Füsûs-ül Hikem

374. Bölüm

Asliye Tavşanlı
 

KELİME-İ MÛSEVİYYE’DE MÜNDEMİC OLAN "HİKMETTİR

[2.Şerh]

Cenâb-ı Şeyh (r.a.)’ın burada şerâyi'den (şeriatlerden) bahis buyurması (konu açması), şerâyi'-i enbiyânın (nebilerin şeriatleri) dahi Mûsâ (a.s.)’ın vâlidesinin sütünden gayrîlerinin (başkalarının) sütünü emmemesine nazîr (benzer) olmasındandır. Zîrâ (çünkü) âlem-i sûretteki (suret alemindeki) "süt"ün âlem-i ma'nâdaki (mana alemindeki) misâli (benzeri) "ilm"dir. Ve her ümmet kendi peygamberinin ilm-i şerîatini (şeriat ilmini) ahze (almaya) müstaid (istidatlı) olup diğerlerinin şerîatiyle amel edemez. Bu hal fitrî (tabii, yaratılışı ile alakalı) ve cibillîdir (yaratılışta olandır). Meselâ zamân-ı Îsevide (İsa a.s.’ın zamanında) gelen nâs (insanlar),  şeriat-i Îseviyyeye (İsa a.s.’ın şeriatine) tahammül (katlanacak, dayanacak) isti'dâdında idi. Zâmân-ı Muhammedîde / (Muhammed a.s.’ın zamanında) gelen nâs (insanlar) ise bu isti'dâdda (kabiliyette) değildir. F'ı-zamâninâ (zamanımızda) ümmet-i Îseviyyeden (İsa a.s.’ın ümmetinden) olduklannı iddiâ edenler, fıtraten (yaratılış olarak) ümmet-i Muhammedîdirler, (Muhammed a.s.’ın ümmetindendir), fakat kendi fıtratlarından (yaratılış özelliğinden) gâfildirler (habersizdirler). Zîrâ (çünkü) şerîat-i Îseviyyede (İsa a.s.’ın şeriatinde) birisi bir kimsenin yanağına bir tokat vursa, diğer yanağını çevirmekle mükellef (yükümlü, zorunlu) idi. Îsevî olduklarını iddiâ eden ehl-i garb (Avrupalılar), acaba bir tokat yeseler yanaklarını çevirmek isti'dâdında mıdırlar? Hayır, belki onların isti'dâdı    عَلَيْهِ بِمِثْلِ مَا اعْتَدَى فَمَنِ اعْتَدَى عَلَيْكُمْ فَاعْتَدُواْ    (Bakara, 2 /194) yanî "Size tecâvüz eden (saldıran) kimseye, tecâvüz ettiği (saldırdığı) şeyin misliyle (benzeriyle) tecâvüz edin" (sataşın, saldırın) âyet-i kur'âniyyesi mücibince (gereğince),vurulan tokada karşı derhal mukâbele ederler (karşılık verirler). Ve kezâ (aynı şekilde) Îseviyyet'te (Hıristiyanlıkta) ruhbâniyyet olduğu halde, ehl-i garb (batılılar) bilakis muhabbet-i nisvâna (kadın sevgisine) mübtelâdırlar (düşkündürler). Ve kezâ (aynı şekilde) taaddüd-i zevcât (çok kadınla nikâhlanma) şerîatlerinde memnû' (yasaklanmış) olduğu halde, buna tahammülleri olmadığından, gayr-i meşrû' (kanunsuz) müteaddid (birçok) metresler ile yaşamak mecbûriyyetinde kalıyorlar. Bu hallerin cümlesi (hepsi) icbâr-ı fıtrattır (fıtratının zorlamasıdır). Daha buna mümâsil (benzeyen) şerîat-i Muhammediyye (Muhammed a.s.’ın şeriati) ile amel husûsunda mecbûriyet-i fitriyyeleri (fıtratlarının zorlamaları) pek çoktur. Numûne (örnek) olarak bu kadarının zikri (anlatılması) kâfidir. Velhâsıl (sözün kısası) her kavim kendi, peygamberinin şerîatiyle âmil (amel eden) olmak isti'dâdındadır. Zîrâ (çünkü) her şey kendi aslından mütegazzîdir (beslenmektedir).  

İmdi tahrîm-i merâzı' ile bundan kinâye etti. Binâenaleyh onun vâlidesi, onu doğuran değil, hakîkatte onu irzâ' edendir. Zîrâ ümm-i vilâdet onu emânet cihetinden haml eyledi; onda mütekevvin oldu. Ve onun için, onun üzerine imtinân vâkı' olmamak için, vâlidesinin / bunda irâdesi olmaksızın, onun hayzının kanı ile tegazzî eyledi. Zîrâ o, ancak bir şey ile mütegazzî oldu ki, eğer onunla mütegazzî olmasa idi ve eğer bu kan ondan çıkmasa idi, elbette onu helâk eder veyâ hasta eyler idi. Binâenaleyh bu kan ile mütegazzî olmakla cenîn için vâlidesi üzerine minnet sâbittir. İmdi, eğer o demi indinde imtisâk ede idi ve ondan çıkmasa idi ve onun cenîni onunla mütegazzî olmasa idi, vâlidesinin kendi vücûdunda müşâhede edecek olduğu zarardan cenîn kendi nefsiyle onu vikâye eder. Hamuki süt-nine böyle değildir. Zîrâ o, onu emzirmekle onun hayâtını ve ibkâsını kasd eder. Binâenaleyh, Allah Teâlâ bunu Mûsâ için ümm-i vilâdeti hakkında yaptı. İmdi onun üzerine onu doğuran anadan gayri bir kadının fazlı vâkı' olmadı. Tâ ki vâlide-i Mûsâ'nın gözü, kezâlik onun terbiyesiyle aydın ola ve kucağında onun intişâsını müşâhede ede de mahzûn olmaya ( 9 ) .

     Ya'nî Hak Teâlâ'nın Mûsâ (a.s.)’a sâir (diğer) süt-ninelerin sütünü tahrîm (haram) etmesi, her şey kendi aslından (özünden) mütegazzî (besleniyor) olduğundan kinâye (dolayısıyla söylenmiş) idi. Böyle olunca Mûsâ'nın anası hakîkatte onu doğuran kadın değil, ancak onu emziren kadındır. Çünkü doğuran ana cenâb-ı Mûsâ'yı (Musa a.s.’ı) emânet tarîkıyla (yoluyla) hâmile oldu. Ve cenîn, vâlidesinin rahminde onun sun'u (tesiri, kudreti) olmaksızın kendi nefsiyle tekevvün etti (oluştu) ve anasının râhminde hayız kanıyla mütegazzî oldu (beslendi). Vâlidesi tarafından Mûsâ üzerine minnet tahmîl edilmiş (yüklemiş) olmamak için, vâlidesinin tekevvün-i Mûsâ'da (Musa a.s.’ın olmasında) ve hayzının kanıyla tegaddîsinde (beslenmesinde) onun aslâ irâdesi ve şuûru (bilinci) yok idi. Ve çünkü cenâb-ı Mûsâ rahm-i mâderde (anne rahminde) münhasıran (sadece) bir şey ile mütegazzî oldu (beslendi) ki, eğer onunla tegazzî etmese (beslenmese) idi ve eğer bu hayız kanı ondan çıkmasa idi, elbette bu kan vâlidesini ya helâk (öldürür) veyâ hasta eder idi. Binâenaleyh (bundan dolayı) bu muzırr (zararlı) kan ile tegaddî etmekle (beslenmekle) cenîn tarafından vâlidesi üzerine minnet tahmîl edilmiş (yüklenmiş) olur. İmdi (buna göre) cenîn, vücûdunda kaldığı halde vâlidesine mazarratı olacak (zarar verecek) olan bu kanla teğazzî ettiği (beslendiği) için, onu kendi nefsiyle / vikâye etmiş (korumuş) olur. Halbuki süt-nine böyle değildir. Çünkü o, çocuğu emzirmekle onun hayâtını ve ibkâsını (devamlılığını) kasd (niyet) eder. Binâenaleyh (bundan dolayı) Allah Teâlâ bu emzirmek keyfiyyetini de (hususunu da) Mûsâ (a.s.) için, kendisini doğuran ana hakkında yaptı. Böyle olunca cenâb-ı Mûsâ'nın üzerine kendisini doğuran anadan gayri (başka) bir kadının fazlı (iyiliği) vakı' (olmuş) olmadı. Bu da vâlide-i Mûsâ'nın (Musa a.s.’ın annesinin) gözü, evlâdının katlinden (öldürülmekten) necâtı (kurtulması) ile aydın olduğu gibi, onu kendi kucağında terbiye ederek büyüdüğünü dahi görerek aydın olmak ve "Acabâ evlâdım ne haldedir?" diye onun fırâkıyla (ayrılığıyla) mahzûn (üzgün) olmamak için böyle vâkı' oldu (gerçekleşti).  

Devam Edecek

 

 

 
 

İzmir - 27.05.2009
asliye@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com