BU FASS KELİME-İ HÂRÛNİYYEDE MÜNDERIC "HİKMET-İ
İMÂMİYYE" BEYÂNINDADIR
Ve hayvana gelince, o irâde ve garaz sâhibidir.
Binâenaleyh ba'zan, ba'zı tasrîfte ondan imtinâ' vâkı'
olur. İmdi ondan bunun ızhâr-ı kuvveti olursa, insanın
ondan murâd ettiği şey için, ondan serkeşlik zâhir olur
ve eğer onun bu kuvveti olmazsa, yâhut hayvanın garazına
muvâfık olursa, ondan onu murâd ettiği şey için
müzellelen münkâd olur. Nasıl ki insan, Allâh'ın onunla
ref ettiği şeyde, ondan umduğu mal eclinden, kendisinin
misline inkıyâd eder. Öyle mal ki ba'zı ahvalde ondan
"ücret" ile ta’bîr olunur. Ve onun kavlinde
َرَفَعْنَا بَعْضَهُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ
لِيَتَّخِذَ بَعْضُهُمبَعْضاً سُخْرِيّاً
(Zuhruf 43/32) yâ'nî "Biz onların ba'zısını
ba'zısının derecâtı fevkinde ref’ ettik; tâ ki onların
ba'zısı ba'zısının sühriyy, ya'nî metbû' ittihâz edeler"
mansûstur. İmdi onun misli olan kimse, ona
insâniyyetinden değil, ancak hayvâniyyetinden müsahhar
olur. Zîrâ iki misil zıddırlar. Binâenaleyh onu, mal
veyâ câh ile menzilette erfa' olan, insâniyyeti ile
teshîr eder. Ve bu diğeri ona, insâniyyetinden değil, ya
havfen ya tama'an hayvâniyyetinden müsahhar olur. Şu
halde kendi misli olan ona müsahhar olmadı. Behâyim
arasında adem-i imtizâcdan vâkı' olan şeyi görmez misin?
Zîrâ onlar emsâldir ve misiller zıdlardır. Ve bunun
için
دَرَجَاتٍوَرَفَعَ بَعْضَكُمْ فَوْقَ بَعْضٍ
(En’âm 6/165) dedi. Böyle olunca o, onun derecesinde
onunla berâber değildir. Binâenaleyh, teshîr derecât
eclinden vâkı' oldu (8).
Ya'nî cemâdda (cansız
maddelerde (taş, toprak gibi...) irâde
olmadığı için, bilâ-imtinâ'
(çekinmeden) kendisinde tasarruf eden
(hükmünü yürüten)
kimsenin hükmüne tâbi' olur
(uyar). Hayvana
gelince, onda irâde (istek,
arzu) ve garaz
(niyet, hedef) olduğundan, kendisinde
tasarruf etmek (hükmünü
yürütmek) isteyen kimsenin ba’zı
tasarrufâtına
(tasarruflarına) ba'zı vakit mümânaat eder
(mani olur).
Binâenaleyh (bundan
dolayı) hayvan, kendisinde mevcûd olan irâde
ve garazı (niyetini)
ızhâr (göstermek)
için, kendisinde kuvvet bulacak olursa, insanın
irâdesine karşı serkeşlik eder
(baş kaldırır). Meselâ ba'zı at vardır ki,
ancak sâhibinin rükûbunu
(binmesini) murâd eder;
onun gayrisinin
(ondan başkasının) rükûbu
(binmesi) irâde ve
garazına (maksadına)
muvâfık (uygun)
değildir. Eğer ona yabancı bir kimse binmek ister
ve onu zabt edemeyecek kadar da acemi bulunur ise, o at
irâde ve garazını (niyetini)
ızhâr (göstermek)
için kendinde kuvvet bulacağından, o
yabancıya karşı serkeşlik
(inad) edip üstüne bindirmez. Ve eğer
hayvanda irâde (istek)
ve garazını (gayesini)
ızhâr edecek
(gösterecek) kuvvet bulunmazsa, ya'nî yabancı
râkib (binici),
üstâd
(uzman) olup o atı
zabt edebilirse veyâhut insanın garazı
(niyeti),
hayvanın garazına
(niyetiyle) musâdif
(rastlaşır, çakışır)
ve muvâfık (uygun)
olur ise, ya'nî ancak sâhibinin rükûbuna
(binmesine) muvâfakat
eden (razı olan) o
ata sâhibi râkib olacak
(binecek) olursa, hayvan zelîl
(hakir, hor) olarak
münkâd (boyun eğer)
ve mutî’ olur (itaat
eder).
Nitekim, Allah Teâlâ hazretleri bir insanı "mansıb"
(makam, derece) gibi
zâhirî (dışla alakalı)
ve "ilim" gibi bâtınî (iç
ile alakalı) bir derece ihsânıyla ref’ eder
(yüceltir).
Ve derecesi merfû'
(yükseltilmiş) olan
bir insana, onun misli
(benzeri) olan diğer bir insan, ondan mal ve
ilim umduğu için, münkâd olur
(boyun eğer) ve onun
tasarrufu (idaresi)
tahtına (altına)
girer ve o umulan mala ba'zı ahvalde
(durumlarda) "ücret"
ta'bîr olunur (denir).
Ya'nî bir mansıb
(makam) sâhibine hâdim
(hizmetçi) olan
bir kimse mal mukâbilinde
(karşılığında) onun
emrine münkâd olur (boyun
eğer) ki, bu halde o mala "ücret" tesmiye
olunur (denir).
Ve umulan mala ba'zı ahvalde
(durumlarda) ücret
tesmiye olunmaz (denilmez)
. Meselâ bir kimse
kendisiyle münâsebeti
(ilişkisi) bulunan mansıb
(makam) sâhibi veyâ
zengin bulunan bir adama, bana ihsân eder
(verir, bağışta bulunur)
veyâ zarûrette (sıkıntı,
çaresizlik içinde) bulunduğum vakit bana
ikrâz eyler (borç verir)
mülâhazasıyla
(düşüncesiyle) onu gücendirmemek için emrine
itâat eder. Ve bu merfûiyyet-i derece
(derecenin yükseltilmesi)
Hak Teâlâ hazretlerinin
وَرَفَعْنَابَعْضَهُمْ فَوْقَ بَعْضٍ دَرَجَاتٍ
لِيَتَّخِذَ بَعْضُهُم بَعْضاً سُخْرِيّاً
(Zuhruf, 43/32) ya'nî "Biz onların ba'zısını ba'zısının
derecâtı (derecelerini)
fevkınde (yukarı)
ref’ ettik
(yükselttik);
tâ ki onların ba'zısı ba'zısını metbû'
(kendisine tabi olunan)
ve mutâ' (kendisine boyun
eğilen) ittihâz
(sayarlar, kabul) ederler" kavlinde
(sözlerinde) beyân
buyurulmuştur
(bildirilmiştir).
İmdi (buna göre)
sâhib-i mansıb (derece, makam
sahibi) olan bir insana, kendi gibi bir insan
olan kimsenin müsahhariyyeti
(bağlılığı, boyun eğmişliği) ve itâatı, o
tâbi' (bağlı) olan
şahsın insâniyyeti cihetinden
(yönünden) değil,
belki hayvâniyyeti cihetinden
(yönünden) inbiâs
eder. (ileri gelir)
İnsâniyyeti cihetinden
(yönünden) tâbiiyyet
(tabi olmak) ve
metbûiyyet (tabi olunmak)
mümkün değildir. Çünkü her iki insan
yekdiğerinin (biri diğerinin)
misli (benzeri)
ise de başka başkadır. Ve yekdiğerinden
(biri diğerinden)
başka oları iki misl (benzer)
ise zıddırlar. Ve iki zıd ise.
الضدان لا يجتمعان
kâidesince müctemi'
(toplanmış, bir arada) olmazlar. Binâenaleyh
(bundan dolayı)
kadr (değeri, itibarı)
ve menzileti (derecesi)
mal ve câh (mevki,
itibar) ile merfû'
(yükseltilmiş) olan
kimse, eşhâs-ı sâireyi (diğer
kişileri) insâniyyeti ile teshîr eder
(elde eder, kendine bağlar)
ve ona tâbi'
(uyan) ve müsahhar
(boyun eğip, bağlanmış)
olanlar ise, / insâniyyetleri cihetinden
(yönünden) değil,
belki havfen (korkarak)
ve tama'an (tama
ederek) hayvâniyyetleri
(hayvanlıkları)
cihetinden (yönünden)
müsahhar (boyun eğerler)
ve tâbi' olurlar
(uyarlar).
Böyle olunca bir insân kendi gibi olan bir insana
tâbi' (bağlı) ve
münkâd olmamış (boyun
eğmemiş) olur. Her ne kadar ehl-i hicâb
(perdeli kimseler) ve
gaflet (dalgın, gafil
kimseler) bir insanın diğer insana tâbi'
(bağlı) olduğunu zann
ederlerse de, bu tâbiiyyet
(bağlılık) ve metbûiyyet
(bağlanmaklık)
mes'elesinin iç yüzü zikrolunduğu
(anlatıldığı)
vechiledir (şekliyledir).
Behâyim (dört ayaklı
hayvanlar) arasındaki adem-i imtizâcı
(geçimsizliği, uyumsuzluğu)
görmüyor musun? Hiçbirisi diğerinin tasarrufu
(idaresi) tahtına
(altına) girmek
istemez ve aralarında her an kavga eksik değildir. Çünkü
birisi diğerinde tasarruf etmek ister, diğeri ise ona
karşı serkeşlik eder (baş
kaldırır).
Zîrâ (çünkü)
onlar hayvâniyyette
(hayvanlıkta) yekdîğerinin
(birbirlerinin)
mislidir (benzeridir)
ve misli (benzer)
olanlar ise yekdiğerinin
(biri diğerinin) zıddıdırlar. Meğer ki iki
hayvanın garaz (maksatları)
ve irâdeleri
(istekleri) yekdiğerine
(biri diğerine)
muvâfık (uygun)
düşe; o vakit biri diğerine münkâd olur
(boyun eğer).
Ve meselâ dişi hayvan irâde ve garazına
(maksadına) muvâfık
(uygun) düştüğü
vakit, erkek hayvanın vat'ına
(üstüne çıkmasına)
müsâade eder; aksi halde serkeşlik eder
(karşı gelir). Ve yekdiğerinin (biri diğerinin)
misli (benzeri)
olup zıdd olanlar, birbirine münkâd
olmadıkları (boyun
eğmedikleri) için, Hak Teâlâ hazretleri
insana hitâben (seslenerek)
وَرَفَعَ
بَعْضَكُمْ فَوْقَ بَعْضٍدَرَجَاتٍ
(En'âm,
6/165) ya'ni “Allah Teâlâ ba'zınızı ba'zınızın derecâtı
(derecelerini)
fevkınde (üste, yukarı)
refetti”
(yükseltti) buyurdu. Böyle olunca tâbi'
(uyan) metbû'un
(uyulanın)
derecesinde onunla berâber değildir ve metbû'
(uyulan, tabi olunan)
derecede tâbi'den
(uyandan) erfa'dır
(daha yüksektir) .
Binâenaleyh
(bundan dolayı) teshîr
(emrine alma, kendine bağlı
kılma , dereceden
dolayı vâkı' olur (gerçekleşir) .
Devam edecek |