Füsûs-ül Hikem

334. Bölüm

Asliye Tavşanlı
 

[KELİME-İ MÛSEVİYYE'DE   MÜNDEMİC   "HİKMET-İ

ULVİYYE"   BEYÂNINDA   OLAN   FASTIR] 

     İmdi bu suâl sahîhdir. Zîrâ muhakkak mâhiyyetten suâl, matlûbun hakîkatinden suâldir. Ve Hakk'ın kendi nefsinde bir hakîkat üzere olması lâ-büddür. Ve ammâ şunlar ki hadlerini, cins ve fasıldan mürekkeb kıldılar, bu kendisinde iştirâk vâkı' olan her bir şeyde vardır ve kendisi için cins olmayan kimsenin kendi nefsinde onun gayri için olmayan bir hakîkat üzere olmaması lâzım gelmez. Böyle olunca suâl, ehl-i Hak ve ilm-i sahîh ve akl-ı selîm mezhebi üzere sahîhdir. Ve ondan cevap, ancak Mûsâ (a.s.)ın cevap verdiği şeyle olur (21).

     Ya'nî Fir'avn'ın mâhiyyet-i ilâhiyyeden (Hakk’ın zatından) suâl etmesi (soru sorması) sahîhdir (doğrudur). Zîrâ (çünkü) sâil (soran kişi) bir şeyin hakîkatinden ve mâhiyyetinden (aslından) suâl ederse (soru sorarsa) , kendi matlûbunun (isteği, aradığı şeyin) hakîkatinden suâl etmiş (soru sormuş) olur. Ve bir kişinin kendi matlûbu olan (istediği, aradığı) şeyin hakîkatinden suâl etmesi (soru sorması) ise sahîhdir (doğrudur).  Hz. Şeyh-i Ekber (r.a.)’in burada mâhiyyet-i Hak'tan (Hakk’ın hakikatinden) suâlin (soru sormanın) sahîh (doğru) olduğunu beyân buyurması (bildirmesi) hükemânın (bilginlerin) zehâbını (zanlarını) ibtâl (feshetmek) içindir. Zîrâ (çünkü) ehl-i mantık (mantık sahiplerinin) indinde (görüşlerinde) "mâhiyyet" bâlâda (yukarda) îzâh olunduğu (anlatıldığı) üzere, "cins" ile "fasıl"dan (kısımdan) mürekkebdir (bileşiktir). Onlar derler ki: "Mâhiyyet-i Hak (Hakk’ın aslı) cins ile fasıldan (kısımdan) mürekkeb olmadığı cihetle (yönüyle) Fir'avn'ın    وَمَا رَبُّ الْعَالَمِينَ    (Şuarâ, 26/23) kavlinde (sözlerinde) “mâ” ile mâhiyyet-i Hak'tan (Hakk’ın aslından (zatından) suâli (soru sorması) bâtıldır (abestir), sahîh (doğru) değildir". Halbuki Hak Teâlâ hazretleri kendi nefsinde ve zâtında bir hakîkat üzeredir. Eğer böyle olmasa onun için bir hakîkat olmamak lâzım gelir; bu ise bâtıldır (asılsızdır). Ve mâdemki kendi nefsinde Hakk'ın bir hakîkat mevcuttur ve sâilin (soru soranın) matlûbu da (istediği şeyde) Hakk'ı anlamaktır; binâenaleyh (bundan dolayı) onun suâli (sorusu), matlûbu (arzuladığı şey) olan Hakk'ın hakîkatinden suâldir (soru sormaktır). Bu ise sahîhdir (doğrudur). Fakat hakîkat-i Hak'tan (Hakk’ın zatından) cevap vermek doğru değildir. Zîrâ (çünkü) onun kendi nefsinde olan hakîkati, kendisinden gayrisinin (başkasının) idrâki (anlaması) mümkün değildir. Ve ammâ şunlar ki / hudûd-i eşyâyı (şeylerin hududunu) "cins" ile "fasıl"dan (kısımdan) mürekkeb (bileşik) kıldılar, (yaptılar) kendisinde cinsiyetten iştirâk (ortaklık) vâkı' (olmuş) olan her şeyde hudûdun (sınırın) vasfı (niteliği, tarifi) vardır. binaenaleyh (bundan dolayı) eğer böyle bir hadd (sınır) ile mahdûd olan (sınırlanan) şeyin mâhiyyetinden (aslından) suâl olunursa, (soru sorulursa) bu kimselerin mezheb (anlayış) ve kâidelerine göre, o şeyin mâhiyyeti (aslı) olan "hadd" (sınır) ile cevap vermek münâsib (uygun) olur. Ve kendisi için cins olmayan zât-ı Hakk'ın (Hakk’ın zatının) kendi nefsinde, kendisinin gayri (başkası) için mevcûd olmayan bir hakîkat üzere olmaması lâzım gelmez. Belki onun da kendi zâtında bir hakîkati vardır. Böyle olunca ehl-i Hak (Hak sahibi) mezhebi (anlayış ve görüşü) ve ilm-i sahîh (gerçek, doğru ilim) ve âkl-ı selim (sağduyu) muktezâsı (gereği) üzere bu zâtın hakîkatinden suâl (soru sormak) sahîh (doğru) olur. Ve belki böyle bir suâle (soruya) karşı kendisi için "cins" olmayan o zâtın hakîkatinden cevap verilmeyip, ancak Mûsâ (a.s.)ın verdiği cevap gibi, o hakîkatın niseb (sıfatlarından) ve izâfâtından (bağıntılarından) bahs ile (bahsedilerek) cevap verilir.

Devam edecek

 

 

 
 
İzmir - 12.08.2008
asliye@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com