Füsûs-ül Hikem

415. Bölüm

Asliye Tavşanlı
 

BU FASS   KELİME-İ MUHAMMEDİYYE'DE

MÜNDEMİC   "HiKMET-İ FERDİYYE"'   BEYÂNINDADIR.

Böyle olunca Allah Teâlâ kendisine müştâk olanlar (şiddetli arzu, özlem duyanlar) hakkında buyurdu ki: "Ey Dâvûd, benim dahi onlara iştiyâkım (duyduğum özlem) pek şedîddir (şiddetlidir)."  Ya'nî Allah Teâlâ'ya müştâk olanların (şiddetli arzu duyanların) iştiyâkından (arzusundan) Allah Teâlâ'nın onlara olan iştiyâkı (arzusu, özlemi) daha şiddetlidir. Eğer "Hak Teâlâ her şeyde hâzır ve her şeyi müşâhid olduğu (gördüğü) halde O'nun müştâkîne (müştâk olana) iştiyâkı (özlemi) ne ma'nâya gelir?" denilecek olursa, Hakk'ın müştâkîne (müştak olana) olan şevkı (şiddetli arzusu) ve iştiyâkı (özlemi) likâ-ı hastır (tam, esas kavuşmadır) cevâbı verilir. Çünkü Hak, müştâkînin (şiddetli arzu, özlem duyanın) vücûdunda (varlığında) müteayyindir (belirmiştir, meydana çıkmıştır). Ve bu taayyün (suret) arada hicâb-ı likâdır (kavuşmaya perdedir). Ölüm ile ortadan kalkmadıkça likâ-i etemm (tam olarak kavuşma) hâsıl olmaz (oluşmaz).

Meselâ su incimâd edip (donup) buz şeklinde müteayyin olur (belirir). Buzun taayyün-i mahsûsu (kendine ait sureti) erimedikçe onda mahbûs (hapis) olan su, vech-i etemm üzere (tam olarak, kusursuz şekilde) deryâya (denize) mülâkî olmaz. (kavuşamaz) Binaenaleyh (bundan dolayı) bi'l-farz (diyelim ki) suyun buza iştiyâkı (arzu duyması, özlemi), kendi nefsine iştiyâkıdır (arzusudur). Zîrâ (çünkü) Resûl (a.s.) Deccâl'den bâhis olan (bahsedilen) hadîs-i şerîfinde "Sizden biriniz ölmedikçe Rabb'ini müşâhede etmez (görmez)" buyurdu. Şu hâlde abd (kul), mevt (ölüm) vaktinde hâsıl olan (oluşan) likâ-i hâssa (tam, asıl kavuşmayı) müştâk (şiddetli arzulayan) olmak lâzımdır. Tâ ki Hak onun iştiyâkından (arzusundan) daha şedîd (şiddetli) bir iştiyâk (arzu, özlem) ile ona müştâk (arzulayan) olsun. Ve mevt (ölüm) hadd-i zâtında (aslında) hicâb-ı tabîatin (tabiat perdelerinin) ve beden-i kesîf (madde bedeninin) ahkâmının (hükümlerinin) kalkmasından ibâret olan bir hâl (oluş) olduğu cihetle (dolayısıyla) bu likâ-i hâs (tam kavuşma), hem "mevt-i irâdî" (isteğe bağlı ölüm (ölmeden önce ölmek) ve hem de mevt-i tabîîyye (tabii, doğal ölümü) şâmildir (kapsar),  denilmiştir. Fakat mevt-i irâdîde (isteğe bağlı ölümde) bu beden-i kesîfin (madde bedenin) hükmü zâil (yok) olsa bile, taayyün (suret) mevcûd olduğu cihetle (yönüyle), mevt-i tabîî (doğal ölüm) gibi değildir. Nitekim Hz. Mevlânâ (r.a.) efendimizin maraz-ı mevtlerinde (ölüm hastalığında) Şeyh-i kebîr Sadreddîn Konevî (k.s.) hazretleri onların ıyâdetlerini (ziyaretlerine) teşrîf edip (gidip)    شفاك الله شفاء عاجلاً    buyurmasıyla, (demesiyle) Hz. Pîr-i destigîr: (kâmil mürşit) “Bundan sonra”    شفاك الله    sizin olsun. Âşık ile ma'şûk (âşık olunan) arasında kıldan bir gömlekten ziyâde (fazla) bir şey kalmamıştır. İstemez misiniz ki nûr, Nûr'a vâsıl olsun?" (ulaşsın) buyurmuşlardır. / Demek ki mevt-i irâdîde (kendi isteği ile ölmekle),  bu vücûd-i müteayyin, (açığa çıkmış suret) kıldan bir gömlek derecesinde bir hicâb (perde) oluyor. Mevt-i tabîîde (doğal ölümde) ise bu gömlek dâhi kalmıyor.

Beyt:

Hulle-i cennet olursa çekeyim çâk edeyim

Dem-i vuslatta bana hâil ola pîrehenim

Devam Edecek