Füsûs-ül Hikem

368. Bölüm

Asliye Tavşanlı
 

KELİME-İ MÛSEVİYYE’DE MÜNDEMİC OLAN "HİKMETTİR

[2.Şerh]

     İkinci hayat, mevt-i tefrikadan (ayrılık ölümünden, ayrılığın son bulmasından) hayât-ı cem'dir (cemde hayattır, diriliştir). Ve "hayât-ı cem’” den (cemin hayatından) murâd hayât-ı kalbiyyedir (kalbin hayat bulmasıdır). Onunla himem (gayretler, yüksek iradeler) ve havâtır (fikirler, düşünceler) cem' olunur (toplanır). Ya'nî hayât-ı kalbdir (kalbin hayatıdır) ki, sülûkte (Hak yolunda ilerlemede) Allah Teâlâ'ya olan teveccüh (yöneliş) ve sıhhat-i kasd (sağlıklı niyet) husûsunda himmeti (gayreti, yüksek iradeyi) cem' eder (toplar). Ve cem'a "hayat" tesmiye olunmasının (denilmesinin) sebebi budur ki, hayât-ı ebediyyeye (ebedi hayata) müeddî (sebep) olur; belki o hayât-ı ebediyyenin (ebedi hayatın) aynıdır. Zîrâ (çünkü) / o, âlem-i kudste (kutsal âlemde) hayât-ı rûhâniyyedir. (ruhani hayattır) Ve mevt-i tefrika (tefrikadan  ölmek) dârü'l bevârda (ölü evinde) meyyit (ölü) olan nefislere bâğlı bulunan sebeplere havâtırın (düşüncelerin, fikirlerin) tevzî'idir (dağıtılmasıdır). Ya'nî hâne-i helâk (yok olma yeri) olan dünyâda mahkûm-i mevt (ölüm mahkumu) bulunan nefislere bağlı esbâb-ı maîşete (yaşam gereği olan sebeplere) havâtırın (düşüncelerin) tevzî' edilmesidir (dağıtılmasıdır) ki fânîye (ölümlüye) muallak (bağlı) olan bu havâtır (düşünceler) dahi serâb gibi mahkûm-i fenâdır (ölüme, yok olmaya mahkumdur). Ve bu sûretle (şekilde) tevzî' ve ta'lîk-ı havâtır (kalbe doğan şeylerin, düşüncelerin dağıtılması ve askıya alınması), asıl olan ve bâki (ebedi) bulunan vücûd-i hakîkîden (hakiki varlıktan) ayrılığı mûcib olduğundan (icap ettiğinden) mevt-i tefrikadır (ayrılıktan ölümdür).

     Üçüncü hayat, hayât-ı vücûddur (vücudun hayatıdır).  O da Hak ile hayâttır. Zîrâ (çünkü) abd (kul) fenâ (ölüm) ile muzmahildir (yok olmuştur) ve O'nun vücûdu (varlığı) ile bâkîdir (devamlılık içindedir) ve O'nun hayâtıyle hayydir (canlıdır).

     İmdi (şu halde) bu beyândan (anlatılanlardan) müstebân (anlaşılmış) oldu ki, ilim ile hayy (diri) olup birinci hayâta nâil olmadıkça (ulaşmadıkça) ikinci ve üçüncü mertebedeki hayatlara vusûl (ulaşmak) mümkün değildir. Ve birinciden diğer hayatlara vusûl (varmak) hareket iledir ve bu harekete sebeb ilimdir ve ilmin nihayeti (sonu) "hayret"tir. Binâenaleyh (bundan dolayı) mevt-i cehilden (cahillikten ölen) ilim ile hayy (diri) olan hayrete düşer. Ve hayret çırpınmaktır ve hareket etmektir. Ve nerede hareket varsa orada hayat vardır. Binâenaleyh  (bundan dolayı) ilim ile hayy (diri) olan kimse için ne sükûn (durgunluk) vardır ve ne de sükûna (durgunluğa) sebeb olan mevt (ölüm) vardır; belki onun için vücûd-i Hak'la (Hakk’ın varlığıyla) bakâ (devamlılık) vardır. Binâenaleyh (bundan dolayı) adem (yok) yoktur. Fakat câhil için sükûn (durgunluk) ve sükûna (durgunluğa) sebeb olan mevt (ölüm) vardır. Bu hal (oluş) ilm-i zâhirî de (zahir ilminde) bile nümâyandır (meydandadır, aşikârdır). Nitekim ilm-i zâhirî (zahir ilmi) ile mümtâz (imtiyazlı, üstün) olan bir kavimde (ulusta, millette) hareket ve fa'âliyet (etkinlik) çoktur ve akvâm-ı sâire (diğer milletler) arasında mevcûdiyyetlerini (varlıklarını) ızhâr ederler (gösterirler).  Fakat kavm-i câhil (bilgisiz, cahil milletler) hâl-i sükûnda (durgun, sakin bir halde) ve meyyit (ölü) hâlindedir ve mevcûdiyyetlerini (varlıklarını) akvâm-ı sâire (diğer kavimler) muvâcehesinde (karşısında) ızhâr edemezler (gösteremezler). /

     Arzın hayâtı olan suda dahi böyledir. Onun hareketi    الْمَاء اهْتَزَّتْ    (Hac. 22/5) "İhtizâz etti" kavlidir ve onun hamli    وَرَبَت    "Şişti" kavlidir ve vilâdeti    وَأَنبَتَتْ مِن كُلِّ زَوْجٍ بَهِيجٍ    (Hac, 22/5) "Ve her bir zeve-i behîci inbât eyledi" kavlidir ki o, ancak kendi müşâbihini, ya'nî misl-i tabîîsini doğurdu demektir. Binâenaleyh kendisinden zâhir ve mütevellid olan şeyle onun için şef’iyyetten ibâret olan zevciyyet hâsıl oldu (5).

     Ya'nî ilim, hayat ve hareketi iktizâ ettiği (gerektirdiği) gibi, âlem-i sûrette (suret âleminde) ilme tekâbül eden (karşılık olan) su dahi böylece hayat ve hareketi iktizâ eder (gerektirir). Nitekim, Hak Teâlâ hazretleri    وَجَعَلْنَ ا مِنَ الْمَاء كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّ    (Enbiyâ, 21/30) ya'nî “Biz her şeyin hayâtını sudan yaptık” buyurur. Ve suyun hayât-ı arza (toprağın canlanmasına) bâdî (sebeb) olduğu muhtâc-ı izâh değildir (açıklamaya lüzum yoktur). Ve su ile hayy (canlı) olan arzın (toprağın) hareketine delil (kanıt) Hak Teâlâ'nın    فَاهْتَزًتْ    ya'nî "Arz ihtizâz etti" (titredi, oynadı) kavlidir (sözleridir) ve ihtizâz (titremek, kımıldamak) harekettir. Ve arzın (toprağın) hâmile olmasına delil, (kanıt) Hak Teâlânın    وَرَبَتْ    (Hac, 22/5) ya'nî "Arz şişti" kavlidir. (sözleridir) Zîrâ (çünkü) bir şeyin şişmesine sebeb, zâid (fazladan, ek) bir şeyi hâmil olmasıdır (yüklenmesidir, taşımasıdır). Ve onun doğurmasına delil (kanıt)    مِن كُلِّ زَوْجٍ بَهِيجٍ    (Hac, 22/5) kavlidir (sözleridir).  Ya'nî "Kendisine müşâbih bulunan (benzeyen) ve kendisi gibi tabîî olan şeyi doğurdu" demektir. Binâenaleyh (bundan dolayı) vücûd-i arz (toprağın vücudu) vitr (tek) iken kendisinden zâhir (açığa çıkan) ve mütevellid olan (doğan) kendisine müşâbih (benzer) ve misl-i tabîîsi (doğal benzeri) olan şeyle, o arz (toprak) için şef’iyyetten (ikilikten) ibâret olan zevciyyet (eşlik) tekevvün etti (oluştu).  Nitekim bir şahsın vücûdu vitr (tek) iken kendi vücûdunda mütekevvin (mevcut olan) ve hâmil-i hayât (hayatı yüklenmiş) olan su, ya'ni nutfe (sperm), rahm-i nisâyâ (kadının rahmine) münsabb oldukda (döküldüğünde), vücûd-i nisâdan (kadının vücudundan) kendi müşâbihi (benzeri) ve misl-i tabîîsi (tabii, doğal benzeri) tekevvün eder (meydana gelir).Ve onun vücûd-i vitri (tek vücudu) muvâcehesinde (karşısında) şef’iyyetten (ikilikten) ibâret olan zevciyyet (eşlik) ve çiftlik husûle gelir (oluşur). İmdi (buna göre) bu husûle gelen (meydana çıkan, oluşan) şef’iyyet (ikilik), gerek arzın (yerin) ve gerek şahsın vücûdlarından gayri (başka) bir şey değildir. /

Devam Edecek

 

 

 
 
İzmir - 15.04.2009
asliye@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com