[KELİME-İ MÛSEVİYYE'DE MÜNDEMİC "HİKMET-İ
ULVİYYE" BEYÂNINDA
OLAN FASTIR]
İmdi bu suâl sahîhdir. Zîrâ muhakkak mâhiyyetten
suâl, matlûbun hakîkatinden suâldir. Ve Hakk'ın kendi
nefsinde bir hakîkat üzere olması lâ-büddür. Ve ammâ
şunlar ki hadlerini, cins ve fasıldan mürekkeb kıldılar,
bu kendisinde iştirâk vâkı' olan her bir şeyde vardır ve
kendisi için cins olmayan kimsenin kendi nefsinde onun
gayri için olmayan bir hakîkat üzere olmaması lâzım
gelmez. Böyle olunca suâl, ehl-i Hak ve ilm-i sahîh ve
akl-ı selîm mezhebi üzere sahîhdir. Ve ondan cevap,
ancak Mûsâ (a.s.)ın cevap verdiği şeyle olur (21).
Ya'nî Fir'avn'ın mâhiyyet-i ilâhiyyeden
(Hakk’ın zatından)
suâl etmesi (soru sorması)
sahîhdir
(doğrudur).
Zîrâ (çünkü)
sâil (soran kişi)
bir şeyin hakîkatinden ve mâhiyyetinden
(aslından) suâl
ederse (soru sorarsa)
, kendi
matlûbunun (isteği, aradığı
şeyin) hakîkatinden suâl etmiş
(soru sormuş) olur.
Ve bir kişinin kendi matlûbu
olan (istediği,
aradığı) şeyin hakîkatinden suâl etmesi
(soru sorması) ise
sahîhdir (doğrudur).
Hz. Şeyh-i Ekber
(r.a.)’in burada mâhiyyet-i Hak'tan
(Hakk’ın hakikatinden)
suâlin (soru sormanın)
sahîh (doğru)
olduğunu beyân buyurması
(bildirmesi)
hükemânın (bilginlerin)
zehâbını
(zanlarını) ibtâl
(feshetmek) içindir.
Zîrâ (çünkü)
ehl-i mantık (mantık
sahiplerinin) indinde
(görüşlerinde)
"mâhiyyet" bâlâda (yukarda)
îzâh olunduğu
(anlatıldığı) üzere, "cins" ile "fasıl"dan
(kısımdan)
mürekkebdir (bileşiktir).
Onlar derler ki: "Mâhiyyet-i Hak
(Hakk’ın aslı) cins
ile fasıldan (kısımdan)
mürekkeb olmadığı cihetle
(yönüyle)
Fir'avn'ın
وَمَا رَبُّ الْعَالَمِينَ
(Şuarâ, 26/23) kavlinde
(sözlerinde) “mâ” ile mâhiyyet-i Hak'tan
(Hakk’ın aslından (zatından)
suâli (soru
sorması) bâtıldır
(abestir), sahîh
(doğru) değildir".
Halbuki Hak Teâlâ hazretleri kendi nefsinde ve zâtında
bir hakîkat üzeredir. Eğer böyle olmasa onun için bir
hakîkat olmamak lâzım gelir; bu ise bâtıldır
(asılsızdır).
Ve mâdemki kendi nefsinde Hakk'ın bir hakîkat
mevcuttur ve sâilin (soru
soranın) matlûbu da
(istediği şeyde)
Hakk'ı anlamaktır; binâenaleyh
(bundan dolayı) onun
suâli (sorusu),
matlûbu
(arzuladığı şey) olan Hakk'ın hakîkatinden
suâldir (soru sormaktır).
Bu ise sahîhdir
(doğrudur).
Fakat hakîkat-i Hak'tan
(Hakk’ın zatından)
cevap vermek doğru değildir. Zîrâ
(çünkü) onun kendi
nefsinde olan hakîkati, kendisinden gayrisinin
(başkasının) idrâki
(anlaması) mümkün
değildir. Ve ammâ şunlar ki / hudûd-i eşyâyı
(şeylerin hududunu)
"cins" ile
"fasıl"dan (kısımdan)
mürekkeb (bileşik)
kıldılar,
(yaptılar) kendisinde cinsiyetten
iştirâk
(ortaklık) vâkı'
(olmuş) olan her şeyde hudûdun
(sınırın) vasfı
(niteliği, tarifi)
vardır. binaenaleyh (bundan
dolayı) eğer böyle bir hadd
(sınır) ile mahdûd
olan (sınırlanan)
şeyin mâhiyyetinden
(aslından) suâl olunursa,
(soru sorulursa) bu
kimselerin mezheb (anlayış)
ve kâidelerine göre, o şeyin mâhiyyeti
(aslı) olan "hadd"
(sınır) ile cevap
vermek münâsib (uygun)
olur. Ve kendisi için cins
olmayan zât-ı Hakk'ın
(Hakk’ın zatının)
kendi nefsinde, kendisinin gayri
(başkası) için
mevcûd olmayan bir hakîkat üzere olmaması lâzım gelmez.
Belki onun da kendi zâtında bir hakîkati vardır. Böyle
olunca ehl-i Hak (Hak
sahibi) mezhebi
(anlayış ve görüşü) ve ilm-i sahîh
(gerçek, doğru ilim)
ve âkl-ı selim (sağduyu)
muktezâsı
(gereği) üzere bu zâtın hakîkatinden suâl
(soru sormak) sahîh
(doğru) olur. Ve
belki böyle bir suâle
(soruya) karşı kendisi için "cins"
olmayan o zâtın hakîkatinden cevap
verilmeyip, ancak Mûsâ (a.s.)ın verdiği cevap gibi, o
hakîkatın niseb
(sıfatlarından) ve izâfâtından
(bağıntılarından)
bahs ile (bahsedilerek)
cevap verilir.
Devam edecek |