KELİME-İ
MÛSEVİYYE’DE MÜNDEMİC OLAN "HİKMETTİR
[2.Şerh]
İmdi Medyen'e geldi. İki câriyeyi buldu. Ücret
almaksızın onlar için saky etti. Ondan sonra zıll-i
ilâhiye teveccüh etti de "Yâ Rab, hayırdan bana inzâl
ettiğin şeye ben fakîrim" (Kasas, 28/24) dedi. İmdi saky
amelinin aynını, Allah Teâlâ'nın kendisine inzâl
eylediği hayrın aynı yaptı. Nefsini de, onun indinde
olan hayırda, Allah Teâlâ'ya fakr ile vasf etti ( 15).
Ya'nî cenâb-ı Mûsâ firârdan
(kaçtıktan) sonra Şuayb (a.s.)ın memleketi
olan Medyen tarafına geldi. Orada Şuayb (a.s.)’ın
kerîmelerinden (kızlarından)
ibâret olan iki câriyeyi buldu ki, onlar
hayvanlarını sulamak için bir kuyunun başında durmuş
idiler. Mûsâ (a.s.), ağzında büyük bir taş olan kuyuyu
açıp hiçbir ücret almaksızın o iki kızcağızın
hayvanlarını suladı. Ba'dehû
(daha sonra) zıll-ı
ilâhîye (ilahi gölgeye),
ya'ni bir ağacın / sâyesine
(gölgesine) ilticâ
etti (sığındı).
Burada sâye-i şecere
(ağacın gölgesine) "zıll-ı
ilâhî" buyurulması
(denilmesi) her bir mazhar
(görüntü yeri) kendi
hakîkatinin ve ayn-ı sâbitesinin
(ilmi suretinin) ve
âyn-ı sâbitesi (ilmi sureti)
dahi bir ism-i ilâhinin
(ilahi ismin) zılli
(gölgesi)
olduğuna işârettir. Ya'nî ücretsiz sulamak fiilini
(işini) icrâ
ettikten (yaptıktan)
sonra, cenâb-ı Mûsâ zıll-i ilâhi
(ilahi gölge) olan
kendi hakîkatine ve ayn-ı sâbitesine
(ilmi suretine)
müteveccih olup (yönelip):
"Yâ Rab, hayırdan bana inzâl eylediğin
(indirdiğin) şeye
ben muhtâcım" (Kasas, 28/24) dedi. Zîrâ
(çünkü) acezeye
(düşkünlere)
şefekaten (merhamet ederek)
ücretsiz bir amel
(iş) icrâsı
(yapılması) ayn-i
hayır (hayrın aynı)
olup, bu da kendi ayn-ı sâbitesinin
(ilmi suretinin)
hazînesinde meknûz (gömülü)
olan kemâlât-ı nübüvvetten
(nebilik kemallerinden)
bir kemâldir. Bu sözü söylemekle ücretsiz sulamak
fiilinin (işinin)
aynını, Allah Teâlâ'nın onun kendi hakîkatinden
inzâl eylediği (indirdiği)
hayır ve kemâlin aynı yaptı. Nefsini de ilm-i
ilâhide (Allah ilminde)
olan hayırda Allah Teâlâ'ya fakr
(fakirlik) ile vasf
eyledi (vasıflandırdı).
Zîrâ (çünkü)
nefs-i Mûsâ (Musa
a.s.’ın nefsi) kendi hakîkatinin mazharıdır
(görüntü yeridir).
Ve onun hakîkati ilm-i ilâhî
(Hakk’ın ilim)
mertebesinde sâbittir
(mevcuttur, belirlenmiştir).
Ve her nefis kendi hakîkati hazînesinde
meknûn (saklı)
olan şuûnun (işlerin)
ânen-fe-ânen (devamlı
olarak) cânib-i Hak'tan
(Hakk tarafından)
nüzûlüne (inmesine)
muhtâc ve müterakkıbdır
(beklemektedir, ummaktadır).
Nitekim âyet-i kerîmede
خَزَائِنُهُ وَمَا نُنَزِّلُهُ إِلاَّ بِقَدَرٍ مَّعْلُومٍ
وَإِن مِّن شَيْءٍ إِلاَّ عِندَنَا
(Hicr, 15/21) buyrulur. Bu sebebten cenâb-ı Mûsâ,
nefsini onun indinde
(katında) olan hayırda Allah Teâlâ'ya fakr
(fakirlik, acizlik)
ve ihtiyâc ile vasf eyledi
(vasıflandırdı).
İmdi Hızır, ona ücretsiz ikâme-i cidârı gösterdi. Bunun
üzerine ona itâb etti. Binâenaleyh ona ücretsiz sulamağı
ve bundan gayri olup zikr olunmâyan şeyi zikr etti.
Hattâ (S.a.v.), Allah Teâlâ kendisine onların emrinden
hikâye etmesi için Mûsâ (a.s.)’nın i'tirâz etmeyip sükût
etmiş olmasını temennî eyledi ( 16) .
Ya'nî Hızır, cenâb-ı Mûsâ'nın, Medyen'e müteveccih
(yönelmiş) olduğu
vakit Şûâyb (a.s.)’ın kızlarının / hayvanlarını ücretsiz
sulamasına mukâbil
(karşılık), Sûre-i
Kehf’de (Kehf suresinde)
hikâye buyrulduğu
(anlatıldığı) üzere,
mâil-i inhidâm (yıkılmak
üzere) olan duvarı ücretsiz tesviye ettiğini
(düzelttiğini)
gösterdi. Cenâb-ı Mûsâ, böyle ücretsiz olarak duvarın
tesviyesinden
(düzeltilmesinden) dolayı Hızır'a itâb etti
(kızdı,onu payladı).
Ya'nî "Bizi bu karyede
(kasabada) it'âmdan
(yemek vermekten)
ibâ ettikleri
(kaçındıkları) halde, sen bizim muhtâc
olduğumuz ücreti almaksızın bu duvarı niçin tesviye
ettin (düzelttin)?"
dedi. Cenâb-ı Hızır dahi Hz. Mûsâ'ya "Benim
bu fiilim, senin fiiline müşâbihtir
(benzemektedir).
Niçin itâb ediyorsun?
(azarlıyorsun) Zîrâ
(çünkü) sen
Fir'avn'dan parasız pulsuz Medyen tarafına kaçtığın
vakit, iki kızın hayvanlarını ücret mukâbilinde
(karşılığında)
sulamadın. Onlara şefkat ettin. Halbuki bu ücrete muhtâc
idin. Ben dahi bu duvarı senin gibi, yetimlere şefkat
ettiğim için ücrete muhtaç olduğumuz halde bilâ-ücret
(ücretsiz) tesviye
ettim (düzelttim).
" dedi. Ve Hz.
Mûsâ'nın sergüzeştine
(başından geçen şeye, serüvene) âit vukûâta
(olaylara)
mukâbil (karşılık)
cenâb-ı Hızır'ın gösterdiği üçüncü vak'aya
(olaya) da Hz. Mûsâ
tarafından i'tirâz vâkı'
(olmuş) olduğu
ve binâenaleyh
(bundan dolayı) emr-i Mûsâ (a.s.)’a
(Musa a.s.’ın emrine)
tevfîkan (uyarak),
artık Hızır'ın ayrılması lâzım geldiği
cihetle, (için)
Hz. Hızır, sergüzeşt-i Mûsâ'ya
(Musa a.s’ın başından
geçenlere) âit olup Kur'ân-ı Kerîm'de hikâye
buyrulmamış (anlatılmamış)
olan vukûâtın
(olayların) dahi esrâr
(sırlarını) ve
hikmetlerini (sebeplerini)
ona beyân etti
(bildirdi).
Çünkü Mûsâ'nın her bir vak'asına
(olayına) mukâbil
(karşılık),
Hz. Hızır tarafından dahi bir vak'a
(olay) ihdâsı
(ortaya koyması)
lâzım idi. Bu ise Mûsâ ile musâhabenin
(karşılıklı sohbetin)
devâmına mütevakkıf
(bağlı) idi. Halbuki cenâb-ı Mûsâ "Eğer bir
daha i'tirâz edersem, artık bana musâhib olma!"
(benimle konuşma) (Kehf,
18/76) demiş idi. Bu sebeble Hz. Hızır, hikemiyyâtı
(hikmetleri)
misâlsiz olarak (örnek
göstermeksizin) Mûsâ'ya zikir
(anlatmaya) ve beyân
etmeğe (açıklamaya)
mecbûr oldu.
Ba'zı nüshalarda
(sayfalarda)
مما لم يذكر
yerine
مما لم نذكر
yazılmıştır. Cem'-i mütekellim
(bütün kelam sahipleri)
sîğasıyla (fiil
çekimiyle)
yazılan bu kelimenin ma'nâsı "Bizim zikr etmediğimiz"
(anlattığımız) demek
olup, bu da Hz. Şeyh (r.a.)a râci'
(ait) olur. Fakat
muzâri'-i mechûl (geniş
zaman) sîğasıyla
(fiil çekimiyle) olmak ensebdir
(daha yerindedir).
Zîrâ (çünkü)
Kur'ân-ı Kerîm'de ancak üç vak'a
(olay) hikâye
buyrulmuş (anlatılmış)
ve diğer vak'alar
(olaylar) zikr
edilmemiştir
(anlatılmamıştır. Nitekim ibâre-i âtiye
(aşağıdaki cümlede)
bu ma'nâyı te'yîd etmektedir
(doğrulamaktadır).
Hattâ (S.a.v.) Efendimiz Allah Teâlâ
hazretlerinin kendilerine inzâl buyurduğu
(indirdiği) Kur'ân-ı
Kerîm'de Mûsâ ve Hızır (aleyhime's-selâm)ın emrinden
(hususlarından)
hikâye etmesi (anlatması)
için. Mûsâ.(a.s.)ın efâl-i Hızır'a
(hızır a.s’ın fiillerine)
i'tirâz etmeyip
(karşı gelmeyip) sükût etmiş
(susmuş) olmasını
temennî buyururdu. Nitekim (S.a.v.) Efendimiz / Ya'nî
"Keşki kardeşim Mûsâ sabr ede idi de, Allah Teâlâ bize
onların kıssalarından
(hikayelerinden) hikâye buyura
(anlatsa) idi!.."
buyurdu. Ve Hz. Şeyh (r.a.) Ebi'l-Abbâs Hızır (a.s.) ile
mülâkât etti. (karşılıklı
konuştu) Hızır ona dedi: "Mûsâ b. İmrân'ın
(İmran’ın torunu Musa)
doğduğu günden benimle mülâkâtı
(konuşması) zamânına
kadar, onun üzerine
(hakkında) cârî olan
(geçen) şeyden bin
mes'ele (mesele, konu)
hazırlamış idim. Onlardan üçüne sabr
edemedi."
Devam Edecek |