Füsûs-ül Hikem

406. Bölüm

Asliye Tavşanlı
 

BU   FASS   KELİME-İ MUHAMMEDİYYE'DE MÜNDEMİC   "HİKMET-İ FERDİYYE"'   BEYÂNINDADIR.

"Hikmet-i ferdiyye"nin (ferdiyet ile alakalı hikmetin) Kelime-i Muhammediyye'ye (Muhammed kelimesine) tahsîsindeki (ayrılmasındaki) sebep budur ki: Hakîkat-i Muhammediyye, bi'l-cümle (bütün) taayyünâtın (meydana çıkmışların) evvelidir (ilkidir) ve kâffe-i mevcûdâtın (bütün var olanların) a'yân-ı sâbitelerini (ilmi suretlerini) ve hakâyıkını (hakikatlerini) müştemildir (kapsar). Onun fevkınde (üstünde) hiçbir isim ve sıfat ve na't (vasıf) ile mevsûf (vasıflanmış) ve mevsûm (isimlenmiş) ve men'ût olmayan (sıfatlanmayan) “zât-ı sırf” (yalnızca zat) vardır ki, cemî'-i taayyünâtan (bütün yaratılmışlardan) münezzehdir (temizdir, arıdır, beridir).  Zîrâ (çünkü) zât-ı ahadiyye (ahad olan zat), zâtiyyeti (zat oluşu) hasebiyle (dolayısıyla) tecellîden (görünmeden, belirmeden) müstağnîdir (zengindir, doygundur, ihtiyaç duymaz). Binâenaleyh (bundan dolayı) onun vücûd-ı mutlakı (sınırsız kayıtsız varlığı) zâtiyyeti hasebiyle (dolayısıyla) asla tecellî etmez (belirmez, görünmez). Onun tecellîsi (görünmesi) ancak onda bi'l-kuvve (güç, kuvve olarak) mevcûd olan sıfât (sıfatlar) ve esmâ (isimler) îcâbıdır (gereğidir). Bi'l-farz (diyelim ki) zât-ı ahadiyyette (ahad olan zatında) mündemic (bulunan) ve bi'l kuvve (güç, kuvvet olarak) mevcûd sıfât (sıfatlar) ve esmâ (isimler) bulunmasa, zât zâtiyyeti üzere kalır ve ondan ebeden (asla, hiçbir zaman) tecellî (belirme, görünme) vâkı' olmaz (gerçekleşmez) idi. Fakât onda bi'l-kuvve (güç, kuvve olarak) sıfât ve esmâ-i na-mütenâhiyye (sonsuz sıfatlar ve isimler) bulunduğundan ve bunlar lisân-ı isti'dâdlarıyla (istidatlarının diliyle) zuhûr (açığa çıkmayı) taleb ettiklerinden, (istediklerinden) zât-ı sırf (salt, sırf zat), lâ-taayyün (taayyünsüzlük) mertebesinden mertebe-i ilme (ilim mertebesine) tenezzül ederek (inerek), o sıfât ve esmâ-i nâ-mütenâhiyyenin (sonsuz sıfatlar ve isimlerinin) sûretleri, ilm-i Hak'ta (Hakk’ın ilminde) müteayyin (belirir) ve her birisinin hakîkati yekdîğerinden (bir diğerinden) mütemeyyiz (üstün vasıflarla farklı, seçkin) oldu. Bu mertebeye, mertebe-i vâhidiyyet (teklik mertebesi) ve mertebe-i sıfât ve esmâ (esma ve sıfat mertebesi) ve "hakîkat-i muhammediyye" (Muhammedi hakikat mertebesi) derler. Ahadiyyet (sırf zat) mertebesiyle arasındaki fark, ancak taayyünsüzlük (belirsizlik) ile taayyünden (belirlenmekten) ibârettir. Bu babdaki (konudaki) tafsîlât (geniş açıklama) Fass-ı Şîsi’de (Şisi bölümünde) mürûr etti (geçti). Şu halde Sallallâhü aleyhi vesellem / Efendimiz'in hakîkati cemî'-i taayyünâtın (bütün meydana çıkmışların) mebde'i (başlangıcı) olmak i'tibâriyle (dolayısıyla) vücûdda (varlıkta) vâhid (tek) ve ferddir (tektir, eşsizdir). Ve kezâ (aynı şekilde) bi'l cümle (bütün) taayyünâtı (meydana gelmişleri) muhît olmak (ihata etmek, kuşatmak) i'tibâriyle (sebebiyle) de külliyyetle (tam bütünlük, tümel olmak ile) muttasıftır (vasıflanmıştır). Nitekim, Ferîdüddîn Attâr (k.s.) Bî-ser-nâme'lerinde (şiirinin başında) bu makâma işâreten buyururlar,  Beyt:

 

                  سر حق را با تو كويم آ شكار             أحمد است اين جا احد اي مردكار         

                       فهم كن معنئ الله الصمد                   ميم را بر دار احمد شد احد            

 

     Tercüme: "Ey iş adamı, sırr-ı Hakk'ı (Hakk’ın sırrını) sana açıkça söyleyeyim ki, bu âlem-i taayyünde (açığa çıkmış bu suret aleminde) Ahad, Ahmed'dir, mîm-i taayyünü (taayyün olan “m” i) kaldır, Ahmed, Ahad olur. İşte "Allâhü's-Samed"in (‘Allah sameddir’in) ma'nâsını anla!"

Ve kezâ (aynı şekilde) Gülşen-i Râz sâhibi (k.s.) buyurur. Beyt:

 

                     احد در ميم احمد كشت ظا هر             درين دور اولً آمد عين آخر                   

                  جهاني أندر آن يك ميم غرق است         ز أحمد تا أحد يك ميم فرق است      

 

Tercüme: "Ahad, Ahmed'in mîm-i taayyününde (taayyün olan “m” de) zâhir oldu (göründü).  Bu devirde evvel âhirin (sonranın) aynı geldi. Ahmed'den Ahad'a kadar fark, bir mîmden, ya'nî taayyünden (belirmekten, suretlenmekten) ibârettir. Bütün mevcûdât-ı cihân (evren varlıkları) o mîm-i taayyün (suretlenen “m” nin) içinde müstağraktır (batıktır)."

Ve kezâ (aynı şekilde) Mirzâ Bî-Dil (k.s.) buyurur. Rubâî:

 

                     آن جوهر ايجاد وصفات وأسما                   آن آينه ء  قدرت ذات يكتا          

                    اينت رموز خواجهء هر دو سرا         در غيب أحد است ودر شهادت أحمد           

 

     Tercüme: "O zât-ı ahadiyyenin (ahad olan zatın) âyîne-i kudreti (kudret aynası) ve o sıfât (sıfatlar) ve esmâ (isimler) îcâd ve ızhârının (açığa vurduğunun) cevheri mertebe-i gaybde (gizli mertebede (zatta) Âhad'dır ve mertebe-i şehâdette (görünen (içinde bulunduğumuz) mertebede) ise, Ahmed'dir. İşte her iki cihân seyrinin (gidişatının) rumûzu (sırrının işareti) budur."

Devam Edecek

 

 

 
 

İzmir - 06.01.2010
asliye@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com