[KELİME-İ MÛSEVİYYE'DE MÜNDEMİC "HİKMET-İ
ULVİYYE" BEYÂNINDA OLAN FASTIR]
Ve onun âline gelince, onun için başka hükm vardır.
Bu onun mevzi'i değildir. Ondan sonra ma'lûm olsun ki,
Allah Teâlâ muhtezırînden bir kimseyi kabz etmez, illâ
ki o kimse mü'min olduğu halde, ya'nî ihbârât-ı ilâhiyye
onunla gelen şeye musaddık olduğu halde, kabz eder. Ve
bunun için mevt-i füc'e ve katl-i gaflet mekrûh kılınır.
Mevt-i füc'eye gelince, onun haddi nefes-i dâhil hurûc
ede ve nefes-i hâric dühûl etmeye. / İşte bu mevt-i
füc'edir. Ve bu muhtezırın gayridir. Ve katl-i gaflet
dahi böyledir. Onun şuûru olmadığı-halde arkasından onun
boynu vurulur. Binâenaleyh îmandan veyâ küfürden ne hâl
üzere olursa onun üzerine kabz olunur. Ve bunun için
(S.a.v.) Efendimiz "Ne hâl üzere ölürse onun üzerine
haşr olunur" buyurdu: Nitekim olduğu hâl üzere kabz
olunur. Muhtezır ise, ancak şuhûd sâhibidir. Böyle
olunca o, vâkı' olan şeye sâhib-i îmandır. Şu halde
ancak, olduğu hâl üzere kabz olunur. Zîrâ
كا ن
harf-i vücûdîdir. Ona ancak karâin-i ahvâl sebebiyle
zamân müncer olur. Binâenaleyh mevtte, kâfir-i muhtezır
beyni ile gafleten maktûl olan ve hadd-i füc'ede zikr
ettiğimiz gibi füc'eten ölen kâfir, beyni fark olunur
(33).
Ya'nî Fir'avn'ın sıhhat-i îmânı
(imanının doğruluğu,
gerçekliği), Kur'ân-ı
Kerîm'in zâhirinden
(dışından, zahir manasından)
istinbât olunan
(mana ve hüküm çıkararak) delâile
(delillere) göre,
sâbit (anlaşılmış)
ise de onun âli
(yakınları)
ve havâssı (seçkinleri)
hakkında başka hükm vardır. Zîrâ
(çünkü) Kur'ân-ı
Kerîm Fir'avn'ın âli
(yakınları (yardımcıları)
hakkında mü'min
(iman etmiş, Müslüman)
olduklarına
şehâdet
buyurmaz (şahitlik etmez).
Ve
onlar
hakkında
وَحَاقَ بِآلِ فِرْعَوْنَ سُوءُ الْعَذَابِ
النَّارُيُعْرَضُونَ عَلَيْهَا غُدُوّاً وَعَشِيّاً
وَيَوْمَ تَقُومُ السَّاعَةُ أَدْخِلُواآلَ فِرْعَوْنَ
أَشَدَّ الْعَذَابِ
(Mü’min, 40/45-46) ya'nî "Âl-i Fir'avn'ı
(Firavun’un yakınında bulunan
seçkinlerin)
Allah Teâlâ sü'-i azâb
(kötü azap)
ile ihâta etti (kuşattı).
Onlar sabah ve
akşam nâra (ateşe)
arz olunurlar
(gösterilirler).
Kıyâmet kâim
(mevcut)
olduğu gün dahi, ey âl-i Fir'avn
(Firavun’un yakın yardımcıları),
azâbın en
şiddetlisine girin!" denir; âyet-i kerîmesi vârid
olmuştur (gelmiştir).
Fir'avn bu hükümde dâhil değildir Çünkü âhir
vaktinde (son zamanda)
îmân etti. Fakat onun âli
(yakın yardımcıları)
ve avenesi
(yardakçıları) Fir'avn gibi, îmâna mübâşeret
edip (girişip)
"Biz Benî İsrâîl'in (İsrailoğullarının)
îmân ettiği şeye ve Mûsâ ve Hârûn'un Rabb'ine
îmân ettik" (A'râf; 7/121-122; Şuarâ, 26/47, 48)
demediler. Belki Fir'avn'ın mazharında
(görüntü yerinde (suretinde) )
rubûbiyyet-i cüz'iyye-i arazıyye
(göreceli, gelip geçici cüzi
rubibiyet)
ile zâhir olan (görülen)
Rabb-i mukayyede
(kayıtlı rabba) îmân ettikleri halde fevt
oldular (öldüler).Binâenaleyh
(bundan dolayı)
Hakk-ı mutlakın (kayıtsız
Hakk’ın) hüviyyetini Fir'avn'ın mazharına
(görüntü yerine (suretine)
hasr
(sıkıştırdıkları, onunla sınırladıkları) ve
tahsîs ettikleri
(ayırdıkları, mahsus kıldıkları) için küfr
içinde gittiler.
Devam
edecek |