KELİME-İ MÛSEVİYYE’DE MÜNDEMİC OLAN "HİKMETTİR
[2.Şerh]
İşte enbiyâ-i izâm (büyük,
ulu nebiler (peygamberler) ve evliyâ-i kirâm
(soylu, ulu veliler)
hazarâtı (hazretleri)
bu hicâba
(perdeye) muttali'
(bildikleri, haberli)
oldukları için ilmi, Allâmü'l-guyûb olan
(gizlileri bilen)
Hakk'a ircâ' ederler
(döndürürler). / Binâenaleyh
(bundan dolayı)
Hz. Şeyh'in bu
الامر فيه الى الله
kavlini (sözlerini)
tereddüde haml
etmek (yüklemek)
doğru değildir. Çünkü zâhir-i Kur'ân'a
(Kuran’ın dış manasına)
göre bu husûsta tereddüde
mahal (yer)
yoktur. Ve Hz. Şeyh'in Fütûhât-ı Mekkiyye'de
Fir'avn hakkındaki beyânât-ı aliyyesi
(yüce bildirileri)
Fusûsu’l-Hikem'deki beyânâtına
(bildirilerine)
muvâfıktır (uygundur).
Nitekim Futûhât'ın 198.inci bâbında
(konusunda) şöyle
buyururlar:
ان الله صدق فرعون في ايمانه بقول ،الآن وَقَدْ عَصَيْتَ
قَبْلُ و دل على اخلاصه في ايمانه ولو لم يكن مخلصا لقال
تعالى فيه كما قال في الأعراب قَالَتِ الآعْرابُ آمَنًا
قُلْ لَمْ تُؤْمِنُوا وَلَكِنْ قُو لُوا اَسْلَمْنا وَلمًا
يَدْخُلِ الإيماَنُ فِي قُلُوبِِكُم فقد شهد الله لفرعون
بالايمان ولايشهه الله لاحد بالصدق في توحيده الا ويجازيه
به و بعد ايمانه فما عصى . فقبضه الله طاهراً والكافر اذا
اسلم وجب عليه ان
يغتسل فكان غرقه غسلا له و تطهراً حيث اخذه نكال الآخرة
والاولى و جعل ذلك عبرة لمن يخشى وما اشبه ايمانه ايمان من
غرغر فان المغرغر موقن بانه مفارق قاطع بذلك وهذا الغرق
هنا لم يكن
كذلك لانه رأى البحر يبساً في حق المؤمنين فعلم
ان ذلك كان لايمانهم فما ايقن بالموت بل غلب
على
ظنه الحيوة فليس هو ممن حضر الموت فقال
تُبْتُ الآنَ ولا هو من الذين يموتون وهه كفار فامره الى
الله تعالى
Ya'nî "Muhakkak Allah Teâlâ Fir'âvn'ın îmânını tasdîk
edip (doğrulayıp)
آلآنَ وَقَدْ عَصَيْتَ قَبْلُ
(Yûnus, 10/91) ya'nî "Şimdi mi aklın başına geldi?
Halbuki evvelce isyân etmiş idin." buyurdu. Bu onun
imânında ihlâsına
(samimiliğine) delâlet
(işaret) eder. Ve
eğer muhlis (gönülden,
samimi) olmasa idi Allah Teâlâ onun hakkında,
A'râb (çöl Arapları)
hakkında dediği gibi der idi.
قَالَتِ الْأَعْرَابُ آمَنَّا قُل لَّمْ تُؤْمِنُوا
وَلَكِنقُولُوا أَسْلَمْنَا وَلَمَّا يَدْخُلِ الْإِيمَانُ
فِي قُلُوبِكُمْ
(Hucurât 49/14) ya'nî "A'râb
(çöl Arapları) biz îmân ettik dediler. Onlara
de ki, siz îmân etmediniz velâkin
(fakat) münkâd
oldunuz (boyun eğdiniz)."
İmdi (buna göre)
Allah Teâlâ Fir'avn'ın îmânına şehâdet
buyurdu (şahitlik yaptı).
Halbuki Allah Teâlâ hiçbir kimse tevhîdinde
sıdkına (doğruluğuna)
şehâdet (şahitlik)
etmedi. Ve Fir'avn, imânından sonra isyân etmedi.
Binâenaleyh (bundan dolayı)
Allah Teâlâ, onu tâhir
(temiz) olarak kabz
etti (ruhunu teslim aldı).
Ve kâfir müslüman olduğu vakit onun üzerine gusül
etmek vâcib (zorunlu)
olur. İmdi (buna göre)
onun garkı (suya
batması) kendisi için gusül oldu ve mutahhar
(temizlenmiş)
olarak kabz etti (ruhunu
teslim aldı). Ba'de'l-îmân
(imandan sonra)
ma'sıyet (günah)
icrâsına da (işlemeye de)
vakit kalmadı. Ve bunu korkan kimseler için
ibret kıldı. Ve onun îmânı mugargır
(boğulmak üzere olan),
ya'nî canı hulküma
(boğazına) gelen
kimsenin îmânına benzemedi. Zîrâ
(çünkü)
mugargır (boğulmak
üzere olan) mufârık / olduğunu
(ayrıldığını, gittiğini)
yakînen (kesin olarak)
bilir. Ve bu gark
(boğulma) ise burada bunun gibi değildir.
Zîrâ (çünkü) o
mü'minler hakkında denizi kuru gördü ve bunu onların
îmân etmelerinden nâşi
(dolayı) bildi. Binâenaleyh
(bundan dolayı) mevti
(öleceğini)
müteyakkın olmadı (tam, kesin
bilemedi).
Belki ona zann-ı hayât (hayatta kalma düşüncesi) gâlib
(üstün) oldu.
Böyle olunca o, mevti (ölüme)
hâzır olan kimse cinsinden olmadı. Ve o
küffar (kafirler)
olarak ölen kimselerden de olmadı. Binâenaleyh
(bundan dolayı) onun
emri (işi) Allah
Teâlâ'ya râci'dir (dönüktür,
aittir)."
Velâkin (fakat)
Fir'avn'ın âline
(yakınlarına) ve havâssına
(yanında bulunan saygın
kişilere) gelince, onların hükmü başkadır. Ve
bu bahis (konu)
onun mahall-i tafsîli
(açıklama yeri) değildir. Çünkü âyet-i
kerîmede
وَحَاقَ بِآلِ فِرْعَوْنَ سُوءُ الْعَذَابِالنَّارُيُعْرَضُونَ
عَلَيْهَا غُدُوّاً وَعَشِيّاً وَيَوْمَ تَقُومُ
السَّاعَةُ أَدْخِلُواآلَ
فِرْعَوْنَ أَشَدَّ الْعَذَابِ
(Mü'min, 40/45-46) âyât-ı kur'âniyyesi
(Kuran ayetleri)
Fir'avn'ın âl'i (yakınları)
ve havâssı
(yanında bulunan saygın kişiler) hakkındadır.
Sebebi budur ki, onlar evvelen
(ilk önce) Fir'avn
gibi Rabbü'l-âlemine
(alemlerin rabbına) imân etmediler, belki
Fir'avn'ın rubûbiyyetini
(rablığını) tasdîk ettiler
(onayladılar).
Sâniyen (ikinci
olarak)
عُمًالكم
اعمالكم
ya'nî "Başınızdaki âmilleriniz
(valileriniz)
ve hükümdarlarınız, kendi amellerinizdir"
hadîs-i şerîfi mûcibince
(gereğince) Fir'avn'ın da'vâ-yı bâtılına
(gerçek dışı iddiasına)
tahammüle (katlanmaya)
ve ona inkıyâda
(boyun eğmeye) müsâid bir isti'dâdda idiler.
Eğer böyle olmasa idi, Fir'avn bu kadar bî-gûnâh
(günahsız) etfâl-i
Benî İsrâîl'i
(İsrailoğullarının çocuklarını) katl
(öldürme) gibi
mezâlimin (haksızlıkların)
icrâsına
(yapılmasına) cür'et
(cesaret) edemezdi.
Eğer i'tirâzen (itiraz
ederek) Hak Teâlâ'nın
وَلَقَدْأَرْسَلْنَا مُوسَى بِآيَاتِنَا وَسُلْطَانٍ
مُّبِينٍإِلَى فِرْعَوْنَوَمَلَئِهِ فَاتَّبَعُواْ أَمْرَ
فِرْعَوْنَ وَمَا أَمْرُ فِرْعَوْنَ بِرَشِيديَقْدُمُ
قَوْمَهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ فَأَوْرَدَهُمُ النَّارَ
وَبِئْسَ الْوِرْدُالْمَوْرُودُ
(Hûd, 11/96-99)
وَأَتْبَعْنَاهُمْ فِي هَذِهِ الدُّنْيَا لَعْنَةًوَيَوْمَ
الْقِيَامَةِ هُم مِّنَ الْمَقْبُوحِين
(Kasas, 28/42) kavli
(sözleri) gösterilirse, deriz ki: Bu âyât-ı
kerîmelerde (Kuran
ayetlerinde) olan vaîd
(cezalandırmaya dair Hakk’ın
verdiği söz) ve ta'zîb
(azaba sokma),
îmanları sahîh
(gerçek, doğru) olan feseka-i mü’minîne
(günah işlemiş müminleri)
dahi şâmil olduğundan
(kapsadığından) îmân-ı Fir'avn'ın
(firavun’un imanının)
adem-i sıhhatine
(sıhhatli olmadığına) delîl
(kanıt) olamazlar. /
Devam Edecek |