Füsûs-ül Hikem

331. Bölüm

Asliye Tavşanlı
 

[KELİME-İ MÛSEVİYYE'DE   MÜNDEMİC   "HİKMET-İ

ULVİYYE"   BEYÂNINDA   OLAN   FASTIR] 

     Ve onun hikmet-i firâkına gelince: Zîrâ Allah Teâlâ    وَمَا آتَاكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانتَهُوا    (Hag 59/7) ya’nî “Resûl'ün getirdiği şeyi alınız ve onun nehy ettiği şeyden müntehî olunuz!" buyurur. Binâenaleyh risâleti ve Resûl'ün kadrini bilen ulemâ-i billâh bu kavl indinde vâkıf oldular. Ve Hızır muhakkak bildi ki, Mûsâ (a.s.) resûldür. Binâenaleyh resûle karşı hakk-ı edebi îfâ için ondan sâdır olan şeye murâkıb olmasına şurû' etti. İmdi ona:     إِن سَأَلْتُكَ عَن شَيْءٍ بَعْدَهَا فَلَا تُصَاحِبْنِي    (Kehf, 18/76) ya’nî “Eğer bundan sonra sana bir şeyden suâl edersem bana musâhib olma!” dedi. Binâenaleyh onu kendi sohbetinden nehy etti. Vaktâki ondan üçüncü vâkı' oldu. Hızır ona:    هَذَا فِرَاقُ بَيْنِي وَبَيْنِكَ    (Kehf. 18/78) ya’nî "İşte bu, senin ve benim beynimde firâktır" dedi. Ve Mûsâ ona “Yapma!” demedi; ve sohbeti taleb etmedi. Zîrâ o, ona musâhib olmaktan nehy ile intâk eden. onda olan rütbenin kadrini âlim idi. Böyle olunca Mûsâ sükût etti ve frâk vâkı' oldu (17).

     Ya’nî Hızır (a.s.)’ın Mûsâ (a.s.)’dan ayrılmasının hikmetine (sebebine) gelince, sebebi budur ki: Allah Teâlâ hazretleri Resûl hakkında    وَمَا آتَاكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ عَنْهُ فَانتَهُوا    (Haşr, 59/7) buyurduğu için resûlün mertebesini ve risâletin kadrini (derecesini) bilen ulemâ-i billah (Allah alimleri (Allah’ı Allah ile bilen alimler) ) Hak Teâlâ'nın bu kavli (sözleri) indinde (yanında) tevakkuf ettiler (durdular).  Ve cenâb-ı Hızır Mûsâ (a.s.)ın resûl olduğunu muhakkak bildi.

     Suâl: Hak Teâlâ hazretlerinin bâlâda (yukarıda) zikrolunan (anlatılan) kavl-i şerîfi (mübarek sözleri),  hâtem-i enbiyâya (son nebiye) nâzil olan (inen) Kur'ân-ı Kerîm'in bir âyet-i münîfesidir. (yüce ayetidir) Halbuki Mûsâ ve Hızır (aleyhime's-selâm) zamânında Kur'ân-ı mecîd (yüce kuran) münzel (indirilmiş) değil idi. Binâenaleyh (bundan dolayı) ulemâ-i billahdan (Allah alimlerinden) olan Hz. Hızır'ın Hak Teâlâ'nın bu kavli (sözleri) indinde (yanında) tevakkufu (durması) ne vech ile (şekilde) vârid olur (olması mümkün olur) ?  

     Cevap: Bu hüküm resûl ve risâletin (resulluğun) icâbından (gereğinden) olup cemi'-i rusül (bütün resuller) hakkında âmmdır (geneldir, hepsinedir) ve her bir resûle (peygambere) nâzil olan (inen) kitâbda bu ma'nâ mündemicdir (bulunmaktadır). Binâenaleyh (bundan dolayı) her bir nebînin (peygamberin) ümmetine teblîğ eylediği (bildirdiği, ulaştırdığı), kavl-i Hak'tır (Hak’kın sözleridir). Ve lisân-ı Arab (Arap dili) üzere hâtem-i enbiyâ (son nebi) (s.a.v.) Efendimiz'e nâzil olan (inen) Kur'ân-ı Kerîm'de dahi bu ma'nâ, bâlâdaki (yukarıdaki) elfâz-ı Arabiyye (Arapça sözler) ile teblîğ buyurulmuştur (bildirilmiştir, ulaştırılmıştır). Şu halde Kur'ân-ı Kerîm'e hâs (özel) değildir. Nitekim, Kur'ân-ı Kerim'de bu hakîkat    قُلْ مَا كُنتُ بِدْعاً مِّنْ الرُّسُلِ  (Ahkâf, 46/9) âyet-i kerîmesiyle beyân buyrulmuştur (bildirilmiştir). İşte Mûsâ (a.s.)a teblîğ buyrulan (ulaşan) Tevrât-ı şerîfte de (kutsal Tevrat’ta da) aynı hüküm mevcûd olduğu için, Hızır (a.s.) bu kavl-i şerîf (mübarek sözler) indinde (yanında) tevakkuf etti (durdu).

     Binâenaleyh (bundan dolayı) Hz. Hızır resûle (peygambere) karşı hakk-ı edebi (edebin hakkını) ifâ etmek (yerine getirmek) için Mûsâ (a.s.)’dan sâdır olan (çıkan) emre murâkıb (denetleyici, teftiş edici) olmağa şurû' etti (başladı). Ve Mûsâ (a.s.) ona "Eğer bundan sonra sana bir şey suâl / edersem (sorarsam) bana musâhib olma (cevap verme)!" (Kehf, 18/76) buyurmuş idi. Bu kavl (sözler) ile Mûsâ (a.s.) cenâb-ı Hızır'ı kendi sohbetinden nehy etti (alıkoydu, yasakladı). Vaktâki (ne zamanki) Mûsâ (a.s.)’dan üçüncü suâl (soru) vâkı' oldu, (gerçekleşti) cenâb-ı Hızır (Hızır a.s.), Mûsâ (a.s.) gibi bir resûl-i zî-şânın (ulu bir resulun (peygamberin)) nehyine (yasağına) tebean (uyarak) "İşte bu üçüncü suâl (soru), seninle benim aramda ayrılığa sebebdir" (Kehf, 18/78) dedi. Ve Mûsâ (a.s.) dahi cenâb-ı Hızır'a "Bu işi yapma!" demedi ve devâm-ı sohbetini (sohbetin devamını) taleb etmedi (istemedi)  zîrâ (çünkü) Mûsâ (a.s.) kendisinin müteayyin (belli) olduğu rütbe-i aliyye-i risâletin (yüce risalet rütbesinin) kadrini (derecesini, değerini) bilir idi. Ve o öyle bir rütbe idi ki, kendisini Hızır'ın musâhib olmasından (sohbetinden) nehy (men etmek) ile intâk eyledi (dillendirdi).  Binâenaleyh (bundan dolayı) Mûsâ (a.s.) Hz. Hızır'ın bu kelâmına (sözlerine) karşı kadr-i risâleti (risalet derecesini) ârif olduğu (bildiği) için sükût etti (sustu) ve aralarında firâk (ayrılma) vâkı' oldu (gerçekleşti).

Devam edecek

 

 

 
 
İzmir - 22.07.2008
asliye@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com