[KELİME-İ MÛSEVİYYE'DE MÜNDEMİC "HİKMET-İ
ULVİYYE" BEYÂNINDA
OLAN FASTIR]
Ve onun hikmet-i firâkına gelince: Zîrâ Allah Teâlâ
وَمَا آتَاكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ
عَنْهُ فَانتَهُوا
(Hag 59/7) ya’nî “Resûl'ün getirdiği şeyi alınız ve onun
nehy ettiği şeyden müntehî olunuz!" buyurur. Binâenaleyh
risâleti ve Resûl'ün kadrini bilen ulemâ-i billâh bu
kavl indinde vâkıf oldular. Ve Hızır muhakkak bildi ki,
Mûsâ (a.s.) resûldür. Binâenaleyh resûle karşı hakk-ı
edebi îfâ için ondan sâdır olan şeye murâkıb olmasına
şurû' etti. İmdi ona:
إِن سَأَلْتُكَ عَن شَيْءٍ بَعْدَهَا فَلَا تُصَاحِبْنِي
(Kehf, 18/76) ya’nî “Eğer bundan sonra sana bir şeyden
suâl edersem bana musâhib olma!” dedi. Binâenaleyh onu
kendi sohbetinden nehy etti. Vaktâki ondan üçüncü vâkı'
oldu. Hızır ona:
هَذَا فِرَاقُ بَيْنِي وَبَيْنِكَ
(Kehf. 18/78) ya’nî "İşte bu, senin ve benim beynimde
firâktır" dedi. Ve Mûsâ ona “Yapma!” demedi; ve sohbeti
taleb etmedi. Zîrâ o, ona musâhib olmaktan nehy ile
intâk eden. onda olan rütbenin kadrini âlim idi. Böyle
olunca Mûsâ sükût etti ve frâk vâkı' oldu (17).
Ya’nî Hızır (a.s.)’ın Mûsâ (a.s.)’dan ayrılmasının
hikmetine (sebebine)
gelince, sebebi budur ki: Allah Teâlâ hazretleri
Resûl hakkında
وَمَا آتَاكُمُ الرَّسُولُ فَخُذُوهُ وَمَا نَهَاكُمْ
عَنْهُ فَانتَهُوا
(Haşr, 59/7) buyurduğu için resûlün mertebesini ve
risâletin
kadrini (derecesini)
bilen ulemâ-i billah
(Allah alimleri (Allah’ı Allah ile bilen alimler) )
Hak Teâlâ'nın bu kavli
(sözleri) indinde
(yanında) tevakkuf
ettiler (durdular).
Ve cenâb-ı
Hızır Mûsâ (a.s.)ın resûl olduğunu muhakkak bildi.
Suâl:
Hak Teâlâ hazretlerinin bâlâda
(yukarıda)
zikrolunan (anlatılan)
kavl-i şerîfi
(mübarek sözleri),
hâtem-i enbiyâya
(son nebiye) nâzil
olan (inen)
Kur'ân-ı Kerîm'in bir âyet-i münîfesidir.
(yüce ayetidir)
Halbuki Mûsâ ve Hızır (aleyhime's-selâm) zamânında
Kur'ân-ı mecîd (yüce kuran)
münzel
(indirilmiş) değil idi. Binâenaleyh
(bundan dolayı)
ulemâ-i billahdan (Allah
alimlerinden) olan Hz. Hızır'ın Hak Teâlâ'nın
bu kavli (sözleri)
indinde (yanında)
tevakkufu
(durması) ne
vech ile (şekilde)
vârid olur
(olması mümkün olur) ?
Cevap:
Bu hüküm resûl ve risâletin
(resulluğun) icâbından
(gereğinden) olup
cemi'-i rusül (bütün
resuller) hakkında âmmdır
(geneldir, hepsinedir)
ve her bir resûle
(peygambere) nâzil olan
(inen) kitâbda bu
ma'nâ mündemicdir
(bulunmaktadır).
Binâenaleyh
(bundan dolayı) her bir nebînin
(peygamberin)
ümmetine teblîğ eylediği
(bildirdiği, ulaştırdığı),
kavl-i Hak'tır
(Hak’kın sözleridir).
Ve lisân-ı Arab
(Arap dili) üzere hâtem-i enbiyâ
(son nebi) (s.a.v.)
Efendimiz'e nâzil olan
(inen) Kur'ân-ı Kerîm'de dahi bu ma'nâ,
bâlâdaki (yukarıdaki)
elfâz-ı Arabiyye (Arapça
sözler) ile teblîğ buyurulmuştur
(bildirilmiştir,
ulaştırılmıştır). Şu halde Kur'ân-ı Kerîm'e
hâs (özel)
değildir. Nitekim, Kur'ân-ı Kerim'de bu hakîkat
قُلْ مَا كُنتُ بِدْعاً مِّنْ الرُّسُلِ
(Ahkâf, 46/9) âyet-i kerîmesiyle beyân buyrulmuştur
(bildirilmiştir).
İşte Mûsâ (a.s.)a teblîğ buyrulan
(ulaşan) Tevrât-ı
şerîfte de (kutsal Tevrat’ta
da) aynı hüküm mevcûd olduğu için, Hızır
(a.s.) bu kavl-i şerîf
(mübarek sözler) indinde
(yanında) tevakkuf
etti (durdu).
Binâenaleyh (bundan
dolayı) Hz. Hızır resûle
(peygambere) karşı
hakk-ı edebi (edebin
hakkını) ifâ etmek
(yerine getirmek)
için Mûsâ (a.s.)’dan sâdır olan
(çıkan) emre murâkıb
(denetleyici, teftiş edici)
olmağa şurû' etti
(başladı).
Ve Mûsâ (a.s.) ona "Eğer bundan sonra sana bir şey
suâl / edersem (sorarsam)
bana musâhib olma
(cevap verme)!"
(Kehf, 18/76) buyurmuş idi. Bu kavl
(sözler) ile Mûsâ
(a.s.) cenâb-ı Hızır'ı kendi sohbetinden nehy etti
(alıkoydu, yasakladı).
Vaktâki (ne
zamanki) Mûsâ (a.s.)’dan üçüncü suâl
(soru) vâkı' oldu,
(gerçekleşti)
cenâb-ı Hızır (Hızır a.s.),
Mûsâ (a.s.) gibi bir resûl-i zî-şânın
(ulu bir resulun (peygamberin))
nehyine
(yasağına) tebean
(uyarak) "İşte bu
üçüncü suâl (soru),
seninle benim aramda ayrılığa sebebdir"
(Kehf, 18/78) dedi. Ve Mûsâ (a.s.) dahi cenâb-ı Hızır'a
"Bu işi yapma!" demedi ve devâm-ı sohbetini
(sohbetin devamını)
taleb etmedi (istemedi)
zîrâ
(çünkü) Mûsâ (a.s.)
kendisinin müteayyin (belli)
olduğu rütbe-i aliyye-i risâletin
(yüce risalet rütbesinin)
kadrini
(derecesini, değerini) bilir idi. Ve o öyle
bir rütbe idi ki, kendisini Hızır'ın musâhib olmasından
(sohbetinden)
nehy (men etmek)
ile intâk eyledi
(dillendirdi). Binâenaleyh
(bundan dolayı)
Mûsâ (a.s.) Hz. Hızır'ın bu kelâmına
(sözlerine) karşı
kadr-i risâleti (risalet
derecesini) ârif olduğu
(bildiği) için sükût
etti (sustu) ve
aralarında firâk (ayrılma)
vâkı' oldu
(gerçekleşti).
Devam edecek |