[KELİME-İ MÛSEVİYYE'DE MÜNDEMİC "HİKMET-İ
ULVİYYE" BEYÂNINDA
OLAN FASTIR]
Ve Hak Teâlâ'nın
فَلَمْ يَكُ يَنفَعُهُمْ إِيمَانُهُمْ لَمَّا رَأَوْا
بَأْسَنَا سُنَّتَ اللَّهِ الَّتِي قَدْ خَلَتْ فِي
عِبَادِهِ إِلاَّ قَوْمَ يُونُسَ
(Mü'min, 40/85 ve Yûnus, 10/98) kavline gelince, bu
إِلاَّ قَوْمَ
يُونُسَ
bu
(Yûnus,10/98) istisnâsında olan Hakk'ın kavli ile
âhirette onlara nef’ vermeyeceğine delâlet etmez.
Binâenaleyh bunu murâd etti ki, onlardan dünyâda ahzi
ref’ etmez. Bunun için Fir'avn, ondan îmânın vücûdu ile
berâber ahz olundu. Bu, onun emri, o sâatte intikâle
müteyyakkın olan kimsenin emri olduğuna göredir. Ve
karîne-i hâl muhakkak onun intikâlden yakîn üzere
olmadığını i'tâ eder. Zîrâ o, Mûsâ (a.s.)’ın asâsıyla
denize vurması sebebiyle, zâhir olan kuru yolda
mü'minlerin yürüdüklerini müşâhede etti. İmdi Fir'avn
îmân ettiği vakitte muhtezırın hilâfına olarak, helâke
müteyakkın olmadı. Bunun için ona mülhak olmaz (30).
Cenâb-ı Şeyh (r.a.) Fir'avn'ın îmânı hakkında
bâlâda (yukarıda)
geçen beyânâtı
(açıklamalarını) tetmîmen
(tamamlayarak)
buyururlar ki: Fir'avn'ın sıhhat-ı imânını
(imanının doğruluğunu,
sağlamlığını) kabûl etmeyen tâife,
(grup) Fir'avn'ın
îmânı imân-ı be's (ölmeden
hemen önce iman etmiş) olduğunu ve îmân-ı
be's (ölmeden az önce ahiret
azabını görerek iman) ise
فَلَمْ يَكُ يَنفَعُهُمْ إِيمَانُهُمْ لَمَّا رَأَوْا
بَأْسَنَا...الخ
(Mümin, 40/85) ya'nî "Bizim azâbımızı gördükleri vakitte
onların îmânı kendilerine fâide vermez." (Mümin, 40/85);
"Kavm-i Yûnus (Yunus a.s.’ın
kavni) müstesnâ
(kuralın dışında) olmak üzere" (Yûnus, 10/98)
"İbâdı (kulları)
hakkında cârî (geçerli)
olan Allah'ın âdetidir" (Mümin, 40/85) âyet-i
kerîmeleri mûcibince
(gereğince) fâide
(fayda)
vermeyeceğini iddiâ ederlerse de, bu [Yûnus sûresindeki]
âyet-i kerîmede
إِلاَّ قَوْمَ يُونُسَ
istisnâsı (ayrı tutulması,
kural dışı bırakması) îmân-ı be'sin
(öleceğini bilip ölmeden hemen
önce iman etmek) âhirette
(öbür dünyada) fâide
(fayda)
vermeyeceğine delâlet
(işaret) etmez. Bu âyet-i kerîme ile Hak
Teâlâ hazretlerinin murâd-ı aliyyesi
(yüce muratları),
imân-ı be'sin sâhiblerine
(öleceğini anlayıp ölmeden önce
hemen iman eden kimselere),
dünyâda müteveccih
(dünyaya dönük, yönelik)
olan azâbın merfû' olmayacağını
(kaldırılmayacağını)
beyândır (bildirmektir).
Fi’l-hakîka da
(gerçekte de) kavm-i Yûnus'dan
(Yunus a.s.’ın kavminden)
gayrisinden
(başkasından) azâb-ı dünyâ
(dünya azabı) ref
edilmedi (kaldırılmadı).
Eğer Fir'avn'ın hâlini ve deryâda
(denizde) gark
(boğulma) hîninde
(sırasında),
dünyâdan intikâle
(göçmeye) müteyakkın
olan (kesin bilen)
kimsenin hâline kıyâs edecek
(karşılaştıracak)
olur isen, kendisinden zâhir olan
(görülen) îmânın
vücûduyla (varlığıyle)
berâber, azâb-ı dünyevîye
(dünyevi azaba)
ma'rûz kaldığına
(uğradığına) hükm ederiz
(karar veririz).
Fakat karîne-i hâl
(durumun görünüş şekli)
Fir'avn'ın dünyâdan intikâl edeceğine
(göçeceğine) yakîni
(kesin bilgisi)
olmadığını gösterir. Çünkü Fir'avn, Mûsâ (a.s.)’ın
asâsını (değneğini)
denize vurması sebebiyle; zâhir olan
(açılan) ka'r-ı
deryâdaki (denizin
dibindeki) kuru yoldan mü'minlerin yürüyüp
geçtiklerini re'ye'l-ayn
(kendi gözü ile görerek) müşâhede etti
(seyretti).
Ancak kudret-i ilâhiyye
(Allah’ın kudreti)
ile zâhir olabilecek
(görülebilecek) olan bu hâriku'l-âde
(olağanüstü) hâli
görünce / Fir'avn vahdâniyyet-i ilâhiyyeyi
(Allah’ın vahdaniyetini)
kalben tasdik etti
(onayladı) ve kelime-i tevhîdi
(tevhid kelimesini)
ızhâr eyledi (açığa vurdu).
Binâenaleyh
(bundan dolayı) Fir'avn kalben tasdîk ve
lisânen (dil ile)
dahi ikrâr etmek (kabul
ettiğini söylemek) sûretiyle îmân ettiği vaki
(gerçek),
Beni İsrâîl'in (İsrailoğullarının)
geçtiği gibi, kendisinin dahi deryâda
(denizde) gark
olmayacağını
(boğulmayacağını) zannettiği cihetle,
(sebebiyle) helâke
(ölüceğini)
müteyakkın olmadı (kesin
bilemedi).
Bu ise, muhtezır olan
(can çekişen) kimsenin hâli
(durumunun) hilâfına
(zıttına) olarak,
bir îmân idi. Bunun için Fir'avn muhtezıra
(can çekişene)
mülhak (katılmış)
olmaz; zîrâ (çünkü)
[muhtezır] (can çekişme)
dünyadan alâkasını kat’ etmek
(kesmek) üzere
olduğuna kâni'dir (kanaat
etmiştir, inanmıştır).
Fir'avn'da ise bu kanâat
(görüş, tahmin) yok
idi ki, onun îmânı muhtezırın
(can çekişenin)
îmânına mülhak olsun
(katılsın). |