[KELİME-İ MÛSEVİYYE'DE MÜNDEMİC "HİKMET-İ
ULVİYYE" BEYÂNINDA OLAN FASTIR]
Ve ateş sûretinde tecellînin ve kelâmın hikmetine
gelince: Zîrâ o Mûsâ'nın hâceti idi. Binâenaleyh, ona
matlûbunda tecellî etti. Tâ ki ona teveccüh ede ve ondan
i'râz etmeye! Zîrâ eğer ona matlûbunun gayri olan
sûrette tecellî ede idi, ondan i'râz eder idi. Çünkü
onun himmeti matlûb-i has üzerine müctemi'dir. Ve eğer
ondan i'râz ede idi, ameli üzerine avdet eder idi. Böyle
olunca Hak, ondan i'râz / eder idi. Halbuki Mustafâ ve
mukarrebdir. İmdi onun vukûfu olmadığı halde, ona onun
matlûbunda tecellî etmesi onun kurbundadır (34).
Kütüb-i tefâsirde
(tefsir kitaplarında) tafsîl olunduğu
(açıklandığı) üzere
(gibi) Mûsâ
(a.s.) Medyen (Şuayb
a.s.’ın memleketi medyen)
tarafına gittiği vakit, Şuayb (a.s.)ın kerîmesini
(kızıyla) tezevvüc
etmiş (evlenmiş)
idi. Hz Şuayb'den vâlidesini
(annesini) ve
karındaşını (kardeşini)
görmek için, izin alıp harem-i âlîsiyle
(saygıdeğer eşi ile)
berâber yola çıktı. Esnâ-yı seferde
(yolculuk sırasında)
yolu gâib (kayıp)
edip "Vâdî-i Eymen" (musa
a.s.’ın Tur dağında Hakk’ın tecellisine mazhar olduğu
yer) denilen tarafa düştüler. Gece karanlık
olmakla berâber hava da pek soğuk idi. O esnâda harem-i
saâdetleri (saygıdeğer
ailesi) de vaz'-ı haml ediverdi.
(doğuruverdi) Birâz
ateş yakmak icâb etti. Cenâb-ı Mûsâ her ne kadar çakmak
ile ateş yakmak teşebbüsünde bulundu ise de bir türlü
ateş tutturamadı. Bu sırada uzaktan bir ateş gördü. O
ateşten tarafa gittiği vakit, beyaz ateşle muhît
(çevrili, kuşatılmış)
yeşil bir ağaç gördü ki, o ateşin yeşil ağaca aslâ
zararı yoktu. Ve o havâlîde
(çevrede) ferd-i vâhid
(tek kişi) de mevcûd
değil idi Mûsâ (a.s.) bu hâl-i tahayyürde
(şaşkınlık halinde)
iken ağaçtan
إِنِّي أَنَا اللَّهُ
(Kasas. 28/30) hitâbı (ses)
geldi.
Cenâb-ı Şeyh-i Ekber (r.a.) efendimiz Allah Teâlâ
hazretlerinin Hz. Mûsâ'ya böyle ateş sûretinde
(şeklinde) tecellî
buyurarak (görünerek)
tekellüm etmesinin
(konuşmasının) hikmetini
(sebebini) beyânen
(açıklayarak)
buyururlar ki: Ateş cenâb-ı Mûsâ'nın muhtâc olduğu bir
şey bulunduğu için Allah Teâlâ hazretleri ona matlûbunda
(aradığı, istediği şeyde)
tecellî etti
(göründü) ve bu tecellîyi de ona teveccüh
etmesi (yönelmesi)
ve ondan i'râz etmemesi
(yüz çevirmemesi, kaçınmaması) için yaptı.
Zîrâ (çünkü)
cenâb-ı Mûsâ'ya, o sırada matlûbu
(aradığı, istediği şey)
olan ateş sûretinden
(şeklinden) gayri
(başka) bir sûrette
(şekilde) tecellî
ede (görünse)
idi, Mûsâ (a.s.) himmetini
(gayretini) ateş aramak gibi bir matlûb-i hâs
(bilhassa aradığı şey)
üzerine cem' ettiği
(topladığı) için,
matlûbunun (istediğinden)
gayri (başka)
olan sûretdeki
(şekildeki) tecellîye
(görüntüye) iltifât
etmez (yüzünü çevirip
bakmaz) idi. Ve der idi ki: “Bana şimdi
ateşin şiddet-i lûzûmu (çok
fazla luzumu) vardır. Hele ben ihtiyâcım olan
ateşi / tedârik edeyim de, ba'dehû
(daha sonra) vâkı'
olan (oluşan) şu
hâl-i acîbin (acaip halin)
tahkîkına
(araştırmasına) mübâşeret edeyim
(girişeyim).”
Binâenaleyh
(bundan dolayı) o
tecellîden i'râz edip (yüz
çevirip) ateş talebinden
(isteğinden) ibâret
olan kendi işine avdet eder
(döner) idi. İmdi
(şu halde) o Hak'tan
yüz çevirmiş olur idi ve o Hak'tan yüz çevirince Hak
dahi ondan i'râz eder (yüz
çevirir) idi. Nitekim (S.a.v.) Efendimiz
hadis-i şerîflerinde buyururlar
من اقبل على الله بكليته اقبل الله عليه بكليته ومن اعرض
عن الله بكليته اعرض الله عنه بكليته
ya'nî "Kim ki külliyyetle
(tamamen) Allah Teâlâ'ya teveccüh ederse
(yönelirse),
Allah Teâlâ dahi ona külliyyetle
(tam olarak)
teveccûh eder (yönelir).
Ve kim ki külliyyetle
(tamamen) Allah
Teâlâ'dan i'râz ederse (yüz
çevirirse) Allah Teâlâ dahi külliyyetle
(tamamen) ondan
i'râz eder (yüz çevirir)."
Halbuki Mûsâ (a.s.) Hakk'ın bir güzîdesi
(beğendiği, seçtiği)
ve mukarrebidir
(yakınıdır).
Şu halde Mûsâ (a.s.) vukûfu
(bilmediği, haberi)
olmadığı halde Allahü Zü'l-Celâl hazretlerinin ona
matlûb-i hâssı (asıl arzusu)
bulunan ateş sûretinde
(şeklinde) tecellî
buyurması (görünmesi),
cenâb-ı Mûsâ'nın Hak Teâlâ'ya kurbundan
(yakınlığından)
nâşîdir (dolayıdır).
İmdi (şu halde)
Hakîm-i Zü'l-Celâl hazretlerinin
(Hakk’ın) bu yolda
vâkı' olan (gerçekleşen)
tecellîsi ayn-i hikmettir.
(hikmetin kendidir)
Ve bu tecellîden muâmelât-ı dünyeviyye
(dünyaya dönük işler ile
uğraşan) erbâbının
(kişilerin) ibret
alması lâzımdır. |