[BU FASS KELİME-İ HÂLİDİYYE'DE MÜNDEMİC "HİKMET-İ
SAMEDİYYE" BEYÂNINDADIR ]
Ve Hâlid resûl değil idi. İmdi risâlet-i Muhammediyyede
bu rahmetten hazz-ı vâfir üzere hâsıl olmak diledi.
Halbuki teblîğ ile me'mûr olmadı. Binâenaleyh halk
hakkında ilimde akvâ olmak için, bundan haz bulmağı
murâd etti. Böyle olunca kavmi onu zâyi' ettiler. Ve
Nebî (a.s.) onun kavmini "Onlar zâyi' oldular" diye vasf
etmedi; belki onları “Onlar nebîlerini murâdına teblîğ
etmedikleri haysiyyetle izâ'a ettiler” diye vasf eyledi.
İmdi acabâ Allah Teâlâ onu niyyetinin ecrine eriştirdi
mi? Şek yoktur ve hilâf yoktur ki, muhakkak onun için
niyyetinin ecri vardır. Belki şek ve hilâf, matlûbun
ecrindedir ki, onun temennî-i vukû'u, vücûdda onun
adem-i vukû'u ile müsâvî olur mu, yoksa olmaz mı? (2).
/
Ya'ni Hâlid (a.s.) ayn-ı sâbitesi
(ilmi sureti)
i'tibâriyle (dolayısıyle)
resûl ise de, vücûd-ı kevnîde
(kevni varlıkta (dünyada)
henüz risâletle (resulluk
görevi ile) meb'ûs olmadığından,
(gönderilmediğinden)
teblîğa (bildirileri
eriştirmeye) me'mûr
(vazifeli) olmadığı
halde, hakkında
وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ
(Enbiyâ, 21/107) ve
وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا كَافَّةً لِّلنَّاسِ
(Sebe', 34/28) âyet-i kerîmeleri şeref vârîd
(ulaşmış) olan
risâlet-i Muhammediyyede, bu
rahmet-i âmmeden (her şeyi
kaplayan (genel) rahmetten)
hazz-ı vâfir
(bol bol hisse) hâsıl
olmasını murâd etti. Böyle
olunca şimdiye kadar, hiçbir kimsenin yapmadığı vech ile
(şekilde) ahvâl-i
Berzah'ı (berzah âleminin
durumunu) müşâhede ederek
(görerek)
bu ahvâlden
(durumlardan) haber vermek sûretiyle, halk
(insanlar) hakkında
(üzerine) ilimde
akvâ (çok güçlü)
olmak için, Berzah'ta, o rahmet-i âmmeden
(herşeye olan, genel rahmetten)
kendisine haz
verilmesini istedi. Halbuki bu hal,
(oluş) o hazretin
nasîbi değil idi. Binâenaleyh
(bundan dolayı) kavmi
onu izâ'a ettiler
(boşa harcadılar).
Nitekim (S.a.v.)
Efendimiz, bi'setlerinden
(gönderildikten) sonra Hâlid (a.s.)’ın
kerîmesine (kızıyla)
mûlâkî oldukda
(görüştüğünde),ona hitâben
مرحبا يا بنت نبي اضاعه قومه
ya’nî “Merhabâ, ey kavmi kendisini zâyi’
eden (yitiren,
harcayan)
nebînin kızı!" buyurdular. (S.a.v.)
Efendimiz, Hâlid (a.s.)’ın kavmini "Onlar zâyi'
oldular" diye vasf etmedi
(nitelemedi);
belki "Onlar, onu murâdına îsâl etmemekle
(ulaştırmamakla) ve
onun vasıyyetini tutmamakla nebîlerini
(peygamberlerini)
izâ'a ettiler
(boşa harcadılar, kaybettiler)
" diye vasf
eyledi (niteledi).
İmdi (buna göre)
acaba Allah Teâlâ Hâlid (a.s.)’ı. âmmenin
(herkesin) hidâyetini
(doğru yolu bulmasını)
murâd etmekten
(istemekten) ibâret olan kâsd
(maksadı) ve
niyyetinin ecrine (sevabına)
vâsıl etti mi
(ulaştırdı mı) yoksa etmedi mi? Ve şekk
(şüphe) ve ihtilâf
(anlaşmazlık) yoktur
ki, Hâlid (a.s.) için bu kasd
(maksad) ve niyyetin
ecri (sevabı)
vardır; şekk (şüphe)
ve ihtilâf (anlaşmazlık)
ancak matlûb olan
(istenilen şey) âmmenin
(umumun, herkesin)
hidâyetinin ecrindedir
(sevabındadır)
ki, acabâ o matlûbun
(arzu edilenin) vücûdda
(varlıkta) adem-i
vukû'u (gerçekleşmemiş
olması) ile berâber mücerred
(sadece) vukû'unu
(olmasını) arzû etmek
müsâvi (eşit) olur
mu, olmaz mı? Ya'nî niyyetin ecri
(sevabı) / amelin
ecri (sevabı)
derecesinde midir, değil midir? Şek
(şüphe) ve ihtilâf
(anlaşmazlık)
bundadır.
Devam Edecek |