Füsûs-ül Hikem

378. Bölüm

Asliye Tavşanlı
 

KELİME-İ MÛSEVİYYE’DE MÜNDEMİC OLAN "HİKMETTİR

[2.Şerh]

      Ondan sonra, onun üzerine taleb vâkı' oldukda; zâhirde korkup firâr ederek çıktı. Halbuki ma'nâda necât hubbünden nâşî idi. Zîrâ hareket ebeden hubbiyyedir. Ve ona nâzır olan esbâb-ı âhar ile mahcûb olur; halbuki bu değildir. Ve beyânı budur ki, çünkü muHakkak asıl, kendisinde sâkin olduğu ademden, âlemin vücûda hareketidir. Ve bunun için muHakkak emr, sükûndan harekettir. Binâenaleyh vücûd-i âlemden ibâret olan hareket, hareket-i hubdür. Ve Resûlullah (s.a.v.)    كُنت كنزا لم اعرف فاحببت ان اعرف    ya'nî "Ben bilinmez bir kenz idim, bilinmeğe muhabbet ettim" kavliyle buna tenbîh eyledi. İmdi eğer bu muhabbet olmasa idi, âlem "ayn"ında zâhir olmaz idi. Böyle olunca onun ademden vücûda hareketi, hubb-i mûcidin buna hareketidir (12) .

     Ya'nî buraya kadar beyân olunan (anlatılan) hikem-i Mûseviyyeden (Hz. Musa’ya ait hikmetlerden) sonra diğer bir hikmetin daha beyânına (anlatılmasına) şurû' edip (başlayıp) deriz ki: Kıbtîyi (çingeneyi) öldürdüğü için Hakkında kânûn-i hükûmet (devletin kanunu) icâbınca (gereğince) muâmele (işlem) îfâ olunmak (yapılmak) üzere aleyhinde taleb vâkı' (olmuş) olduğu vakit; Hz. Mûsâ zâhirde (dışta) korkmak ve firâr etmek (kaçmak) sûretiyle Mısır'dan çıktı. / Ve Şuayb (a.s.)ın sâkin bulunduğu (oturduğu) Medyen tarafına müteveccih oldu (yöneldi). Halbuki onun Mısır'dan hurûcu (çıkışı) ma'nâda ve bâtında (içte) necâta (selamete, kurtuluşa) olan muhabbetinden (sevgisinden) neş'et etmiş (ileri gelmiş) idi. Ya'nî Hz. Mûsâ zâhirde (dışta) Fir'avn'ın kısâsından (öldürmesinden) havfen (korkarak) ve firâren (kaçarak) hareket etti. Velâkin (fakat) insân-ı kâmil olmak hasebiyle (dolayısıyla) kendi zâtında bi'l-kuvve (güç, kuvve olarak) mevcûd olan kemâlât-ı ilâhiyyenin (ilahi olgunlukların, mükemmelliklerin) bi'l-fiil (fiil olarak) zuhûruna (meydana çıkmasına) muhabbet etti (sevgi duydu, yöneldi). Binâenaleyh (bundan dolayı) cenâb-ı Mûsâ'nın hareketi, hareket-i hubbiyye (sevginin hareketi) idi; ve hareketinin esbâb-ı hakîkîyyesi (gerçek sebepleri) de ancak bu idi. Bu sebeb-i hakîkîyyeye (gerçek sebebe) cenâb-ı Mûsâ'nın hîn-i hurûcda (çıkışı sırasında) vukûfu (bilgisi) ve şuûru olmak îcâb etmez (gerekmez). Çünkü kıbtîyi (çingeneyi) katl etmesi (öldürmesi) gibi, firârı (kaçışı) dahi vârid-i ilâhî (ilahi ilham) idi. Ve ma'lûmdur (bilinir) ki, hilkat-i eşyânın (varlıkların yaratılış) bâdîsi (sebebi), Hakk'ın bilinmeğe olan muhabbetidir (sevgisidir).  Ve ma'rifet-i Hak (Hakk’ı gereği gibi idrak) ancak insan-ı kâmil mazharında (görüntü yerinde) hâsıl olur (oluşur).  Zîrâ (çünkü) vücûd-i vâhid-i Hakk'ın (tek varlık sahibi Hakk’ın) kemâl-i celâ (kendi zatında tam olarak zuhuru) ve isticlâsı (taayyünatında tam olarak zuhuru) ancak insan-ı kâmilin vücûdu iledir. Şu hâlde Hz. Mûsâ'nın bu hakîkate vukûfu (şuuru), ister olsun ister olmasın, onun hareketi hakîkatte hareket-i hubbiyye (sevginin hareketi) olur. Çünkü herhangi bir hareket olursa olsun ebeden (sonsuza kadar) hubbiyyedir (sevgiyle alakalıdır); ya'nî muhabbete (sevgiye) mensûbdur (aittir) ve muhabbet sâikasıyladır (sebebiyledir). Maahâzâ (böyle iken) o harekete bakan kimse, diğer sebebleri görüp, hakîkat-i halden (gerçek halden) hicâba düşer (perdelenir). Halbuki o hareketin sebebi, onun zâhiren (görünüşte) gördüğü bu sebeb değildir. Ve hareketin muhabbet (sevgi) sâikasıyla (sebebiyle) olmasının îzâhı (açıklaması) budur ki: Muhakkak "asıl" olan emr (iş, husus),  âlem dediğimiz bu suver-i kesîfe (yoğunlaşmış suretler) hey'et-i mecmûasının (bütün hepsinin), içinde sâkin (hareketsiz) olduğu adem-i izafîden (nisbi, göreceli yokluktan) vücûd-i izâfîye (nisbi, göreceli, varlığa) doğru hareketidir. Nitekim bir çekirdeğin içindeki ağaç, adem-i izâfîde (göreceli yoklukta) sükûn (sakinlik) üzeredir. Vaktâki (ne zamanki) çekirdek dikilip terbiye olunur, ağaç içinde sâkin (hareketsiz) olduğu adem-i izâfî (göreli yokluk) âleminden varlık cânibine (tarafına) doğru hareket eder ve vücûd (varlık) bulur. İşte bu hakîkate mebni (dayalı) muHakkak vücûdât-ı izâfiyye (göreceli varlıklar). Hakkındaki emr (iş) ve şe'n (hal, keyfiyet), sükûndan harekettir.

     Ma'lûm (bilinmiş) olsun ki, "sükûn" (durgunluk) dediğimiz hâlin (oluşun) vücûd-i mutlak-ı Hakk'a (kayıtsız varlık sahibi Hakk’a) isnâdı (dayandırılması) câiz (doğru) değildir. Çünkü Hak Sübhânehû ve Teâlâ hazretleri mine'l-ezel (ezelden) ile'l-ebed (ebede) mütecellîdir (tecelli etmektedir). Onun tecellî etmediği (görünmediği, belirmediği) bir an yoktur. Binâenaleyh (bundan dolayı) ezelen ve ebeden Hâlık'tır (yaratandır) ve halkın (yaratmanın) ne ibtidâsı (başlangıcı) ve ne de intihâsı (nihayeti, sonu) vardır. Velâkin (fakat) mahlûkun ibtidâsı (başlangıcı) ve intihâsı (sonu) vardır. Binâenaleyh (bundan dolayı) sükûn (sakinlik) ancak mahlûka (yaratılmışa) izâfe olunur (atfedilir). Ve âlem (evren) dahi mahlûk (yaratılmış) olduğundan onun ibtidâ-yı hâli (başlangıç hali), adem-i izâfî (göreceli yokluk (kuvve güç olarak mevcut ve fiil olarak açığa çıkmamış hal) âleminde sükûn (durgunluk) ve intihâ-yı hâli (son hali) vücüd-i izâfî (göreli varlık) âlemine harekettir. Ve bu hareket vücûd-ı mutlak-ı Hakk'ın (kayıtsız varlık sahibi Hakk’ın) hareket-i umûmiyyesinden (genel hareketinden) bir cüz'dür (kısımdır). Ve vücûd-i Hakk'ın (Hakk’ın varlığının) ibtidâsı (başlangıcı) olmayan tecelliyât-ı umûmiyyesi (genel tecellileri) ve hareket-i umûmiyyesi (genel hareketleri), hubb-i ilâhîden (ilahi sevgiden) neş'et eden (ileri gelen) bir harekettir. Nitekim, (S.a.v.) Efendimiz beyan buyurdukları (bildirdikleri) /    كُنت كنزا لم اعرف فاحببت ان اعرف    hadis-i kudsîsi ile bu hareket-i hubbiyyeye (sevginin hareketine) tenbîh eyledi (dikkat çekti). Böyle olunca âlemin (evrenin) vücûdundan (varlığından) ibâret olan hareket, hubb-i ilâhînin (ilahi sevginin) hareketidir. Zîrâ (çünkü) vücûd-i hakîki-i Hak (gerçek varlık sahibi Hak) vücûd-i izâfî-i âlem (göreceli varlık alemi) ile bilinir ve Hak dahi bilinmeğe muhabbet eder (sevgi duyar). Eğer bu muhabbet (sevgi) olmasa idi, âlem, "ayn"ında (hakikatinde) zâhir olmaz (açığa çıkmaz) idi. Şu halde âlemin (evrenin) adem-i izâfîden (izafi, göreceli yokluktan) vücûd-i izâfî (izafi, göreceli varlık) cânibine (tarafına) hareketi, âlemin (evrenin) mûcidi (yaratıcısı) olan Hakk'ın muhabbetinin (sevgisinin) îcâd-ı âleme (alemin yaratılma) hareketi olur.
Devam Edecek

 

 

 
 

İzmir - 24.06.2009
asliye@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com