Füsûs-ül Hikem

345. Bölüm

Asliye Tavşanlı
 

[KELİME-İ MÛSEVİYYE'DE   MÜNDEMİC   "HİKMET-İ

ULVİYYE"   BEYÂNINDA   OLAN   FASTIR] 

     İmdi sûret-i bâtılda ayn-i Hak'la elleri ve ayakları kesti  ve astı. Ancak bu fiil sebebiyle nâil olunan merâtibe vusûl için, zira muhakkak esbâbın ta'tîline yol yoktur, çünkü a'yân-ı sâbite onları iktizâ eyledi. Böyle olunca ancak sübûtta üzerinde bulundukları sûretle vücûdda zâhir olurlar. Zîrâ Allah'ın kelimeleri için tebdîl yoktur. Allah'ın kelimeleri ise, a'yân-ı mevcûdâtın gayri değildir. Binâenaleyh, onların sübûtu haysiyyetiyle onlara kıdem nisbet olunur. Ve onların vücûdu ve zuhûru haysiyyetiyle de onlara hudûs nisbet olunur. Nitekim sen "Bugün bizim nezdimizde bir insan veyâ bir misâfir hâdis oldu" dersin. Halbuki onun hudûsünden, bu hudûsden evvel onun için vücûd olmaması lâzım gelmez. Bunun için Allah Teâlâ Kelâm-ı azîzinde, ya'nî onun ityânı hakkında, kıdem-i kelâmıyla berâber, "Onlara Rab'lerinden bir zikr-i muhdes gelmez, illâ ki onu dinleyip la'b ederler" (Enbiyâ, 21/2); ve "Onlara Rahmân'dan bir zikr-i muhdes gelmedi, illâ ki ondan i'râz eder oldular" (şuarâ, 26/5) buyurdu. Ve rahmet ancak rahmetle gelir. Ve rahmetten i'râz eden kimse, adem-i rahmetten ibâret olan azâba istikbâl eder (29).

     Ya'nî sâhirler (sihirbazlar) Fir'avn'a hitâben (konuşarak): "Ne vech ile (şekilde) hükmedersen et!" deyince, hakîkati i'tibâriyle (bakımından) Hakk'ın "ayn"ına (hakikâtine) mülâbis olan (bürünen) Fir'avn, sûret-i fâniyye-i bâtılesiyle (batıl olan ölümlü suretiyle) Rabb-i Mûsâ ve Hârûn'a (Musa’nın ve Harun’un rabbine) ve Rabbû'l âlemine (Alemlerin rabbına) imân eden sâhirlerin (sihirbazların) ellerini ve ayaklarını kesip onları astı. Zîrâ (çünkü) Hakk'ın hüviyyeti, esmâsının (isimlerinin) ihtilâfı (farklı oluşu) ve tekâbülü (karşıt oluşu) sebebiyle, âlem-i şehâdette (dünyada) hak (gerçek) ve bâtıl (gerçek olmayan) sûretlerinde zâhir olur (görülür).  Binâenaleyh  (bundan dolayı) ârifler (Hakk’ı bilenler), suver-i bâtıleyi (batıl suretleri) de inkâr etmezler. Çünkü bâtılın vücûdu (varlığı) ve zuhûru (meydana çıkması) olmasa, Hak zâhir olmaz (görülmez) idi. Nitekim    الاشياء تنكشف بأضدادها    denilmiştir. Bunun için Hz. şeyh-i Ekber'in (en büyük şeyhin) şeyh-i âlîleri (yüce şeyhleri) Ebû Medyen Mağribî (r.a.) buyurlar:

                       فانه من بعض ظهوراته            لا تنكر البا طل في طوره       

     Tercüme: "Bâtılı (gerçek olmayanı) kendi tavrında inkâr etme! Zîrâ (çünkü) o da Hakk'ın zuhûrâtından (görünmelerinden) ba'zdır (bir kısımdır)."/

     Fir'avn tarafından sâhirlerin (sihirbazların) salb olunmak (asılmak) sûretiyle katilleri (öldürülmeleri), onların şehîd olarak merâtib-i uhreviyyeye (ahiret mertebelerine) vusülleri (ulaşmaları) için vâkı' oldu (gerçekleşti). Zîrâ (çünkü) merâtib-i şühedâya (şehit mertebelerine) vusûl (ulaşmak) ancak bu sûret-i bâtılede (batıl surete) vâkı’' olan (gerçekleşen) salb (asma) ve katl (kesme) fiili sebebiyle olur. İşte bundan anlaşılır ki, küffârın (kafirlerin) vücûdu (varlığı) bu âlemde (dünyada) mü'minler için rahmettir. Zîrâ (çünkü) fî-sebîlillah (Allah yolunda, karşılık beklemeksizin) cihâd (din uğruna savaşmak) kasdiyle (niyetiyle) küffâra (kafirlere) bi’t-tecâvüz (saldırarak) maktûl olan (öldürülen) mü'minîn (müminler), şehîd olurlar. Eğer küffâr (kafirler) olmasa onlar mertebe-i şehâdeti (şehitlik mertebesini) ihrâz edemez (kazanamaz) idiler. Ve mertebe-i şehâdet (şehitlik mertebesi) ise merâtib-i âliye-i uhreviyyedendir (ahirette yüksek mertebelerdendir). Nitekim Hak Teâlâ buyurur:    وَلاَ تَقُولُواْ لِمَنْ يُقْتَلُ فِي سَبيلِ اللّهِ أَمْوَاتٌ بَلْ أَحْيَاء وَلَكِن لاَّ تَشْعُرُونَ    (Bakara, 2/154) ya'nî "Allah yolunda katlolunan (öldürülen) kimseler için ölüdür demeyin, belki onlar diridirler; fakat sizin onların keyfiyyet-i hayâtlarına (yaşam hususlarına) vukûfunuz (bilginiz) yoktur." Ve kezâ (aynı şekilde) yine buyuruyor:    وَلاَ تَحْسَبَنَّ الَّذِينَ قُتِلُواْ فِي سَبِيلِ اللّهِ أَمْوَاتاً بَلْ أَحْيَاء عِندَ رَبِّهِمْ يُرْزَقُونَ فَرِحِينَ  بِمَا آتَاهُمُ اللّهُ مِن فَضْلِهِ الخ    (Âl-i İmrân, 3/169-170) ya'nî "Allah Teâlâ yolunda katl olunanları (öldürülenleri) ölülerden zannetmeyiniz; belki onlar Rablerinin indinde (katında) diridirler ve Allah Teâlâ'nın fazl (lutfundan) ve kereminden onlara verdiği şeyden ferahlanarak rızıklanırlar ilh..." Zulmen (zulüm yapılarak) katl olunanların (öldürülenlerin) da hâli böyledir. Binâenaleyh (bundan dolayı) âlemde (evrende) bâtılın (gerçek olmayanın) vücûdu (varlığı) dahi muktezâ-yı hikmettir (hikmetin gereğidir). Zîrâ (çünkü) esbâb (sebepler) ta'tîl (durdurma, ara verme) kabûl etmez. Çünkü "esbâb" (sebepler) dediğimiz şey ayân-ı sâbitenin (ilmi suretlerin) iktizââtıdır (gerekleridir) ve a'yân-ı sâbitenin (ilmi suretlerin) ahvâli (halleri) ve ahkâmı (hükümleri) ve âsârı (eserleri) a'yân-ı hâriciyyede (dış alemde, unsurlar aleminde), ya'nî bu âlemin (evrenin) sûretlerinde, esbâb (sebepler) ile zâhirdir (açığa çıkar, görünür).

Devam edecek

 

 

 
 
İzmir - 28.10.2008
asliye@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com