BU FASS KELİME-İ MUHAMMEDİYYE'DE MÜNDEMİC "HiKMET-İ
FERDİYYE"' BEYÂNINDADIR.
Binâenaleyh
(bundan dolayı)
kevn
(kozmik evren)
ferdiyyet-i selâsiyye
(üçlü tek)
üzerine müstenid
(kurulu)
olduğu gibi muhabbet
(sevgi)
dahi bu ferdiyyet üzerine müstenid
(kurulu)
oldu. Zîrâ
(çünkü)
racül
(erkek)
Hak'tan ve kadın racülden
(erkekten)
müştakk olup
(türeyip)
yekdîğerine
(birbirlerine)
muhabbet ettiler
(sevgi duydular).
Ve bunun netîcesi olmak üzere racül
(erkek),
kadının
kendi aslı
(özü)
bulunan erkeğe iştiyâkı
(özlem duyması)
kabîlinden
(türünden)
olarak, kendi aslı
olan Rabb'ine müştâk
(özlem duyan, can atan)
oldu. Binâenaleyh
(bundan dolayı)
Allah Teâlâ kendi sûreti üzerine halk ettiği
(yarattığı)
kimseyi, ya'nî racülü
(erkeği)
sevdiği gibi, o racüle
(erkeğe)
kendisinden müştakk olan
(türeyen)
kadını sevdirdi. Şu halde racülün
(erkeğin)
muhabbeti
(sevgisi)
ancak kendisinden mütevekkin olan
(doğan,
meydana gelen)
kadına vâkı'
(olmuş)
oldu ve racülün
(erkeğin)
muhabbeti
(sevgisi)
dahi kendinin aslı
(özü)
olan Hakk'â vâkı'
(olmuş)
oldu. Çünkü o vücûd-ı Hak'tan
(Hakk’ın varlığından)
mütekevvin oldu
(meydana geldi).
Binâenaleyh
(bundan dolayı)
racülün
(erkeğin)
muhabbetinde
(sevgisinde)
asl
(esas)
olan muhabbet-i ilâhiyyedir
(ilahi sevgisidir)
ve kadına olan muhabbet
ise muhabbet-i ilâhiyyenin
fer'idir
(bir koludur).
İşte racül
(erkek),
muhabbet-i ilâhiyye
(ilahi sevgi)
üzerinde sâbit
(mevcut)
olduğu için / Sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz
hadîs-i şerîflerinde
حُبًبَ إلَيً
ya'nî "Bana sevdirildi" buyurdu. Ve
أحْبَبْتُ
ya'nî "Ben kendi nefsimden sevdim" buyurmadı. Çünkü onun
muhabbeti
(sevgisi),
onu kendi sûreti üzerine halk eden
(yaratan)
Rabb-i mutlakadır
(kayıtsız Rab’dır).
Hattâ racülün
(erkeğin)
kendi kadınına olan muhabbeti
(sevgisi)
dahi, yine Rabb'ine müteallıktır
(bağlıdır).
Zîrâ
(çünkü)
kadına olan muhabbet
(sevgi),
muhabbet-i
ilâhiyye
(ilahi sevgi)
iledir. Ve muhabbet-i ilâhiyye
(ilahi sevgi)
asıl,
muhabbet-i nisâ
(kadın sevgisi)
ise fer'dir
(asıldan bir uzantıdır).
Ve
racülün
(erkeğin)
kadına muhabbeti
(sevgisi),
tahalluk-ı ilâhi
(ilahi ahlaklanma)
ile mütehallık
(ahlaklanmış)
olmasından nâşîdir
(dolayıdır).
Çünkü tahalluk-i ilâhî
(ilahi ahlaklanma)
kendinden müştakk
(türemiş)
olan ve kendi sûreti üzerine bulunan insana muhabbettir
(sevgidir).
Ve kadın, racülün
(erkeğin)
sûreti üzere, racülden
(erkekten)
müştakk
(türemiş, meydana gelmiş)
olduğundan, bu tahalluk-ı ilâhî
(ilahi ahlaklanma)
netîcesi olarak racül
(erkek)
kadına muhabbet etmiştir
(sevgi duymuştur).
Mesnevî:
خالقست آن كوييا مخلوق نيست
چرتو حقست آن معشوق نيسب
Tercüme: "Kadın pertev-i Hak'tır
(Hakk’ın nurudur);
o ma'şûk
(aşık olunan, sevilen)
değildir. Ve mazhar-ı ilâhî
(Hakk’ın görüntü mahalli)
olması i'tibâriyle
(dolayısıyla)
o gûyâ
(sözde)
Hâlık'tır
(yaratıcıdır),
mahlûk
(yaratık)
değildir:"
Vaktâki erkek kadına muhabbet etti, vuslatı istedi;
ya'nî muhabbette vâkı' olan vuslatın gâyesini taleb
etti; imdi neş'et-i unsuriyye sûretinde nikâhdan a'zam
vuslat olmadı. Ve işte bunun için şehvet, onun bütün
eczâsına âmm olur. Ve bundan dolayı ondan iğtisâl ile
emrolundu. Binâenaleyh husûl-i şehvet indinde onda
fenânın âmm olması gibi, tahâret âmm oldu. Zîrâ muhakkak
Hak Teâlâ abdi üzerine gayûrdur ki, kendisinin gayrisi
ile iltizâz eylediğini i'tikâd ede. Böyle olunca
kendisinde fânî olduğu kimsede, ona nazar ile Hakk'a
rücû' etmesi için, onu gusl ile tathîr eyledi. Çünkü
bunun gayri vâkı' değildir. İmdi erkek, Hakk'ı kadında
müşâhede ettikde, onun şuhûdu münfailde oldu. Ve kadının
kendisinden zuhûru haysiyyetinden Hakk'ı kendi nefsinde
muşâhede ettikde, onu fâilde müşâhede eyledi. Ve
kendisinden mütevekkin olan şeyin sûretini istihzâr
etmediği haysiyyetle onu nefsinden müşâhede ettikde,
onun şuhûdu bilâ-vâsıta Hak'tan münfailde vâkı' olur.
Binâenaleyh racülün Hak için şuhûdu, kadında etemm ve
ekmeldir. Zîrâ Hakk'ı fâil ve münfail olduğu
haysiyyetten müşâhede eder. Ve kendi nefsinden şuhûdu,
hâssaten racülün münfail olması haysiyyetiyledir.(12).
Vaktâki
(ne zaman ki)
erkek Allah'ın sevdirmesi ile kadına muhabbet etti
(sevdi),
kadına kavuşmak istedi. / Ya'nî îcâb-ı muhabbet
(sevginin gereği)
olan kavuşmak keyfiyyetinin
(hususunun)
nihâyetini
(sonunu)
taleb etti
(istedi).
Bu neş'et-i unsuriyye
(vücûda gelmiş unsurlar)
sûretinde ve bu kesâfet-i cismâniyyede
(kesifleşmiş cisimlerde),
nikâhdan,
ya'nî cimâ'dan
(çiftleşmeden)
daha büyük bir vuslat
(kavuşma)
vâkı' olmadı
(gerçekleşmedi).
İşte erkek kadını ve kadın erkeği sevip her ikisi de
yekdîğerinden
(biri diğerinden)
vuslatın
(kavuşmanın)
nihâyeti
(sonu)
olan cimâ'ı
(çiftleşmeyi)
taleb ettikleri
(istedikleri)
için, hîn-i inzâlde
(boşalma sırasında)
şehvet, vücûdlarının bi'l-cümle
(bütün)
eczâsına
(parçaçıklarına)
sirâyet edip
(yayılıp)
erkek kadının ve kadın erkeğin süretinde ve şehvette
fânî
(yok)
oldular. Ve şehvet onların eczâ-yı vücûdlarına
(vücutlarının en küçük zerrelerin)
umûmen
(hepsine)
sirâyet ettiği
(yayıldığı)
için cimâ'dan
(çiftleşmeden)
gusl etmekle
(boy aptesti almakla)
emrolundular. Binâenaleyh
(bundan dolayı)
şehvetin husûlü
(meydana geldiği)
indinde
(sırada)
erkeğin kadında ve kadının erkekte fenâlarının
(yok olmalarının)
umûmî
(her ikisine de)
olması gibi, her ikisi hakkında dahi tahâret
(temizlenmek)
umûmî
(bütüne (her ikisine)
oldu. Zîrâ
(çünkü)
Hak Teâlâ hazretleri kulları üzerine gayûrdur
(kıskançtır).
Bu gayretinden
(kıskançlığından)
nâşî
(dolayı),
istemez ki kulları, kendisinin gayri
(başka)
olan suver
(suretler)
ile iltizâz eyledikleri
(lezzet aldıkları)
i'tikâdında
(inancında)
bulunsunlar. Binâenaleyh
(bundan dolayı)
erkeğin fânî
(yok)
olduğu kadından ve kadının şehvetle fânî
(yok)
olduğu erkekten, Hakk'a nâzır
(Hakk’a dönük)
olmaları ve Hakk'a rücû' eylemeleri
(geri dönmeleri)
için, gayr
(başka)
ile iltizâz
(lezzetlenme)
i'tikâdından
(inancından)
mütehassıl
(hasıl)
olan cenâbetten Hak onları gusül
(boy aptesti almak)
ile tathîr eyledi
(temizledi).
Zîrâ
(çünkü)
vücûd-i Hakk'ı
(Hakk’ın varlığını)
mükevvenâtın
(bütün mahlukların)
vücûdundan
(varlığından)
gayri
(başka)
gören kimseler, esnâ-yı cimâ’da
(birleşme sırasında)
kadının sûretinde fânî
(yok)
olurlar; ve kadının vücûdundan lezzet aldıkları
i'tikâdında
(inancında)
bulunurlar. Onlar gerek kendinin ve gerek kadının
sûretinde müteayyin olanın
(meydana çıkanın)
Hak olduğundan gâfildirler
(habersizdirler).
Velâkin
(fakat)
müşâhede
(görüş)
sâhibi olan ârif
(bilirkişi),
her
sûrette Hakk'ı müşâhede eder
(görür).
Ve racül
(erkek)
Hakk'ın ve kadın dahi racülün
(erkeğin)
sûretinde zâhir olduğu
(açığa çıktığı, göründüğü)
cihetle,
(yönüyle)
racüle
(erkeğe)
nisbeten
(göre)
Hakk'ın / fâiliyyetini
(etkenliğini)
ve kadına nisbeten
(göre)
Hakk'ın münfailiyyetini
(edilgenliğini)
müşâhede eder
(görür).
Ve
bi'n-netîce
(sonuç olarak)
Hakk'ı, kadının mazharında
(görüntü yerinde (suretinde)
ekmel-i vech üzere
(en mükemmel ve kusursuz şekilde)
müşâhede eyler
(görür).
Zîrâ
(çünkü)
vücûdda
(varlıkta),
nefs-i emr
(işin aslı)
bundan başka bir şey değildir.
İmdi
(buna göre)
racül
(erkek)
vuslat
(kavuşma)
hâlinde Hakk'ı kadında müşâhede eylediği
(gördüğü)
vakit, onun Hakk'ı müşâhedesi
(görmesi)
münfailde
(“edilgen”de)
olur. Çünkü kadın mahall-i infiâldir
(etkilenme yeridir).
Ve
racül
(erkek)
Hakk'ı, mahall-i infiâl
(etkilenme yeri)
olan kadının sûretinde zuhûru
(görünmesi)
i'tibâriyle,
(dolayısıyla)
müşâhede etmiş
(görmüş)
olur. Ve racül
(erkek)
kadının kendisinden zuhûru
(meydana çıktığı)
i'tibâriyle
Hakk'ı, hâlet-i vuslatta
(kavuşma halinde),
kendi
nefsinde müşâhede ettiği
(gördüğü)
vakit, Hakk'ı fâilde
(“etken”de)
müşâhede eder
(görür).
Çünkü
kadın, racülün
(erkeğin)
sûretinde olarak, racülden
(erkekten)
zâhir olduğu
(meydana geldiği)
cihetle, kadın bu i'tibârla
(bakımdan)
fâil
(etken)
olur. Binâenaleyh
(bundan dolayı)
bu
müşâhede
(görüş)
sâhibi Hakk'ı kendi nefsinde fâiliyyet
(etkenlik)
sıfatı ile müşâhede eylemiş
(görmüş)
olur. Ve racül
(erkek)
kendinden mütekevvin
(oluşmuş)
olan kadının sûretini istihzâr etmediği
(hatırlamadığı)
halde, Hakk'ı kendi nefsinde müşâhede eyledikde
(gördüğünde),
onun şuhûdu
(görüşü)
bilâ-vâsıta
(vasıtasız)
Hak'tan münfailde
(edilgende)
vâkı'
(olmuş)
olur. Ve bu şuhûd
(görüş)
sâhibi, iki evvelki şuhûd
(görüş)
beynini
(arasını)
cem' etmiş
(toplamış)
bulunur. Çünkü onun nefsi bilâ-vâsıta
(vasıtasız)
Hak'tan münfaildir
(edilgendir).
Binâenaleyh
(bundan dolayı)
Hakk'ı vech-i evvel
(ilk şekil)
üzere hem fâilde
(etkende)
ve
vech-i sâni
(ikinci şekil)
üzere hem de münfailde
(edilgende)
müşâhede etmiş
(görmüş)
olur. Böyle olunca, racülün
(erkeğin)
Hak için olan şuhûdu
(görüşü),
kadında etemm
(en tam)
ve
ekmeldir
(en mükemmeldir).
Çünkü racül
(erkek)
üçüncü vech
(şekil)
üzere Hakk'ı kadında hem fâil
(etken)
ve
hem de münfail
(edilgen)
olarak müşâhede eder
(görür).
Ve
racülün
(erkeğin)
kendi nefsinden Hakk'ın şuhûdu,
(görüşü)
hâssaten
(özellikle)
racülün
(erkeğin)
münfail
(edilgen)
olması haysiyyetiyledir
(sebebiyledir).
Çünkü Hak racülü
(erkeği)
kendi sûreti üzerine halk ettiği
(yarattığı)
için racül
(erkek)
münfaildir
(edilgendir).
Ve
kadına nisbetle
(göre)
Hakk'ı / kendi nefsinden müşâhede etse
(görse),
onun
Hak hakkındaki şuhûdu
(görüşü)
bilhassa
(özellikle)
fâilde
(etkende)
vâkı' olmuş
(gerçekleşmiş)
olur. Binâenaleyh
(bundan dolayı)
racülün
(erkeğin)
Hak hakkındaki şuhûdu
(görüşü)
hem fâiliyyet
(etkinlik)
ve
hem de münfailiyyetle
(edilgenlikle)
olduğu için kadında etemm
(en tam)
ve
ekmeldir
(en mükemmeldir).
Devam Edecek |