Füsûs-ül Hikem

404. Bölüm

Asliye Tavşanlı
 

[BU   FASS   KELİME-İ HÂLİDİYYE'DE   MÜNDEMİC "HİKMET-İ SAMEDİYYE"   BEYÂNINDADIR ]

Ve Hâlid resûl değil idi. İmdi risâlet-i Muhammediyyede bu rahmetten hazz-ı vâfir üzere hâsıl olmak diledi. Halbuki teblîğ ile me'mûr olmadı. Binâenaleyh halk hakkında ilimde akvâ olmak için, bundan haz bulmağı murâd etti. Böyle olunca kavmi onu zâyi' ettiler. Ve Nebî (a.s.) onun kavmini "Onlar zâyi' oldular" diye vasf etmedi; belki onları “Onlar nebîlerini murâdına teblîğ etmedikleri haysiyyetle izâ'a ettiler” diye vasf eyledi. İmdi acabâ Allah Teâlâ onu niyyetinin ecrine eriştirdi mi? Şek yoktur ve hilâf yoktur ki, muhakkak onun için niyyetinin ecri vardır. Belki şek ve hilâf, matlûbun ecrindedir ki, onun temennî-i vukû'u, vücûdda onun adem-i vukû'u ile müsâvî olur mu, yoksa olmaz mı? (2).

/ Ya'ni Hâlid (a.s.) ayn-ı sâbitesi (ilmi sureti) i'tibâriyle (dolayısıyle) resûl ise de, vücûd-ı kevnîde (kevni varlıkta (dünyada) henüz risâletle (resulluk görevi ile) meb'ûs olmadığından, (gönderilmediğinden) teblîğa (bildirileri eriştirmeye) me'mûr (vazifeli) olmadığı halde, hakkında    وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا رَحْمَةً لِّلْعَالَمِينَ    (Enbiyâ, 21/107) ve    وَمَا أَرْسَلْنَاكَ إِلَّا كَافَّةً لِّلنَّاسِ    (Sebe', 34/28) âyet-i kerîmeleri şeref vârîd (ulaşmış) olan risâlet-i Muhammediyyede,  bu rahmet-i âmmeden (her şeyi kaplayan (genel) rahmetten)  hazz-ı vâfir (bol bol hisse) hâsıl olmasını murâd etti.  Böyle olunca şimdiye kadar, hiçbir kimsenin yapmadığı vech ile (şekilde) ahvâl-i Berzah'ı (berzah âleminin durumunu) müşâhede ederek (görerek) bu ahvâlden (durumlardan) haber vermek sûretiyle, halk (insanlar) hakkında (üzerine) ilimde akvâ (çok güçlü) olmak için, Berzah'ta, o rahmet-i âmmeden (herşeye olan, genel rahmetten) kendisine haz verilmesini istedi. Halbuki bu hal, (oluş) o hazretin nasîbi değil idi. Binâenaleyh (bundan dolayı) kavmi onu izâ'a ettiler (boşa harcadılar).  Nitekim (S.a.v.) Efendimiz, bi'setlerinden (gönderildikten) sonra Hâlid (a.s.)’ın kerîmesine (kızıyla) mûlâkî oldukda (görüştüğünde),ona hitâben    مرحبا يا بنت نبي اضاعه قومه    ya’nî “Merhabâ, ey kavmi kendisini zâyi’ eden (yitiren, harcayan) nebînin kızı!" buyurdular. (S.a.v.) Efendimiz, Hâlid (a.s.)’ın kavmini "Onlar zâyi' oldular"  diye vasf etmedi (nitelemedi); belki "Onlar, onu murâdına îsâl etmemekle (ulaştırmamakla) ve onun vasıyyetini tutmamakla nebîlerini (peygamberlerini) izâ'a  ettiler (boşa harcadılar, kaybettiler) " diye vasf eyledi (niteledi). İmdi (buna göre) acaba Allah Teâlâ Hâlid (a.s.)’ı. âmmenin (herkesin) hidâyetini (doğru yolu bulmasını) murâd etmekten (istemekten) ibâret olan kâsd (maksadı) ve niyyetinin ecrine (sevabına) vâsıl etti mi (ulaştırdı mı) yoksa etmedi mi? Ve şekk (şüphe) ve ihtilâf (anlaşmazlık) yoktur ki, Hâlid (a.s.) için bu kasd (maksad) ve niyyetin ecri (sevabı) vardır; şekk (şüphe) ve ihtilâf (anlaşmazlık) ancak matlûb olan (istenilen şey) âmmenin (umumun, herkesin) hidâyetinin ecrindedir (sevabındadır) ki, acabâ o matlûbun (arzu edilenin) vücûdda (varlıkta) adem-i vukû'u (gerçekleşmemiş olması) ile berâber mücerred (sadece) vukû'unu (olmasını) arzû etmek müsâvi (eşit) olur mu, olmaz mı? Ya'nî niyyetin ecri (sevabı) / amelin ecri (sevabı) derecesinde midir, değil midir? Şek (şüphe) ve ihtilâf (anlaşmazlık) bundadır.

Devam Edecek

 

 

 
 

İzmir - 22.12.2009
asliye@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com