Füsûs-ül Hikem

354. Bölüm

Asliye Tavşanlı
 

 [KELİME-İ MÛSEVİYYE'DE   MÜNDEMİC   "HİKMET-İ

ULVİYYE"   BEYÂNINDA   OLAN   FASTIR]

     Ve ateş sûretinde tecellînin ve kelâmın hikmetine gelince: Zîrâ o Mûsâ'nın hâceti idi. Binâenaleyh, ona matlûbunda tecellî etti. Tâ ki ona teveccüh ede ve ondan i'râz etmeye! Zîrâ eğer ona matlûbunun gayri olan sûrette tecellî ede idi, ondan i'râz eder idi. Çünkü onun himmeti matlûb-i has üzerine müctemi'dir. Ve eğer ondan i'râz ede idi, ameli üzerine avdet eder idi. Böyle olunca Hak, ondan i'râz / eder idi. Halbuki Mustafâ ve mukarrebdir. İmdi onun vukûfu olmadığı halde, ona onun matlûbunda tecellî etmesi onun kurbundadır (34).

     Kütüb-i tefâsirde (tefsir kitaplarında) tafsîl olunduğu (açıklandığı) üzere (gibi) Mûsâ (a.s.) Medyen (Şuayb a.s.’ın memleketi medyen) tarafına gittiği vakit, Şuayb (a.s.)ın kerîmesini (kızıyla) tezevvüc etmiş (evlenmiş) idi. Hz Şuayb'den vâlidesini (annesini) ve karındaşını (kardeşini) görmek için, izin alıp harem-i âlîsiyle (saygıdeğer eşi ile) berâber yola çıktı. Esnâ-yı seferde (yolculuk sırasında) yolu gâib (kayıp) edip "Vâdî-i Eymen" (musa a.s.’ın Tur dağında Hakk’ın tecellisine mazhar olduğu yer) denilen tarafa düştüler. Gece karanlık olmakla berâber hava da pek soğuk idi. O esnâda harem-i saâdetleri (saygıdeğer ailesi) de vaz'-ı haml ediverdi. (doğuruverdi) Birâz ateş yakmak icâb etti. Cenâb-ı Mûsâ her ne kadar çakmak ile ateş yakmak teşebbüsünde bulundu ise de bir türlü ateş tutturamadı. Bu sırada uzaktan bir ateş gördü. O ateşten tarafa gittiği vakit, beyaz ateşle muhît (çevrili, kuşatılmış) yeşil bir ağaç gördü ki, o ateşin yeşil ağaca aslâ zararı yoktu. Ve o havâlîde (çevrede) ferd-i vâhid (tek kişi) de mevcûd değil idi Mûsâ (a.s.) bu hâl-i tahayyürde (şaşkınlık halinde) iken ağaçtan    إِنِّي أَنَا اللَّهُ    (Kasas. 28/30) hitâbı (ses) geldi.

     Cenâb-ı Şeyh-i Ekber (r.a.) efendimiz Allah Teâlâ hazretlerinin Hz. Mûsâ'ya böyle ateş sûretinde (şeklinde) tecellî buyurarak (görünerek) tekellüm etmesinin (konuşmasının) hikmetini (sebebini) beyânen (açıklayarak) buyururlar ki: Ateş cenâb-ı Mûsâ'nın muhtâc olduğu bir şey bulunduğu için Allah Teâlâ hazretleri ona matlûbunda (aradığı, istediği şeyde) tecellî etti (göründü) ve bu tecellîyi de ona teveccüh etmesi (yönelmesi) ve ondan i'râz etmemesi (yüz çevirmemesi, kaçınmaması) için yaptı. Zîrâ (çünkü) cenâb-ı Mûsâ'ya, o sırada matlûbu (aradığı, istediği şey) olan ateş sûretinden (şeklinden) gayri (başka) bir sûrette (şekilde) tecellî ede (görünse) idi, Mûsâ (a.s.) himmetini (gayretini) ateş aramak gibi bir matlûb-i hâs (bilhassa aradığı şey) üzerine cem' ettiği (topladığı) için, matlûbunun (istediğinden) gayri (başka) olan sûretdeki (şekildeki) tecellîye (görüntüye) iltifât etmez (yüzünü çevirip bakmaz) idi. Ve der idi ki: “Bana şimdi ateşin şiddet-i lûzûmu (çok fazla luzumu) vardır. Hele ben ihtiyâcım olan ateşi / tedârik edeyim de, ba'dehû (daha sonra) vâkı' olan (oluşan) şu hâl-i acîbin (acaip halin) tahkîkına (araştırmasına) mübâşeret edeyim (girişeyim).”   Binâenaleyh (bundan dolayı) o tecellîden i'râz edip (yüz çevirip) ateş talebinden (isteğinden) ibâret olan kendi işine avdet eder (döner) idi. İmdi (şu halde) o Hak'tan yüz çevirmiş olur idi ve o Hak'tan yüz çevirince Hak dahi ondan i'râz eder (yüz çevirir) idi. Nitekim (S.a.v.) Efendimiz hadis-i şerîflerinde buyururlar    من اقبل على الله بكليته اقبل الله عليه بكليته ومن اعرض عن الله بكليته اعرض الله عنه بكليته    ya'nî "Kim ki külliyyetle (tamamen) Allah Teâlâ'ya teveccüh ederse (yönelirse), Allah Teâlâ dahi ona külliyyetle (tam olarak) teveccûh eder (yönelir). Ve kim ki külliyyetle (tamamen) Allah Teâlâ'dan i'râz ederse (yüz çevirirse) Allah Teâlâ dahi külliyyetle (tamamen) ondan i'râz eder (yüz çevirir)." Halbuki Mûsâ (a.s.) Hakk'ın bir güzîdesi (beğendiği, seçtiği) ve mukarrebidir (yakınıdır). Şu halde Mûsâ (a.s.) vukûfu (bilmediği, haberi) olmadığı halde Allahü Zü'l-Celâl hazretlerinin ona matlûb-i hâssı (asıl arzusu) bulunan ateş sûretinde (şeklinde) tecellî buyurması (görünmesi), cenâb-ı Mûsâ'nın Hak Teâlâ'ya kurbundan (yakınlığından) nâşîdir (dolayıdır).

     İmdi (şu halde) Hakîm-i Zü'l-Celâl hazretlerinin (Hakk’ın) bu yolda vâkı' olan (gerçekleşen) tecellîsi ayn-i hikmettir. (hikmetin kendidir) Ve bu tecellîden muâmelât-ı dünyeviyye (dünyaya dönük işler ile uğraşan) erbâbının (kişilerin) ibret alması lâzımdır.

 

 

 
 
İzmir - 07.01.2009
asliye@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com