Füsûs-ül Hikem

324. Bölüm

Asliye Tavşanlı
 

[KELİME-İ MÛSEVİYYE'DE   MÜNDEMİC   "HİKMET-İ ULVİYYE"   BEYÂNINDA   OLAN   FASTIR]

Ve onu Allah Teâlâ'nın mübtelâ kıldığı şey üzerine, kendi nefsinde onun sabrı mütehakkık olmak için, fitneler ile meftûn eyledi; ya’nî onu mevâtın-ı kesîrede imtihân etti. İmdi Allah Teâlâ'nın onu mübtelâ kıldığı evvelki şey, Allah Teâlâ'nın ona ilhâmı ve onun sırrında ona tevfîkı sebebiyle, onun kıbtîyi katlidir. Gerçi bunu bilmez idi. Velâkin bununla Rabb'inin emri gelinceye kadar, tevakkuf etmemekle berâber, onun katli sebebiyle nefsinde mübâlât bulmadı. Zîrâ nebî, inbâ', ya'nî bununla ihbâr oluncaya kadar, şuûru olmadığı haysiyyetle, bâtın ile ma'sûmdur. Ve işte bunun için Hızır ona katl-i gulâma gösterdi. Onun katlini onun üzerine inkâr etti; ve kendisi kıbtîyi öldürdüğünü tezekkür etmedi. Böyle olunca Hızır ona    مَا فَعَلْتُهُ عَنْ أَمْرِي    (Kehf, 18/82) ya'nî "Ben bunu kendi emrim ile yapmadım" dedi. Bu kavl de onun mertebesine tenbîh eder ki, o da onu emr-i ilâhi ile kâtl etti. Zîrâ her ne kadar buna şuûru yok ise [de] nebî nefsü'l-emrde ma'sûmü'l harekedir (10).

Ya'ni Allah Teâlâ Mûsâ (a.s.)’ı birtakım belâlara mübtelâ kıldı (düşürdü). Ve Allah Teâlâ bu belâları, Mûsâ (a.s.)’ın kendi nefsinde sabrı mütehakkık olmak (gerçekleşmek) için ona musallat (bela) eyledi. Ve ilm-i ilâhide (Allah’ın ilminde) "sâbirîn" (sabırlılar) sûretinde sâbit (mevcut) olmak için, onu bu fitneler ile (belalara, sıkıntılara) meftûn etti (düşürdü); ya'nî mevâtın-ı kesîrede (çok mertebelerde) onu imtihân etti. Zîrâ (çünkü) Hak için iki nevi (çeşit) ilim sâbittir (vardır): Birisi "ilm-i zâti" (zatı ile alakalı ilim), diğeri "ilm-i esmâi"dir (isimleri ile alakalı ilmidir). İlm-i esmâi (isimler ile ilgili ilim) imtihân neticesinde tahakkuk eder (gerçekleşir). İlm-i zâti (zati ilim) böyle değildir, zîrâ (çünkü) zât-ı Hakk'ın (Hakk’ın zatının) kendisine olan ilmidir. Bu iki ilim hakkındaki îzâhât (geniş açıklama) Fass-ı Şîsî (Şişi bölümü) ile fass-ı Lokmânî'de (Lokman bölümünde) mürûr etti (geçti).

Allah Teâlâ'nın Mûsâ (a.s.)a musallat kıldığı (düşürdüğü) belâların evvelkisi (ilki) Mûsâ (a.s.)’ın kıbtîyi (çingeneyi) Mısır'da katletmesidir (öldürmesidir). Ve onun kıbtîyi (çingeneyi) öldürmesi Allah Teâlâ'nın ilhâmı ve onun sırrında Hakk'ın ona tevfîkı (muvafık kılması, yardımı ve hidayeti) sebebiyle vâkı' oldu (gerçekleşti). Gerçi (her ne kadar) Mûsâ (a.s.),  bu katlin (öldürmenin) ilhâm ve tevfîk-ı ilâhi (Hakk’ın yardımı) sebebiyle olduğunu bilmez idi. Çünkü henüz meb'ûs (peygamber olarak gönderilmiş) değil idi. Velâkin (fakat) kıbtînin (çingenenin) katli (öldürülmesi) hakkında, Rabb'inin emri gelinceye kadar tevakkuf (tereddüt) etmemekle berâber, Mûsâ (a.s.) kıbtînin (çingenenin) katli (öldürülmesi) sebebiyle, nefsinde korku ve endîşe bulmadı. Nefsinde korku ve endîşe bulmaması da, nebî (peygamber) bâtını (içi, ruhu) ile ma'sûm (suçsuz) olmasından nâşidir (dolayıdır). Korku ve endişe ise bâtından (içten) inbiâs eder (ileri gelir). Fiilinin (yaptığının) ilhâm ile olduğuna min-indillâh (Allah tarafından) bununla inbâ', ya'nî ihbâr oluncaya (haber verilinceye) kadar, vâkıf olmadığı (bilmediği) haysiyyetiyle (sebebiyle) de, nebî (peygamber) bâtını ile ma'sûmdur (suçsuzdur). Ve bâtını (içi, ruhu) ile ma'sûm olunca, zâhirinden (dışından) sâdır olan (çıkan) fiilin ilhâm-ı ilâhî (Allah’ın ilham etmesi) ile olduğuna şuûru (bilinci) olmasa dahi, o fiilinden dolayı kendi nefsinde korku ve endîşe bulmaz. İşte katl-i kıbtînin (çingenenin öldürülmesi) emr-i ilâhî (Allah’ın emri) ile olduğuna Mûsâ (a.s.)’ın adem-i şuûr ve vukûfundan (şuursuz ve habersiz olmasından) nâşî (dolayı),  Hızır (a.s.) cenâb-ı Mûsâ'ya katl-i gulâmı (çocuğun öldürülüşünü) gösterdi.Fakat Hz. Mûsâ, gulâmın (çocuğun) katilini (öldürülmesini) cenâb-ı Hızır üzerine inkâr etti. Ve "Niçin nefs-i zekiyyeyi (temiz nefsi) öldürdün?" (Kehf, 18/74) diye i'tirâz eyledi. Halbuki kendisinin dahi Mısır'da kıbtîyi (çingeneyi) katletmiş (öldürmüş) olduğunu tahattur etmedi (hatırlamadı). Ve adem-i tahatturunun (hatırlamamasının) sebebi, her iki katli (öldürmeyi) yekdiğerine (birini diğerine) kıyâs etmemesi (karşılaştırmaması) idi. zîrâ (çünkü) kendisinin kıbtîyi (çingeneyi) katletmesini (öldürmesini) ilhâm ile değil iğvâ-yı şeytânî (şeytanın ayartması) ve sevk-ı nefsânî (nefsinin sürüklemesi) ile / vâkı' (oldu) zannetmiş ve    هَذَا مِنْ عَمَلِ الشَّيْطَانِ    (Kasas,28/15) diyerek    رَبِّ إِنِّي ظَلَمْتُ نَفْسِي فَاغْفِرْ لِي    (Kasas. 28/16) münâcâtıyla (yalvarması, dua etmesiyle) Rabb'ine istiğfâr (günahının bağışlanmasını istemiş, tövbe) eylemiş idi. Hızır (a.s.)’ı asfiyâdan (içi temiz, samimi) bildiği ve ondan ef’âl-i şeytâniyye (şeytani fiiller) ve nefsâniyye (nefsi fiiller) sudûruna (çıkmasına) ihtimâl vermediği için, katl-i gulâma (çocuğun öldürülmesine) i'tirâz eyledi. Böyle olunca Hızır (a.s.), onun inkâr ve i'tirâzına cevâben: "Ben bunu kendi emrim ile yapmadım" (Kehf, 18/82) dedi. Ve bu söz ile onun o katildeki mertebesine, ya'nî onun dahi kıbtîyi (çingeneyi) emr-i ilâhî (Allah’ın emri) ile katletmiş (öldürmüş) olduğuna, tenbîh eyledi (dikkat çekti, hatırlattı). Çünkü her ne kadar Mûsâ (a.s.)’ın kıbtîyi (çingeneyi) katli (öldürmesi) emr-i ilâhî (Allah’ın emri) ile olduğuna şuûru (bilinci) yok idi ise de, kendisi nebî (peygamber) olması hasebiyle (dolayısıyla), hadd-i zâtında (aslında) kendinden sâdır olan (çıkan) hareket ve fiilde ma'sûmdur (suçsuzdur). Ve Hızır (a.s.)’ın cenâb-ı Mûsâ'ya vâkı' (olmuş) olan bu tenbîhi (ikazı) katl-i kıbtî (çingeneyi öldürmesi) yüzünden onda hâsıl olan (oluşan) nedâmet (pişmanlık) ve teessüfün (üzüntünün) zevâli (sona ermesi) içindir. Çünkü katl-i kıbtî (çingeneyi öldürmek) ile vâkı' (olmuş) olan ibtilâsının (düştüğü sıkıntının) hükmü tamâm olmuş idi.

Devam edecek

 

 

 
 
İzmir - 04.06.2008
asliye@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com