KELİME-İ
MÛSEVİYYE’DE MÜNDEMİC OLAN "HİKMETTİR
[2.Şerh]
Âlemden Allah Teâlâ'yı hamd ile tesbîh etmeyen bir
şey ve bir mevcûd olmadığı gibi, yine o âlemden insana
müsahhar olmayan (itaat
etmeyen boyun
eğmeyen)
bir şey ve bir mevcûd yoktur. Çünkü sûretinin
hakîkati onu iktizâ eder
(gerektirir).
Ma'lûm (bilinmiş)
olsun ki, âlemde
(evrende) mevcûd olan her bir şey esmâ-i
ilâhiyyeden (ilahi
isimlerden) birinin mazharıdır
(görüntü yeridir) ve
herhangi bir isim alınsa, o isimde cemi'-i esmâ
(bütün isimler)
mündemicdir (bulunur).
Meselâ Semî' ve Basîr ve Kâdir ve Mürîd olmak
içirı Hayy olmak lâzımdır. Ve kezâ
(aynı şekilde) Hayy
olunca Semî' ve Basîr ve Kâdir ve Mürîd olmak iktizâ
eder (gerekir).
İşte bu sebeble herhangi bir ismin mazharı
(görüntü yeri) olan
bir şey'-i mevcûdda (mevcut
olmuş şeyde) hayât vardır. Fakat her bir
şeyin sûret-i müteayyinesi
(açığa çıkmış sureti) bu esmânın
(isimlerin)
kâffesinin (hepsinin)
zuhûr-i ahkâmına
(hükümlerinin açığa çıkmasına) müsâid
değildir. Binâenaleyh
(bundan dolayı) cemâdda
(taş, maden gibi cansız
dediğimiz varlıklarda) "hayât" bâtındır
(gizlidir, açığa çıkmamıştır)
ve nebâtta
(bitkilerde) mahsüstür
(hissedilir) ve
hayvanda zâhirdir
(aşikârdır) ;
insanda ise azhardır
(apaçıktır).
İmdi (buna göre)
insandaki sûret-i kemâliyye
(mükemmelliğe ulaşmış sureti)
bilcümle (bütün)
esmâ (isimler)
ahkâmını
(hükümlerini) ızhâr ettiği
(açığa çıkarttığı)
için, âlemden insanın taht-ı teshîrinde
(teshiri altında)
olmayan bir şey yoktur. Bu teshîr keyfiyyeti
(hususu) kısmen
insân-ı kâmilde bile meşhûd olup
(görülüp) muhtâc-ı
îzâh değildir (açıklamaya
gerek yoktur).
Böyle olunca Hak Teâlâ hazretleri Kur'ân-ı
Kerîm'inde "Allah Teâlâ, göklerde ve yerlerde olan şeyin
kâffesini (hepsini)
size müsahhar (itaat
eden, boyun eğen) kıldı" (Câsiye, 45/13)
buyurdu.
Suâl: Arzda
(yeryüzünde) olan insanın tasarrufu ma'lûmdur.
Zîrâ (çünkü)
insanlar buhar ve elektrik kuvvetlerini keşf ile /
(bularak) tayyâreler
ile havada ve tahtel-bahirler
(denizaltılar) ile
deryâların (denizlerin)
ka'rında
(derinliklerinde) gezmektedir. Göklerdeki
tasarrufu ne sûretle
(şekilde) olur?
Cevap: Evvelen
(ilk önce) insandan maksûd
(kasdolunan) insân-ı
kâmildir (tam, noksansız
insandır),
insân-ı nâkıs (noksan
insan) değildir. Kur'ân-ı Kerîm'de cem'-i
muhâtab (ikinci çoğul şahıs
(siz) ) zamîriyle hitâben
(seslenerek) "lekûm"
(Sizin için) buyrulması her ne kadar sûret-i umûmiyyede
(genel olarak)
insanlara şâmil (insanları
kapsar, içine alır) ise de, bu teshîr-i kâmil
(tam teshir)
keyfiyeti (hususiyeti)
insân-ı kâmilde
(noksansız, mükemmel insanda) fiilen
(fiil olarak) ve
insân-ı nâkısta (noksan
insanda) bi'l-kuvve
(kuvve olarak (potansiyel güc
olarak) mevcûddur. Zîrâ
(çünkü) insân-ı
nâkısta (noksan insanda)
cemî'-i esmâ
(bütün isimler) ahkâmı
(hükümleri) flilen
(fiil olarak)
zâhir değildir (açığa
çıkmamıştır),
kuvvededir
(batındadır (potansiyel güç, kuvve olarak kalmıştır).
İnsan-ı kâmil ise, arzda
(yeryüzünde)
tasarruf ettiği gibi, semâvâtta da
(göklerde de)
tasarruf edebilir. Nitekim âyet-i kerîmede buyrulur.
يَا مَعْشَرَ الْجِنِّ وَالْإِنسِ إِنِ اسْتَطَعْتُمْ
أَن تَنفُذُوا مِنْ أَقْطَارِ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ
فَانفُذُوا لَا تَنفُذُونَ
إِلَّا بِسُلْطَانٍ
(Rahmân, 55/33) ya'nî "Ey cin ve ins
(insan) tâifesi
(topluluğu)!
Eğer aktâr-ı semâvât ve arzdan
(yer ve gökler tarafına)
nüfûza (geçmeye)
istitâatınız (gücünüz)
varsa nüfûz ediniz
(geçiniz) bakalım!
Hayır, nüfûz edemezsiniz
(geçemezsiniz),
ancak sultân ile ya'nî kuvve-i ilâhiyye
(ilahi güç) ile
nüfûz edebilirsiniz
(geçebilirsiniz)."
Bu şerhin
(açıklamanın) Mukaddime'sinde
(başında) âlem-i
şehâdet (görünen, şahit
olunan alem) bahsinde âlem-i Simsime
(tarife ve açıklamaya sığmayan
alem) hakkındaki izâhât,
burada fazla tafsîlât
(ayrıntı, detay)
i'tâsına (vermeye)
hâcet (ihtiyaç)
bırakmaz.
Eğer insân-ı nâkıs
(noksan insan) emr-i ilâhi
(ilahi emir)
dâiresinde kendi vücûdunda medfûn
(gömülü) olan
hazîneyi çıkarıp kâmil olursa,
(tamlığa, mükemmelliğe
erişirse) bu teshîr-i kâmilden
(tam teshirden)
nasîbedâr (pay alır,
hissedar) olur.
Velhâsıl Âlemde
(evrende) olan şeyin hepsi insanın taht-ı
teshîrindedir (teshiri
altındadır).
Bunu kendi vücûdunda
(varlığında) zevkan
(zevk alarak) ve
hâlen (hal olarak)
bilen ve idrâk eden insân-ı kâmildir. Ve bunu zevkan
(zevk alarak) ve
hâlen (bizzat yaşayarak)
bilmeyen ve idrâk etmeyen ve kendi kıymetini
takdîr edemeyip,
inkâr-ı hakâyık (hakikâtleri
inkâr) ile kendisini hayvâniyyet
(hayvanlık) sâhasına
salıvererek huzûzât-ı nefsâniyyesine
(nefsinin zevklerine)
meclûb (düşkün)
olan insân-ı hayvandır
(hayvansı insandır).
Beyt:
چه كنم قدر خود نميداني
تو بقيمت وراى دو جهاني
Tercüme: "Sen kıymetçe iki cihânın verâsındasın (mahlukusun).
Ne yapayım ki kendi kadrini
(kıymetini, dereceni) bilmiyorsun."
Devam Edecek |