BU FASS KELİME-İ MUHAMMEDİYYE'DE MÜNDEMİC "HiKMET-İ
FERDİYYE"' BEYÂNINDADIR.
Velhâsıl (sözün kısası)
zât-ı ahadiyyenin
(Ahad olan Zat’ın) kendi zâtında, kendi
zâtına, kendi zâtı ile olan tecellîsinden
(belirmesinden)
ibâret "feyz-i akdes"
(Zat’ından Zat’ına tecellisi) ile ibtidâ
(ilkin) müteayyin
(meydana çıkan, zahir)
olan ancak "hakîkat-i Muhammediyye"dir
(Muhammedi hakikattir).
Ve mertebede ona müsâvî
(eşit, denk) bir
taayyün (zahir olmuş)
yoktur. O hakîkat, vücûd-ı mutlak-ı Hakk'ın
(sınırsız kayıtsız vücut sahibi
olan Hakkı’n) öyle bir mertebe-i külliyye
(küll olduğu, bütünlük
mertebesidir) ve ferdiyyesidir
(eşsiz, tek oluşudur)
ki, cemî'-i taayyünâtı
(açığa çıkmış bütün varlıkları) müştemil
(kaplar, içine alır)
ve muhîttir (kuşatır, ihata
eder). Ve işte "rûh-ı Muhammedi" (Muhammedi
ruh) budur. Onun için (S.a.v.) Efendimiz
اول ما
خلق الله روحي
yâhut
نوري
buyurmuşlardır. Ferîdüddîn-i Attâr (k.s.) Mantıku't
Tayr'da buyururlar. Beyt:
بود نور جان امر بي هيچ ريب
آنچه أولً شد پديد أزجيب غيب
كشت
عرش وكرسي ولوح وقلم
بعد زان آن نور مطلق زد علم
يك علم ذرًيت است و آدم است
يك علم أز نور باكش عالم است
Tercüme: “Ceyb-i gaybden
(gayb aralığından)
ibtidâ (ilk) zâhir
olan (görünen)
şübhesiz onun nûr-ı cânı
(canının nuru) idi. Ba'dehû
(daha sonra) o nûr-ı
mutlak (kayıtsız nur)
bayrak çekti; arş (gökler
(dokuzuncu gök) ) ve kürsî
(levh-i mahfûz’un bulunduğu
mahal) ve levh
(levha) ve kalem peydâ oldu
(meydana çıktı). Onun nûr-ı pâkinden (pak, mübarek
nurundan) çekilen bayrağın birisi âlemdir
(evrendir);
diğeri dahi Âdem
(İnsan) ve onun zürriyyetidir
(soyundan gelenlerdir).”
Ve Şems hakîkat Mevlânâ-yı Muhammedî-sîret (r.a.)
Mesnevî-i Şerîf’in cild-i sâdisinde
(altıncı cildinde)
buyururlar. Mesnevî:
گم كني هم متن وهم ديباجه را
چون جدا بيني ز حق اين خواجه را
بنده را در خواجهء خود محو دان
دو
مكوي ودو مدان ودو مخوان
شرم دار أي أحول أز شاه غيور
خواجه را چون غير كفتي أز قصور
ديدن او ديدن خالق شده است
ما رميت اذ رميت أحمد بده است
Tercüme: “Vaktâki (ne zaman
ki) bu seyyidü’l-kevneyni
(iki cihanın efendisini)
sen Hak’tan ayrı gördün, kitâb-ı kâinâtın
(kâinat kitabının)
hem metnini (yazılımını)
ve hem de dîbâcesini
(önsözünü, mukaddimesini)
gâib ettin (kaybettin).
İki deme, iki bilme ve iki okuma! Bendeyi
(köleyi) kendi
efendisinde mahv (bitmiş,
perişan, yok) olmuş bil! Kusûr-ı fehminden
(anlayışının eksik olmasından)
nâşî (dolayı),
efendiye “gayr”
(başka) dediğin vakit, ey şaşı, Gayûr
(gayretli, hamiyetli)
olan şâhdan (padişahtan)
utan
وَمَا رَمَيْتَ إِذْ رَمَيْتَ
(Enfâl, 8/17) âyet-i kerîmesindeki “râmî” Ahmed’dir, onu
görmek Hâlık’ı (yaratanı)
görmek olmuştur.”
İmdi
(buna göre)
nübüvvet (nebilik görevi),
(s.a.v) Efendimiz’in vücûd-ı şerîfleriyle
(mübarek vücutlarıyle)
hatm olunduğu (bittiği,
mühürlendiği) gibi, bu Fusûsu’l-Hikem
dahi “hikmet-i ferdiyye” ile
(“ferdiyyet”in hikmeti) ile hatm olundu
(bitirildi).
Ve kezâ (aynı
şekilde) aleyh’s-salâtü ve’s-selâm Efendimiz,
nasıl cemî’-i hakâyıkı (bütün
hakikatleri) câmi’
(kendinde toplamış)
ise “hikmet-i ferdiyye” (ferdiyyet’in
hikmeti) dahi bi’lcümle
(bütün) hikemi
(hikmetleri) câmidir
(toplamıştır).
Devam Edecek |