KELİME-İ
MÛSEVİYYE’DE MÜNDEMİC OLAN "HİKMETTİR
[2.Şerh]
"Hikmet-i ulviyye"nin
(“yüksek” “yüce” ile alakalı hikmet)
Kelime-i Mûseviyye'ye
(Musa kelimesine)
tahsîsindeki
(ayrılmasındaki, mahsus kılınmasındaki)
vech
(hakikat)
budur ki: Mûsâ (a.s.)’ın resûllerin çoğu üzerine rüchânı
(üstün oluşu)
ve ulüvv-i mertebesi
(mertebesinin yüksek oluşu)
dört sûretledir
(şekildedir):
1. Melek vâsıtası olmaksızın Allah Teâlâ
hâzretlerinden ahz eyledi
(aldı)
ve O'nunla tekellüm etti
(konuştu).
2. Hadis-i sahîhde vârid
(olmuş)
olduğu üzere
(gibi)
Hak Teâlâ Tevrât'ı yed-i kudreti
(kuddret eli)
ile yazdı. Nitekim buyrulur:
انه تعالى كتب له التوراة بيده و غرس شجرة الطوبى بيده
وخلق
جنة عدن بيده وخلق آدم بيديه
Ya'ni "Hak Teâlâ cenâb-ı Mûsâya Tevrât'ı
yediyle
(eliyle)
yazdı. Ve şecere-i Tûbâ'yı
(Tuba ağacını)
eliyle gars etti
(dikti).
Ve cennet-i Adn'i
(adn cennetini)
yediyle
(eliyle)
halk eyledi
(yarattı).
Ve Âdem'i iki yedi
(eli)
ile yarattı."
3. Hâtem-i enbiyâ
(son nebi)
(s.a.v.) Efendimiz'e muhtass
(ait)
olan makâm-ı cem'iyyete
(topluluk makamına)
kurbiyyetidir
(yakınlığıdır)
ki, Hak Teâlâ bu kurbiyyete
(yakınlığa)
işâreten
(işaret ederek)
beyan buyurur
(bildirirler)
:
وَكَتَبْنَا لَهُ فِي الأَلْوَاحِ مِن كُلِّ شَيْءٍ
مَّوْعِظَةً وَتَفْصِيلاً لِّكُلِّ شَيْءٍ
(A'râf, 7/145) Nitekim Kur'ân-ı Kerîm'de
وَلاَ رَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍ إِلاَّ فِي كِتَابٍ مُّبِينٍ
(En'âm, 6/59) âyet-i kerîmesiyle bu makâm-ı cem'iyyetin
(cem’iyet (topluluk) makamının)
kemâline
(tamlığına, mükemmelliğine)
işâret buyrulmuştur:
4. Hadîs-i şerîfte Mûsâ (a.s.)’ın kesret-i ümmet
(ümmetinin çokluğu)
ile enbiyâ
(nebiler)
(a.s) arasında imtiyâzı
(ayrıcalıklığı)
beyân buyrulmuştur
(bildirilmiştir).
İşte
bu vücûhe
(sebeplere)
binâen
(dayanarak),
Kur'ân-ı Kerîm'de Mûsâ (a.s.)’a hitâben
(seslenerek)
لَا تَخَفْ إِنَّكَ أَنتَ الْأَعْلَى
(Tâhâ, 20/68) ya'nî "Korkma, muhakkak sen a'lâsın"
(yücesin)
buyrulmuştur.
Cenâb-ı Mûsâ'nın kelime-i vücûdunda
(kelime olan varlığında)
"hikmet-i ulviyye"
(yücelik hikmetini)
mündemic
bulunması
(içermesi)
iktizâsındandır
(gereğindendir)
ki, âtide
(aşağıda)
îzâh edileceği
(anlatılalacağı)
vech
(yönü)
ile, sâir
(diğer)
enbiyâ
(nebiler)
(a.s.)’ın zuhûrunda
(açığa çıkmasında)
vâkı'
(mevcut)
olmayan bir hal
(durum)
vâkı'
(gerçekleşmiş)
olup, etfâl-i Benî İsrâîl,
(İsrail oğullarının çocukları)
Mûsâ (a.s.) için katl olundular
(öldürüldüler).
Ve onların ervâh-ı cüz'iyyeleri
(cüz ruhlarının)
mecmû'u,
(hepsi)
rûh-i küllî-i müsevîde
(Musevi tümel ruhta)
ictimâ' ile
(toplanarak)
/ onu takviye ettiler
(kuvvetlendirdiler).
Binâenaleyh
(bundan dolayı)
cenâb-ı Şeyh (r.a.) bu fass-ı münîfe
(kıymetli eserde)
katl-i etfâlin
(çocukların öldürülme)
hikmetini
(sebebini)
beyân ile
(açıklayarak)
şurû' buyurdu
(başladı)
:
Mûsâ eclinden katl-i ebnânın hikmeti, onun
eclinden her bir katlolunanın hayâtı, imdâd ile ona âit
olmak içindir. Zîrâ muhakkak Mûsâ olmak üzere katl
olundu. Halbuki cehil vâkı’ değildir. Binâenaleyh onun
hayâtı, yâ'nî onun eclînden maktûl olanın hayâtı,
Mûsâ'ya âit olmak lâ-büddür. Ve o, ağrâz-ı nefsiyyenin
tednîs etmediği fıtrat üzere olan hayât-ı zâhiredir;
belki o fıtrat üzeredir (1).
Bu hikmetin tavzîhi
(aydınlatılması)
için bir mukaddime
(ön söz, giriş)
lazımdır:
Vücûd-i hakîkî-i Hak
(gerçek varlık sahibi Hak),
"ahadiyyet", "vahdet", "vâhidiyyet" mertebelerinde
vitriyyet
(teklik)
üzere olup, libâs-ı gayriyyetle
(başkalık, elbisesiyle)
mertebe-i rûhiyyete
(ruhlar mertebesine)
tenezzülünde
(indiğinde)
şef’iyyetle
(çift olmaklıkla)
muttasıftır
(vasıflanmıştır).
Ve bu şef’iyyet
(çift oluş)
küllü'l-kül
(külün külü, bütünün bütünü)
olan rûh-i Muhammedî
(Muhammedi ruh)
ile zâhirdir
(açığa çıkmıştır).
Binâenaleyh
(bundan dolayı)
bu şef’iyyet
(çift olmaklık)
ve isneyniyyet
(ikilik)
bir emr
(iş, husus)
ve bir şe'n-i ilâhiden
(ilahi işlerden)
ibârettir. Onun. için Kur'ân-ı Kerim'de
وَيَسْأَلُونَكَ عَنِ الرُّوحِ قُلِ الرُّوحُ مِنْ أَمْرِ
رَبِّي
(İsrâ, 17/85) yâ'nî "Sana ruhdan suâl ediyorlar.
(soru soruyorlar)
Rabbimin emri ve şe'nidir, diye cevap ver!" buyrulur.
Ba'dehû
(daha sonra)
küllü'l-kül
(külün külü)
olan bu rûh-i Muhammedîde
(Muhammedi ruhta)
bilcümle
(bütün)
enbiyâ
(nebiler)
ile evliyâ
(veliler)
hazarâtının
(hazretlerinin)
ervâh-ı külliyyeleri
(tümel ruhları)
müteayyin olmuş
(meydana çıkmış)
ve onlardan her birine tâbi'
(bağlı)
olan
ümemin
(ümmetlerin)
ervâh-ı cüz'iyyeleri
(cüz ruhları)
henüz müteayyin olmayıp
(açığa çıkmayıp)
kuvvede
(batında güç olarak)
kalmıştır. Bu hakîkate binâen
(dayanarak)
hükemâ
(alimler)
nüfûs-i külliyyenin
(küll nefislerin)
kable'l-ecsâm
(cisimlerden önce)
ve nüfûs-i cüz'iyyenin
(cüz nefislerin)
ba'de'l-ecsâm
(cisimlerden sonra)
husûlüne
(oluştuğunu)
kâil olmuşlar
(söylemişler)
ve imâm-i Gazzâlî hazretleri dahi aynı mütâlaada
(kanaatte)
bulunmuştur.
Sadreddin-i Konevî hazretleri dahi şeyh-i Ekber (r.
a.) hazretlerinden naklen bu hakîkati beyan buyurmuşlar
(anlatmışlar).
/ Nitekim Mevlânâ Câmî Kasîde-i Hamriyye'nin:
سكرنا بها من قبل ان يخلق الكرم
شربنا على ذكر الحبيب مدامة
beytine yazdığı şerhde
(yorumda)
bu bâbda
(konuda)
ba'zı îzâhât
(açıklamalar)
i'tâ eylemiştir
(vermiştir).
Ve
cenâb-ı Mevlânâ (r.a.) dahi âtîdeki
(aşağıdaki)
ebyâtta
(beyitlerinde)
rûh-i küllîlerinin
(küll ruhlarının)
cesedlerinden
(madde bedenlerinden)
mukaddem
(önce)
taayyününe
(meydana geldiğine)
işâreten
(işaret ederek)
buyururlar:
ازشراب لا يزالي جانما مخموربود
پيش از ان كاندر جهان باغ ومي وانگور بود
پيش ازان كين دار وكيرونكتئ منور بود
ما ببغداد جهان جان انا الحق مى زنيم
در خرابات حقايق عيش ما معمور بود
پيش ازان كين نغس كل در آب و گل معمار شد
Tercüme: "Cihanda bağ ve mey
(şarap)
ve üzümün vücûdundan mukaddem,
(önce)
cânımız şarâb-ı lâ-yezâlîden
(sonsuz olana ait şaraptan)
mahmûr
(sarhoş)
idi. Biz âlem-i cân
(can âleminin)
Bağdâd'ında "Ene'l-Hak"
(ben Hakk’ım)
na'rası vurur
(haykırışında)
idik. Mansûr'un dâr ü gîr
(kavgası)
ve nüktesi mevcûd olmadan mukaddem
(önce)
nefs-i kül
(küll nefis),
su ve çamurda mi'mâr
(mimar)
olmazdan mukaddem
(önce),
hakâyık
(hakikatler)
meyhânesinde bizim ıyşimiz
(yaşantımız)
ma'mûr
idi."
Devam Edecek |