Füsûs-ül Hikem

383. Bölüm

Asliye Tavşanlı
 

KELİME-İ MÛSEVİYYE’DE MÜNDEMİC OLAN "HİKMETTİR

[2.Şerh]

İmdi Medyen'e geldi. İki câriyeyi buldu. Ücret almaksızın onlar için saky etti. Ondan sonra zıll-i ilâhiye teveccüh etti de "Yâ Rab, hayırdan bana inzâl ettiğin şeye ben fakîrim" (Kasas, 28/24) dedi. İmdi saky amelinin aynını, Allah Teâlâ'nın kendisine inzâl eylediği hayrın aynı yaptı. Nefsini de, onun indinde olan hayırda, Allah Teâlâ'ya fakr ile vasf etti ( 15).

Ya'nî cenâb-ı Mûsâ firârdan (kaçtıktan) sonra Şuayb (a.s.)ın memleketi olan Medyen tarafına geldi. Orada Şuayb (a.s.)’ın kerîmelerinden (kızlarından) ibâret olan iki câriyeyi buldu ki, onlar hayvanlarını sulamak için bir kuyunun başında durmuş idiler. Mûsâ (a.s.), ağzında büyük bir taş olan kuyuyu açıp hiçbir ücret almaksızın o iki kızcağızın hayvanlarını suladı. Ba'dehû (daha sonra) zıll-ı ilâhîye (ilahi gölgeye), ya'ni bir ağacın / sâyesine (gölgesine) ilticâ etti (sığındı). Burada sâye-i şecere (ağacın gölgesine) "zıll-ı ilâhî" buyurulması (denilmesi) her bir mazhar (görüntü yeri) kendi hakîkatinin ve ayn-ı sâbitesinin (ilmi suretinin) ve âyn-ı sâbitesi (ilmi sureti) dahi bir ism-i ilâhinin (ilahi ismin) zılli (gölgesi) olduğuna işârettir. Ya'nî ücretsiz sulamak fiilini (işini) icrâ ettikten (yaptıktan) sonra, cenâb-ı Mûsâ zıll-i ilâhi (ilahi gölge) olan kendi hakîkatine ve ayn-ı sâbitesine (ilmi suretine) müteveccih olup (yönelip): "Yâ Rab, hayırdan bana inzâl eylediğin (indirdiğin) şeye ben muhtâcım" (Kasas, 28/24) dedi. Zîrâ (çünkü) acezeye (düşkünlere) şefekaten (merhamet ederek) ücretsiz bir amel (iş) icrâsı (yapılması) ayn-i hayır (hayrın aynı) olup, bu da kendi ayn-ı sâbitesinin (ilmi suretinin) hazînesinde meknûz (gömülü) olan kemâlât-ı nübüvvetten (nebilik kemallerinden) bir kemâldir. Bu sözü söylemekle ücretsiz sulamak fiilinin (işinin) aynını, Allah Teâlâ'nın onun kendi hakîkatinden inzâl eylediği (indirdiği) hayır ve kemâlin aynı yaptı. Nefsini de ilm-i ilâhide (Allah ilminde) olan hayırda Allah Teâlâ'ya fakr (fakirlik) ile vasf eyledi (vasıflandırdı). Zîrâ (çünkü) nefs-i Mûsâ (Musa a.s.’ın nefsi) kendi hakîkatinin mazharıdır (görüntü yeridir). Ve onun hakîkati ilm-i ilâhî (Hakk’ın ilim) mertebesinde sâbittir (mevcuttur, belirlenmiştir). Ve her nefis kendi hakîkati hazînesinde meknûn (saklı) olan şuûnun (işlerin) ânen-fe-ânen (devamlı olarak) cânib-i Hak'tan (Hakk tarafından) nüzûlüne (inmesine) muhtâc ve müterakkıbdır (beklemektedir, ummaktadır). Nitekim âyet-i kerîmede    خَزَائِنُهُ وَمَا نُنَزِّلُهُ إِلاَّ بِقَدَرٍ مَّعْلُومٍ وَإِن مِّن شَيْءٍ إِلاَّ عِندَنَا    (Hicr, 15/21) buyrulur. Bu sebebten cenâb-ı Mûsâ, nefsini onun indinde (katında) olan hayırda Allah Teâlâ'ya fakr (fakirlik, acizlik) ve ihtiyâc ile vasf eyledi (vasıflandırdı).

İmdi Hızır, ona ücretsiz ikâme-i cidârı gösterdi. Bunun üzerine ona itâb etti. Binâenaleyh ona ücretsiz sulamağı ve bundan gayri olup zikr olunmâyan şeyi zikr etti. Hattâ (S.a.v.), Allah Teâlâ kendisine onların emrinden hikâye etmesi için Mûsâ (a.s.)’nın i'tirâz etmeyip sükût etmiş olmasını temennî eyledi ( 16) .

Ya'nî Hızır, cenâb-ı Mûsâ'nın, Medyen'e müteveccih (yönelmiş) olduğu vakit Şûâyb (a.s.)’ın kızlarının / hayvanlarını ücretsiz sulamasına mukâbil (karşılık),  Sûre-i Kehf’de (Kehf suresinde) hikâye buyrulduğu (anlatıldığı) üzere, mâil-i inhidâm (yıkılmak üzere) olan duvarı ücretsiz tesviye ettiğini (düzelttiğini) gösterdi. Cenâb-ı Mûsâ, böyle ücretsiz olarak duvarın tesviyesinden (düzeltilmesinden) dolayı Hızır'a itâb etti (kızdı,onu payladı). Ya'nî "Bizi bu karyede (kasabada) it'âmdan (yemek vermekten) ibâ ettikleri (kaçındıkları) halde, sen bizim muhtâc olduğumuz ücreti almaksızın bu duvarı niçin tesviye ettin (düzelttin)?" dedi. Cenâb-ı Hızır dahi Hz. Mûsâ'ya "Benim bu fiilim, senin fiiline müşâbihtir (benzemektedir). Niçin itâb ediyorsun? (azarlıyorsun) Zîrâ (çünkü) sen Fir'avn'dan parasız pulsuz Medyen tarafına kaçtığın vakit, iki kızın hayvanlarını ücret mukâbilinde (karşılığında) sulamadın. Onlara şefkat ettin. Halbuki bu ücrete muhtâc idin. Ben dahi bu duvarı senin gibi, yetimlere şefkat ettiğim için ücrete muhtaç olduğumuz halde bilâ-ücret (ücretsiz) tesviye ettim (düzelttim). " dedi. Ve Hz. Mûsâ'nın sergüzeştine (başından geçen şeye, serüvene) âit vukûâta (olaylara) mukâbil (karşılık) cenâb-ı Hızır'ın gösterdiği üçüncü vak'aya (olaya) da Hz. Mûsâ tarafından i'tirâz vâkı' (olmuş) olduğu ve binâenaleyh (bundan dolayı) emr-i Mûsâ (a.s.)’a (Musa a.s.’ın emrine) tevfîkan (uyarak), artık Hızır'ın ayrılması lâzım geldiği cihetle, (için) Hz. Hızır, sergüzeşt-i Mûsâ'ya (Musa a.s’ın başından geçenlere) âit olup Kur'ân-ı Kerîm'de hikâye buyrulmamış (anlatılmamış) olan vukûâtın (olayların) dahi esrâr (sırlarını) ve hikmetlerini (sebeplerini) ona beyân etti (bildirdi). Çünkü Mûsâ'nın her bir vak'asına (olayına) mukâbil (karşılık), Hz. Hızır tarafından dahi bir vak'a (olay) ihdâsı (ortaya koyması) lâzım idi. Bu ise Mûsâ ile musâhabenin (karşılıklı sohbetin) devâmına mütevakkıf (bağlı) idi. Halbuki cenâb-ı Mûsâ "Eğer bir daha i'tirâz edersem, artık bana musâhib olma!" (benimle konuşma) (Kehf, 18/76) demiş idi. Bu sebeble Hz. Hızır, hikemiyyâtı (hikmetleri) misâlsiz olarak (örnek göstermeksizin) Mûsâ'ya zikir (anlatmaya) ve beyân etmeğe (açıklamaya) mecbûr oldu.

Ba'zı nüshalarda (sayfalarda)    مما لم يذكر    yerine    مما لم نذكر    yazılmıştır. Cem'-i mütekellim (bütün kelam sahipleri) sîğasıyla (fiil çekimiyle) yazılan bu kelimenin ma'nâsı "Bizim zikr etmediğimiz" (anlattığımız) demek olup, bu da Hz. Şeyh (r.a.)a râci' (ait) olur. Fakat muzâri'-i mechûl (geniş zaman) sîğasıyla (fiil çekimiyle) olmak ensebdir (daha yerindedir). Zîrâ (çünkü) Kur'ân-ı Kerîm'de ancak üç vak'a (olay) hikâye buyrulmuş (anlatılmış) ve diğer vak'alar (olaylar) zikr edilmemiştir (anlatılmamıştır. Nitekim ibâre-i âtiye (aşağıdaki cümlede) bu ma'nâyı te'yîd etmektedir (doğrulamaktadır). Hattâ (S.a.v.) Efendimiz Allah Teâlâ hazretlerinin kendilerine inzâl buyurduğu (indirdiği) Kur'ân-ı Kerîm'de Mûsâ ve Hızır (aleyhime's-selâm)ın emrinden (hususlarından) hikâye etmesi (anlatması) için. Mûsâ.(a.s.)ın efâl-i Hızır'a (hızır a.s’ın fiillerine) i'tirâz etmeyip (karşı gelmeyip) sükût etmiş (susmuş) olmasını temennî buyururdu. Nitekim (S.a.v.) Efendimiz / Ya'nî "Keşki kardeşim Mûsâ sabr ede idi de, Allah Teâlâ bize onların kıssalarından (hikayelerinden) hikâye buyura (anlatsa) idi!.." buyurdu. Ve Hz. Şeyh (r.a.) Ebi'l-Abbâs Hızır (a.s.) ile mülâkât etti. (karşılıklı konuştu) Hızır ona dedi: "Mûsâ b. İmrân'ın (İmran’ın torunu Musa) doğduğu günden benimle mülâkâtı (konuşması) zamânına kadar, onun üzerine (hakkında) cârî olan (geçen) şeyden bin mes'ele (mesele, konu) hazırlamış idim. Onlardan üçüne sabr edemedi."
Devam Edecek

 

 

 
 

İzmir - 29.07.2009
asliye@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com