Füsûs-ül Hikem

351. Bölüm

Asliye Tavşanlı
 

 [KELİME-İ MÛSEVİYYE'DE   MÜNDEMİC   "HİKMET-İ

ULVİYYE"   BEYÂNINDA   OLAN   FASTIR]

     Ve onun âline gelince, onun için başka hükm vardır. Bu onun mevzi'i değildir. Ondan sonra ma'lûm olsun ki, Allah Teâlâ muhtezırînden bir kimseyi kabz etmez, illâ ki o kimse mü'min olduğu halde, ya'nî ihbârât-ı ilâhiyye onunla gelen şeye musaddık olduğu halde, kabz eder. Ve bunun için mevt-i füc'e ve katl-i gaflet mekrûh kılınır. Mevt-i füc'eye gelince, onun haddi nefes-i dâhil hurûc ede ve nefes-i hâric dühûl etmeye. / İşte bu mevt-i füc'edir. Ve bu muhtezırın gayridir. Ve katl-i gaflet dahi böyledir. Onun şuûru olmadığı-halde arkasından onun boynu vurulur. Binâenaleyh îmandan veyâ küfürden ne hâl üzere olursa onun üzerine kabz olunur. Ve bunun için (S.a.v.) Efendimiz "Ne hâl üzere ölürse onun üzerine haşr olunur" buyurdu: Nitekim olduğu hâl üzere kabz olunur. Muhtezır ise, ancak şuhûd sâhibidir. Böyle olunca o, vâkı' olan şeye sâhib-i îmandır. Şu halde ancak, olduğu hâl üzere kabz olunur. Zîrâ    كا ن     harf-i vücûdîdir. Ona ancak karâin-i ahvâl sebebiyle zamân müncer olur. Binâenaleyh mevtte, kâfir-i muhtezır beyni ile gafleten maktûl olan ve hadd-i füc'ede zikr ettiğimiz gibi füc'eten ölen kâfir, beyni fark olunur (33).

     Ya'nî Fir'avn'ın sıhhat-i îmânı (imanının doğruluğu, gerçekliği),  Kur'ân-ı Kerîm'in zâhirinden (dışından, zahir manasından) istinbât olunan (mana ve hüküm çıkararak) delâile (delillere) göre, sâbit (anlaşılmış) ise de onun âli (yakınları) ve havâssı (seçkinleri) hakkında başka hükm vardır. Zîrâ (çünkü) Kur'ân-ı Kerîm Fir'avn'ın âli (yakınları (yardımcıları) hakkında mü'min (iman etmiş, Müslüman) olduklarına şehâdet buyurmaz (şahitlik etmez). Ve onlar hakkında    وَحَاقَ بِآلِ فِرْعَوْنَ سُوءُ الْعَذَابِ النَّارُيُعْرَضُونَ عَلَيْهَا غُدُوّاً وَعَشِيّاً وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ أَدْخِلُواآلَ فِرْعَوْنَ أَشَدَّ الْعَذَابِ    (Mü’min, 40/45-46) ya'nî "Âl-i Fir'avn'ı (Firavun’un yakınında bulunan seçkinlerin) Allah Teâlâ sü'-i azâb (kötü azap) ile ihâta etti (kuşattı).  Onlar sabah ve akşam nâra (ateşe) arz olunurlar (gösterilirler). Kıyâmet kâim (mevcut) olduğu gün dahi, ey âl-i Fir'avn (Firavun’un yakın yardımcıları),  azâbın en şiddetlisine girin!" denir; âyet-i kerîmesi vârid olmuştur (gelmiştir). Fir'avn bu hükümde dâhil değildir Çünkü âhir vaktinde (son zamanda) îmân etti. Fakat onun âli (yakın yardımcıları) ve avenesi (yardakçıları) Fir'avn gibi, îmâna mübâşeret edip (girişip) "Biz Benî İsrâîl'in (İsrailoğullarının) îmân ettiği şeye ve Mûsâ ve Hârûn'un Rabb'ine îmân ettik" (A'râf; 7/121-122; Şuarâ, 26/47, 48) demediler. Belki Fir'avn'ın mazharında (görüntü yerinde (suretinde) ) rubûbiyyet-i cüz'iyye-i arazıyye (göreceli, gelip geçici cüzi rubibiyet) ile zâhir olan (görülen) Rabb-i mukayyede (kayıtlı rabba) îmân ettikleri halde fevt oldular (öldüler).Binâenaleyh (bundan dolayı) Hakk-ı mutlakın (kayıtsız Hakk’ın) hüviyyetini Fir'avn'ın mazharına (görüntü yerine (suretine) hasr (sıkıştırdıkları, onunla sınırladıkları) ve tahsîs ettikleri (ayırdıkları, mahsus kıldıkları) için küfr içinde gittiler.

Devam edecek                                                           

 

 

 
 
İzmir - 16.12.2008
asliye@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com