BU FASS KELİME-İ MUHAMMEDİYYE'DE
MÜNDEMİC "HiKMET-İ FERDİYYE"' BEYÂNINDADIR.
Onun hikmeti, ancak ferdiyye oldu. Zîrâ o, bu nev’-i
insânîde mevcûdun ekmelidir. Ve bunun için emr onunla
bed’ olundu ve onunla hatm olundu. İmdi Âdem, mâ’ ile
tıyn beyninde olduğu halde, o nebî idi. Ondan sonra
neş’et-i unsuriyyesi ile hâtemü’n-nebiyyîn oldu (1).
/Cenâb-ı Şeyh (r.a.) Kelime-i Muhammediyye’nin
(Muhammed kelimesinin)
“hikmet-i ferdiyye”ye
(ferdiyetin hikmetine)
mukârin
(bitişik, beraber) bulunmasının sebebini
îzâhan (anlatarak)
buyururlar ki: Sallallâhü aleyhi ve sellem
Efendimiz’in hikmeti ancak ferdiyyedir. Zîrâ
(çünkü) onun
hakîkati, mukaddimede
(konunun başında) dahi beyân olunduğu
(anlatıldığı)
üzere, fevkınde (üstünde)
ancak zât-ı ahadiyye
(sırf zat)
bulunan cem’iyyet-i ilâhiyye
(ilahi topluluk)
mâkamı ile münferiddir
(eşsizdir, tektir).
Ve o mâkam “Allah” isminin mazharıdır
(görüntü yeridir).
Ve Allah ismi
ise cemî'-i esmâyı (bütün
isimleri) câmi' olan
(toplayan) ism-i
a'zamdır (en büyük
isimdir.(Allah’ın Kuran’da geçen yüz isminden doksan
dokuzu belli esmâ-i hüsnâ’sının fevkındeki adı
“Allah veya hüve ismidir” diyenler vardır) ).
Şu halde bu makâm zât-ı ahadiyyenin
(sırf zatın) en
evvel (ilk önce)
müteayyin (belirmiş)
olduğu bir makâm-ı taayyündür
(açığa çıktığı makamdır).
Ve cemî'-i
taayyûnâtın (bütün
meydana gelmişlerin) mebdei
(başlangıcı) ve
menşeidir (aslıdır,
köküdür) ve binâenaleyh
(bundan dolayı)
bi'l-cümle
(bütün) taayyünâtı
(açığa çıkmış suretleri)
şâmildir
(kapsar, içine alır).
Vücûdda
(varlıkta) ona müsâvî
(denk, eşit) ve
onun nazîri (eşi,
benzeri) olan bir taayyün
(meydana gelmiş, zahir olmuş
varlık) bulunmadığı için bir mertebe-i
ferdiyyedir (eşsiz, tek
olduğu mertebedir).
Ve (S.a.v.)
Efendimiz, bu nev'-i insânîde
(insan ırkında)
mevcûdun ekmelidir (en
mükemmelidir).
Zîrâ (çünkü)
Hak, zuhûr-ı küllî ile
(tüm bütünlüğü, tümel olarak
açığa çıkması) onun vücûdunda
(varlığında)
zuhûr etmiştir
(görünmüştür).
Çünkü enbiyâ
(nebiler) (a.s.) bu nev'in
(türün) ekmelidir
(en mükemmelidir)
ve onlardan her birisi bir ism-i küllînin
(küll, tümel ismin)
mazharıdır (görüntü
yeridir).
Ve külliyyâtın
(tümellerin, bütünlüklerin)
kâffesi (bütün
hepsi) ism-i ilâhî
(ilahi ismin)
tahtında (hükmü altında)
dâhildir
(bulunur).
Ve o ism-i ilâhînin
(ilahi ismin)
mazharı (görüntü yeri)
dahi (S.a.v.) Efendimiz'dir. Böyle olunca
o, bu nev'in (türün)
efrâdının
(fertlerinin) ekmeli
(en mükemmeli)
olur. İşte bu sebeple emr-i vücûd
(varlığın işleri)
onunla bed' olunup
(başlayıp) onunla hatm olundu
(son buldu, mühürlendi).
Çünkü a'yândan
(açığa çıkmışlardan)
en evvel "feyz-i akdes"
(zatından zatına tecelli)
ile müfâz olan
(feyzlenen) şey,
onun ayn-ı sâbitesidir
(ilmi suretidir).
Ve en evvel ekvândan
(varlıktan)
hâriçte (dışarıda)
"feyz-i mukaddes"
(isimlerinin tecellisi) ile mevcûd olan
şey, onun rûh-ı mukaddesidir
(mukaddes ruhudur).
Binâenaleyh
(bundan dolayı) emr-i vücûd
(vücut hususu)
onunla bed' (başladı)
ve emr-i risâlet
(resulluk görevi),
en sonra onunla hatm olundu
(son buldu).
Ve nev'-i Âdem
(Âdem ırkı) âb
(su) ve kil
(toprak)
arasında bulunmakta iken Sallallâhü
aleyhi vesellem Efendimiz nebî
(peygamber) idi.
Çünkü zât-ı ahadiyyenin
(sırf zatın) mertebe-i vâhidiyyete
(teklik mertebesine)
tenezzülünden
(inişinden) ibâret bulunan hakîkat-i
Muhammediyye (Muhammedî
hakikat) bi'l-cümle
(bütün) suver-i
ilmiyye-i esmâiyyeyi
(isimlerin manalarının suretlerini) câmi'
olduğu (topladığı)
gibi, vücûd-ı Hakk'ın
(Hakk’ın varlığının)
ervâh-ı mücerrede
(salt ruhlar) mertebesine tenezzülünde
(inişinde) dahi,
rûh-ı muhammedî
(Muhammedî ruh) cemî'-i ervâhı
(bütün ruhları)
câmi' olan (toplayan)
rûh-i küllî
(tümel ruh) oldu. Ve o mertebede kâffe-i
ervâh-ı beşeriyye ve melekiyyeye
(bütün insani ve melekî
ruhlarının hepsine)
meb'ûs
(peygamber olarak gönderilmiş) oldu. Ve
ervâh (ruhlar)
levh-i mahfûz (ilmi
ilahi (Allah tarafından takdir edilen şeylerin
yazılı bulunduğu manevi levha) )
mertebesinde müteayyin olup
(zahir olup bellilik
kazanıp) hakâyık-ı nûrâniyyeleri
(nurani hakikatleri)
mezâhiri (görüntü
yerleri) ile yekdîğerinden
(bir diğerinden)
ayrıldıktan sonra, Allah Teâlâ hazretleri / o rûh
olan hakîkat-i Muhammediyyeyi,
(Muhammedî hakikati)
müteayyin (bellilik
kazanan, zahir) olan bu mezâhir-i
nûrâniyyenin (nurani
görüntü yerlerinin),
zât-ı ahadiyyenin
(sırf zatın) bi-hasebi'l-esmâ
ve's-sıfât (sayısız
isimler ve sıfatlar dolayısıyle)
zuhûrundan (ortaya
çıkmasından) ibâret olduğunu haber vermek
için, nebî (peygamber)
olarak onlara ba's buyurdu
(gönderdi).
(S.a.v.) Efendimiz ba'dehû
(daha sonra)
neş'et-i unsuriyyesi
(vücuda gelmiş cismi) ile enbiyânın
(nebilerin)
hâtemi (sonuncusu)
oldu. Çünkü hakîkat-i Muhammediyye
(Muhammedî hakikat)
şecere-i kevnin
(kâinat ağacının) çekirdeği
mesâbesindedir
(derecesindedir).
Ve çekirdek ağacın mebdei
(başlangıcı) ve
onun meyvesi de hâtem-i kemâlâtıdır
(olgunluğun sonudur),
Meyvenin zuhûrundan
(ortaya çıkmasından)
sonra fasl-ı harîf
(sonbahar mevsimi) gelmekle, ağacın
yaprakları dökülüp zevâle
(yok olmaya) yüz
tutar. Onun için nübüvvet
(nebilik görevi)
ve dîn ve kemâl-i zuhûr
(tam olgunluğun meydana çıkma) emirleri
(hususları)
şecere-i kevnin (kâinat
ağacının) meyvesi olan onların vücûd-ı
unsurîleri (cismi
vücutları) ile hatm olundu
(bitirildi, mühürlendi)
.
Devam Edecek |