimden ileri gelen bir husustur). Nefsü'l-emirde (aslında, hakikâtte) onun hakîkati ve rûhu yoktur. Binâenaleyh (bundan dolayı), da'vâlarındaki (iddialarındaki) kizblerinden (yalanlarından) nâşi, (dolayı) bu müşrikler (şirk koşanlar) mağfiret olunmaz (affedilmezler). Ya'nî onların vücûd-ı vehmîleri (var olduğunu sandıkları vücutları) vücûd-ı hakkânî (Hakk’ın vücudu) ile setr olunmaz (örtülmez). Ve "Allah" ismi ile "Rahmân" ismi arasındaki şirket (ortaklık) ise, onlardan her birisinin zâta delâletinden (işaret etmesinden) nâşî (dolayı) emr-i hakîkidir (gerçek husustur) ve o ancak bu âyetten müstefâd olur (anlaşılır). Buna kâil (inanmış) olanlar da'vâ-yı sâdıka (doğru davaları) ile şerîk (ortak) isbât ettikleri  için, müddeâlarının (iddialarının) sıdkından (doğruluğundan) dolayı, bu müşrik-i hakîkîlerin (gerçek şirk koşanların) vücûd-ı abdânîleri (kul olan vücutları), vücûd-ı hakkânî (Hakk’ın vücudu) ile setr olunur (örtülür). Hüvallâhüllezî lâ ilâhe illâ Hû!.. (O kendisinden başka ilah olmayan Allah’tır)

Intihâ: I9 Rebîu'l-evvel 336, ve 3 Kânûn-i evvel 334 Perşembe gecesi, Saat: 4.30.

Devam edecek

 

 
 
İzmir -10.07.2007
asliye@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com