BU FASS KELİME-İ MUHAMMEDİYYE'DE
MÜNDEMİC "HiKMET-İ FERDİYYE"' BEYÂNINDADIR.
Böyle olunca Allah Teâlâ kendisine müştâk olanlar
(şiddetli arzu, özlem duyanlar)
hakkında buyurdu ki: "Ey Dâvûd, benim dahi
onlara iştiyâkım (duyduğum
özlem) pek şedîddir
(şiddetlidir)."
Ya'nî Allah Teâlâ'ya
müştâk olanların (şiddetli
arzu duyanların) iştiyâkından
(arzusundan) Allah
Teâlâ'nın onlara olan iştiyâkı
(arzusu, özlemi) daha
şiddetlidir. Eğer "Hak Teâlâ her şeyde hâzır ve her şeyi
müşâhid olduğu (gördüğü)
halde O'nun müştâkîne
(müştâk olana)
iştiyâkı (özlemi)
ne ma'nâya gelir?" denilecek olursa, Hakk'ın müştâkîne
(müştak olana) olan şevkı (şiddetli
arzusu) ve iştiyâkı
(özlemi) likâ-ı
hastır (tam, esas kavuşmadır)
cevâbı verilir. Çünkü Hak, müştâkînin
(şiddetli arzu, özlem duyanın)
vücûdunda
(varlığında) müteayyindir
(belirmiştir, meydana çıkmıştır).
Ve bu taayyün
(suret) arada hicâb-ı likâdır
(kavuşmaya perdedir).
Ölüm ile ortadan kalkmadıkça likâ-i etemm
(tam olarak kavuşma)
hâsıl olmaz (oluşmaz).
Meselâ su incimâd edip
(donup) buz şeklinde müteayyin olur
(belirir).
Buzun taayyün-i mahsûsu
(kendine ait sureti)
erimedikçe onda mahbûs
(hapis) olan su, vech-i etemm üzere
(tam olarak, kusursuz
şekilde)
deryâya (denize)
mülâkî olmaz. (kavuşamaz)
Binaenaleyh
(bundan dolayı) bi'l-farz
(diyelim ki) suyun
buza iştiyâkı (arzu duyması,
özlemi),
kendi nefsine iştiyâkıdır
(arzusudur).
Zîrâ (çünkü)
Resûl (a.s.) Deccâl'den bâhis olan
(bahsedilen) hadîs-i
şerîfinde "Sizden biriniz ölmedikçe Rabb'ini müşâhede
etmez (görmez)"
buyurdu. Şu hâlde abd
(kul),
mevt (ölüm)
vaktinde hâsıl olan
(oluşan) likâ-i hâssa
(tam, asıl kavuşmayı)
müştâk (şiddetli
arzulayan) olmak lâzımdır. Tâ ki Hak onun
iştiyâkından (arzusundan)
daha şedîd
(şiddetli) bir iştiyâk
(arzu, özlem) ile ona
müştâk (arzulayan)
olsun. Ve mevt (ölüm)
hadd-i zâtında
(aslında) hicâb-ı tabîatin
(tabiat perdelerinin)
ve beden-i kesîf
(madde bedeninin) ahkâmının
(hükümlerinin)
kalkmasından ibâret olan bir hâl
(oluş) olduğu cihetle
(dolayısıyla) bu
likâ-i hâs (tam kavuşma),
hem "mevt-i irâdî"
(isteğe bağlı ölüm (ölmeden önce
ölmek) ve hem de mevt-i tabîîyye
(tabii, doğal ölümü)
şâmildir (kapsar),
denilmiştir.
Fakat mevt-i irâdîde (isteğe
bağlı ölümde) bu beden-i kesîfin
(madde bedenin) hükmü
zâil (yok) olsa
bile, taayyün (suret)
mevcûd olduğu cihetle
(yönüyle),
mevt-i tabîî
(doğal ölüm)
gibi değildir. Nitekim Hz. Mevlânâ (r.a.) efendimizin
maraz-ı mevtlerinde (ölüm
hastalığında) Şeyh-i kebîr Sadreddîn Konevî
(k.s.) hazretleri onların ıyâdetlerini
(ziyaretlerine)
teşrîf edip (gidip)
شفاك
الله شفاء عاجلاً
buyurmasıyla, (demesiyle)
Hz. Pîr-i destigîr:
(kâmil mürşit)
“Bundan sonra”
شفاك الله
sizin olsun. Âşık ile ma'şûk
(âşık olunan) arasında kıldan bir gömlekten
ziyâde (fazla) bir
şey kalmamıştır. İstemez misiniz ki nûr, Nûr'a vâsıl
olsun?" (ulaşsın)
buyurmuşlardır. / Demek ki mevt-i irâdîde
(kendi isteği ile ölmekle),
bu vücûd-i
müteayyin, (açığa çıkmış
suret) kıldan bir gömlek derecesinde bir
hicâb (perde)
oluyor. Mevt-i tabîîde (doğal
ölümde) ise bu gömlek dâhi kalmıyor.
Beyt:
Hulle-i cennet olursa çekeyim çâk edeyim
Dem-i vuslatta bana hâil ola pîrehenim
Devam Edecek |