BU FASS KELİME-İ MUHAMMEDİYYE'DE
MÜNDEMİC "HiKMET-İ FERDİYYE"' BEYÂNINDADIR.
Ve onları “nisâ” ile tesmiye etti. Ve o, lafzından
kendisi için vâhid olmayan cem'dir. Ve bundan dolayı
Resûl (a.s.)
حُبًب
الًيً من دنياكم ثلاث : النساة
buyurdu. / “Mer'e” demedi. Binâenaleyh vücûdda nisânın
ricâlden taahurlarına riâyet etti. Zîrâ muhakkak
نسأة
te'hîrdir. Allah Teâlâ
إِنَّمَا النَّسِيءُ
زِيَادَةٌ فِي
الْكُفْرِ
(Tevbe, 9/37) ya'nî “Te'hîr, küfürde ziyâdedir” buyurdu.
Ve nüs'e ile bey', te'hîr ile kâildir. İmdi bunun için
nisâyı zikr eyledi. Böyle olunca onlara ancak mertebe
ile muhabbet etti. Ve muhakkak onlar, mahall-i infiâldir.
Binâenaleyh racül için nisâ', Hak için tabîat gibidir.
Öyle tabîat ki, teveccüh-i irâdi ve emr-i ilâhî ile
âlemin sûretlerini onda feth etti; öyle teveccüh-i irâdî
ve emr-i ilâhî ki, suver-i unsuriyye âleminde nikâh ve
ervâh-ı nûriyye âleminde himmet ve intâc için maânîde
tertîb-i mukaddimâttır. Ve bunun kâffesi, bu vücûhdan
her bir vecihde ferdiyyet-i ûlânın nikâhıdır (14).
Ya'nî Resûl (a.s.) kadınları "nisâ" tesmîye etti
(diye adlandırdı).
Ve "nisâ"' lafzı
(sözü) bir cemi'dir
(çoğuldur) ki, bu
lafızdan (sözden)
"bir kadın" ma'nâsı anlaşılmaz, kadınların kâffesini
(hepsini) şâmildir
(kapsar).
Bu şümûlden
(kapsamından) dolayı (S.a.v.) Efendimiz:
"Sizin dünyânızdan bana üç şey sevdirildi: Nisâ’...
“buyurdu. Nisâ' (kadınlar)
lafzı (sözü)
yerine "mer'e" (kadın) demedi. Binâenaleyh (bundan
dolayı) "nisâ"' lafzını
(sözünü) isti'mâl
buyurmakla (kullanmakla)
vücûdda (varlıkta)
nisânın
(kadınların) ricâlden
(erkeklerden) muahhar
(sonra, geride)
olduklarını işâreten (işaret
ederek) beyâna
(bildiriye) riâyet
(itibar) etmiş oldu.
Çünkü "nisâ"' lafzı (sözü)
"nüs'et"ten müştaktır
(türemiştir) ve "nüs'et"
"te'hîr" (geciktirme, geriye
bırakma) ma'nâsına gelir. Nitekim, Allah
Teâlâ Hazretleri Kur'ân-ı Kerîm'de
إِنَّمَا النَّسِيءُ زِيَادَةٌ فِي الْكُفْرِ
(Tevbe, 9/37) buyurmuştur ki: Te'hîr,
küfürde
“ziyâdedir"
demek olur. Ve “nüs'e ile bey”
(vadeli, veresiye satış)
derler ki, semen-i mebî’ın
(satılmış şeyin tutarının)
te'hîri
(geciktirilmesi) ma'nâsını ifâde eder.
Türkçe'de "veresiye satış" ta'bîr olunur
(denir).
İşte (S.a.v.) Efendimiz kadınların kâffesine
(hepsini) şâmil
(içine alan) ve
vücûdda / (varlıkta)
kadınların ricâlden
(erkeklerden) muahhar
(sonraya, geriye bırakılmış)
oldukları ma'nâsını müfîd olduğu
(ifade ettiği) için,
nisâyı "nisâ"' ile tesmiye etti
(adlandırdı),
"mer'e" demedi. Çünkü "nisâ"'
(“kadınlar”) lafzının
(sözünün) ifâde
ettiği ma'nâyı "mer'e"
(“kadın”) ifâde etmez.
İmdi
(buna göre) Resûl
(a.s.), nisâya (kadınlara)
ancak mertebe ile muhabbet etti
(sevdi).
Ve nisâ',
(kadınlar) mahall-i infiâldir
(etkilenme yeridir).
Zîrâ (çünkü)
cins-i nisâ’
(kadın cinsi),
cins-i ricâlden
(erkek cinsinden),
ricâlin (erkeğin)
sûreti üzere mahlûktur
(yaratılmıştır).
Ve vücûdda
(varlıkta) fâiliyyet
(etkenlik),
mûnfailiyyetten
(edilgenlikten) mukaddemdir
(öncedir).
Ve kadın, erkeğin fâiliyyetinden
(etkisinden) münfail
olur (etkilenir).
Ve bu infiâl
(etkilenme) netîcesinde kadından nev’'-i
beşer (beşer (insan) türü)
tevellüd eder
(doğar). Ve
Hak Teâlâ bilinmeği muhabbet etti
(sevgi duydu), Âdem'i (İnsan’ı) yarattı.
Ve ma'rifet-i ilâhiyye
(Hakk’ı bilme, tanıma) nev'-i beşer
(beşer (insan) türü)
ile hâsıl (olmuş)
oldu. Binâenaleyh (bundan
dolayı) Âdem'in
(İnsan’ın) vücûdu, muhabbet-i ilâhiyye
(ilahi sevgi) ile
zâhir oldu (açığa çıktı,
göründü).
Şu halde racûlden
(erkekten) münfailen
(etkilenerek)
kendisinden benî beşer (beşer
oğlu) zâhir olan
(meydana gelen) nisâya
(kadınlara) hubb-i
ilâhî (ilahi sevgi)
taalluk etti (bağıntılı
oldu) . Ve
(S.a.v.) Efendimiz'in nisâya
(kadınlara) muhabbeti
(sevgisi) dahi,
onların mahall-i infiâl
(edilgi mahalli, etkilenme yeri) olan
mertebesinden dolayı, onlara vâkı'
(olmuş) oldu.
İmdi
(buna göre) nisâ
(kadınlar) racül
(erkek) için
tabîat gibidir. Öyle tabîat ki, teveccüh-i irâdi
(iradi yöneliş) ve
emr-i ilâhî (Hakk’ın emri)
ile âlemin
(evrenin) sûretlerini onda feth etti
(açtı).
Tabîat hakkındaki
tafsîlât (geniş açıklama)
Fass-ı İdrîsî'de
(İdris bölümünde) ve
Fass-ı İsevî'de (İsa
bölümünde) ve irâde ve meşiyyet-i ilâhiyye
hakkındaki tafsîlât (geniş
açıklama) dahi Fass-ı Üzeyrî ve Lokmânî’de
(Üzeyir ve Lokman bölümünde)
ve tekvîn hakkındaki tafsîlât
(geniş açıklama) dahi
Fass-ı sâlihî'de
(Salih bölümünde) mürür etti
(geçti).
Öyle teveccüh-i irâdî
(iradi yönelim)
ve emr-i ilâhî
ki, suver-i unsuriyye
(madde suretler) âleminde nikâh ve ervâh-ı nûriyye
(nur ruhlar)
âleminde himmet ve intâc için
maânîde
(manalarda) tertîb-i mukâddimâttır
(ilk tertiptir).
Ve bu zikr olunan
(anlatılan) şeylerin kâffesi
(hepsi) vecihlerden
(zatlardan)
her bir vecihde
(zatta)
ferdiyyet-i ûlâ
(ilk ferdiyet, ilk teklik) olan üç adedinin
nikâhıdır. Ferdiyyet-i selâsiyye
(üçlü tek) ve icâd-ı
maânî (manaların yaratılması)
hakkındaki tafsilât
(geniş açıklama) kezâ
(aynı şekilde)
Fass-ı Sâlihî'de (Salih
bölümünde) ve himmet hakkındaki îzâhât
(geniş açıklama) dahi
Fass-ı Lûtî ve İshâkî'de
(Lut ve İshak bölümünde)
mürûr eyledi (geçti).
Burada icmâlden
(özet olarak) beyânı
(açıklaması) budur
ki:
Tabiat ulûhiyyetin zâhiriyyeti
(dış yüzü) olan
hakîkat-i vâhidedir (tek
hakikattir).
لِشَيْءٍ إِذَا أَرَدْنَاهُ أَن نَّقُولَلَهُ كُن
فَيَكُونُ
(Nahl, 16/40) âyet-i kerîmesinde beyân buyrulduğu
(bildirildiği) üzere,
ilm-i ilâhîde (Allah’ın
ilminde) şey'iyyetleri
(nesnellikleri)
sâbit
(belirlenmiş) olan suver-i ilmiyye-i
ilâhiyyenin (Allah’ın
ilmindeki suretlerin) zılâli
(gölgeleri),
ki / suver-i âlemdir
(evren suretleridir (açığa
çıkmış ilm-i suretlerdir),
hakîkat-i vâhide
(tek hakikat) olan tabîatta zuhûruna
(meydana çıkmasına) teveccüh-i irâdî
(iradi
yönelim) ve "Kün
(ol)!"
emr-i ilâhîsi
(ilahi emri) şeref
sâdır oldukda (şerefle
çıktığında),
o eşyâ (şeyler
(ilmi suretler) ) kendi nefslerini
îcâd ederler
(yaratırlar).
Ve emr-i tekvîn
(yaratma emri),
gerek Hak ve gerek şey
(ilmi suret)
tarafından ferdiyyet-i selâsiyyeye
(üçlü ferdiyete)
müsteniddir (dayalıdır).
Hak tarafından ferdiyyet-i selâsiyye
(üçlü ferdiyet) "zât"
ve "irâde" ve "kavl"dir. Ve şey
(ilmi suret)
tarafından dahi "ilm-i ilâhîde
(Allah’ın ilminde)
sâbit (belirlenmiş)
olan onun şey'iyyeti
(nesnelliği)",
"Kün! kavl-i ilâhîsini istimâ'ı"
(Hakk’ın “ol” sözünü işitmesi)
ve "emre imtisâli"dir
(“emre uymasıdır”).
Binâenaleyh
(bundan dolayı) âlem-i tabîatta
(tabiat âleminde)
âlemin sûretlerinin fethi
(açılımı, açılışı) ferdiyyet-i selâsiyyeye
(üçlü ferdiyete)
müstenid (dayalı)
oldu. Ve bu teveccüh-i irâdî
(iradi yönelim) ve emr-i ilâhî
(ilahi emir) suver-i
unsuriyye (unsur suretler,
asıl temel suretler) âleminde nikâhdır. Bu da
ferdiyet-i selâsiyyeye (üçlü
ferdiyete) müsteniddir
(dayalıdır).
Zîrâ (çünkü)
burada "Hak" ve "racül"
(erkek) ve "mer'e" (kadın)
sâbittir (mevcuttur).
Zîrâ
(çünkü) Hak
teveccüh-i irâdî (iradi
yönelim) ve emr-i ilâhi
(ilahi emir) ile
kendi sûreti üzerine racülü
(erkeği) halk etti
(yarattı) ve ona
muhabbet etti (sevgi duydu) Ve mer'e (kadın)
racülün (erkeğin)
sûreti üzere racülden
(erkekten) zâhir olup
(meydana gelip) racül
(erkek) ona
muhabbet etti (sevgi duydu)
Ve racül (erkek)
kendi mislinin
(benzerinin) ızhârı
(meydana çıkması) için vuslatın
(kavuşmanın) a'zamı
(en büyüğü) olan
cimâ'ı (çiftleşmeyi)
taleb (arzu)
etti. Binâenaleyh (bundan
dolayı) racül
(erkek) nisâda
(kadınlarda) suver-i beşeriyyeyi
(beşer suretleri)
cimâ’ (çiftleşme)
ile feth eder (açar).
Bu da suver-i unsuriyye
(madde suretler) âleminde teveccüh-i irâdî
(iradi yönelim) ve
emr-i ilâhidir (ilahi
emirdir).
Ervâh-ı nûriyye (nur olan
ruhlar) âleminde, bu teveccüh-i irâdî
(iradi yönelim) ve
emr-i ilâhî (Hakk’ın emri)
himmettir. Zîrâ
(çünkü) âlem-i ervâhın
(ruhlar âleminin)
süretleri himmetle (manevi
güçle) feth
olunur (açılır).
Bu da ferdiyyet-i selâsiyyeye
(üçlü ferdiyete)
müsteniddir (dayalıdır).
Çünkü "Hak", "sâhib-i himmet"
(himmet sahibi) ve
"himmet olunan şey" sâbittir. Ve bu ferdiyyet-i
selâsiyyenin (üçlü
ferdiyetin) netîcesi âlem-i ervâhda
(ruhlar âleminde)
tekevvün eden (oluşan,
meydana çıkan) sûrettir. Ve kezâ
(aynı şekilde)
teveccüh-i irâdî (iradi
yönelim) ve emr-i ilâhî,
(Hakk’ın emri) maânî
(manalar) âleminde
îcâd-ı maânîde (manaların
yaratılmasında) tertîb-i mukaddimâttır
(ilk tertiptir) ki,
bu da ferdiyyet-i selâsiyyeye
(üçlü ferdiyete)
müsteniddir (dayalıdır).
Çünkü bir kıyâs-ı
mantıkî (mantıki
karşılaştırma)
tertîb edip (düzenleyip)
"Âlem mûteğayyirdir; Her müteğayyir hâdistir;
Öyleyse âlem hâdistir" desek, bunda biri "Âlem
müteğayyirdir (evren
değişkendir)" ve
diğeri "Her müteğayyir hâdistir"
(her değişken olan sonradan
yaratılmıştır) tarzında
(şeklinde) iki
mukaddime (önsöz)
tertîb etmiş
(düzenlemiş) oluruz. Bu mukaddimelerin
(önsözlerin) her
birinde ikişer müfred (tekil)
vardır ki, bunlar: “Âlem, müteğayyir;
müteğayyir, hâdis” kelimeleridir. Velâkin
(fakat) ikinci
mukaddimedeki (önsözdeki)
"müteğayyir" kelimesi tekerrür etmiştir
(tekrarlanmıştır).
Bunun hizmeti iki mukaddimeyi
(önsözü)
---racül (erkek)
ile nisâ
(kadınlar) arasında vâkı'
(olmuş) olan nikâh
gibi--- yekdîğerine
(birbirine) rabt etmektir
(tutturmaktır).
Binâenaleyh
(bundan dolayı) / bu
mükerrer (tekrarlanan)
müfredden (tekilden)
sarf-ı nazar olundukda
(hesaba katmayıp (atılınca)
"âlem, müteğayyir, hâdis" müfredleri
(tekilleri) kalır ki,
"öyle ise âlem hâdistir" netîcesi bu üç "müfred"den
(tekten) tevellüd
eder. (doğar) Bu
sûrette (şekilde)
îcâd-ı maânî (manaların
icadı) ferdiyyet-i selâsiyyeye
(üçlü ferdiyete)
müstenid (dayalı)
olmuş olur.
Devam Edecek |