Füsûs-ül Hikem

433. Bölüm

Asliye Tavşanlı
 

BU FASS   KELİME-İ MUHAMMEDİYYE'DE MÜNDEMİC   "HiKMET-İ FERDİYYE"'   BEYÂNINDADIR.

Ve devâm ettikçe, tasarruftan men' eden, namazdan gayri bir ibâdet yoktur. Ve namazda olan zikrullah, namazın müştemil olduğu akvâl ve ef’âlden olan şeyden ekberdir. Ve muhakkak biz racül-i kâmilin namazdaki sıfatını Fütûhât-ı Mekkiyye'de zikr ettik ki nasıl olur. Zîrâ Allah Teâlâ    وَالْمُنكَرِ إِنَّ الصَّلَاةَ تَنْهَى عَنِ الْفَحْشَاء    (Ankebût, 29/45) ya'nî "Namaz fahşâ ve münkerden / nehy eder" buyurur. Z'ırâ Hak Teâlâ, namazda oldukça bu ibâdetin gayrisinde tasarruf etmemeyi musallî için şer' etti. Ve ona "musallî'" denir. Ve Allâh'ın zikri (ya'nî salâtta) ekberdir. Ya'nî' Allah Teâlâ'dan abdi için onun suâlinde, ona icâbet ettiği hînde ve onun üzerine senâsında vâkı' olan zikir, namazda abdin Rabb'ini zikrinden ekberdir. Zîrâ Kibriyâ Allah'a mahsûstur. Ve bundan dolayı    وَاللَّهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ    (Ankebût, 29/45) dedi. Ve "    أَوْ أَلْقَى السَّمْعَ وَهُوَ شَهِيدٌ    (Kâf, 50/37) buyurdu. Ve abdin vâkı' olan hitâba ilkâ-yı sem'i Allah'ın namazda onu zikrindendir (27).

Ya'nî namaza benzeyen hiçbir ibâdet yoktur. Çünkü nâmaz kılan kimse, namazdan başka hiç bir şeyle meşgûl olamaz. Namaz onu tasarrûftan  men'eder (alıkoyar). Fakat başka ibâdât (ibadetler) böyle değildir. Meselâ oruç tutan kimse bir şey satın alabilir. O vakit ona "müşterî" isimi verilebilir. Ve kezâ (aynı şekilde) bir şey satabilir. O vakit kendisine "bâyi"' nâmı (adı) da verilmek mümkündür. Kezâ (aynı şekilde) hac eden kimse dahi böyledir. Velâkin (fakat) namaz kılan kimse bunların hiç birisini yapamaz. Onun için o kimseye ancak "musallî" (namazını eda eden kişi) tesmiye olunur (denilir). Bâyi', müşterî, dârib (vuran), mâşî (yürüyen) ilh... gibi isimlerle tesmiye olunamaz (isimlendirilemez). Çünkü Hak Teâlâ, namaz içinde, namazın gayri (başka) olan akvâl (sözlerde) ve ef’âlde (fiillerde) tasarruf etmemeyi musallî (namaz kılan) için şer' etti (kural olarak koydu). Ve namazda olan zikrullah (Allah zikri), namazın müştemil olduğu (kapsadığı) akvâl (sözler) ve ef’âlin (fiillerin) ekberi (en büyüğü), kalb ile lisâna mensûb (ait) olan zikrullahdır (Allah zikridir . Eğer musallînin (namaz kılanın) kalbi başka şeyle meşgûl olup, yalnız lisânı (dili) zâkir olursa (zikrederse); Hak yalnız lisânının  (dilinin) celîsi (arkadaşı) olur, kalbinin celîsi (arkadaşı) olmaz. Ve eğer namazda lisânı (dili) başka kelâm söylerse şer'an (şeriat hükümlerine göre) namazı fâsîd olur (bozulur). Çünkü ne lisânen (diliyle) ne de kalben (kalbiyle) Hakk'ı zâkir olmadı (zikretmedi).Halbuki namaz zikirdir. / Binâenaleyh (bundan böyle) böyle bir kimsenin hâli, namazdan maksûd olan (istenilen) gâyeye muhâliffir (aykırıdır).  Ve racül-i kâmilin (manevi kudret sahibi zatların) namazdaki sıfatı nasıl olduğu Fütûhât-ı Mekkiyye'nin (69)uncu bâbın maddenin)    فصل بل وصل القرائة في الصلاة و ما يقرأ به من القرآن فيها    unvanlı bahsinde (konusunda) beyân olunduğu (anlatıldığı) gibi salâta (namazla) müteallık (alakalı) sâir (diğer) ma'lûmât (bilgiler) dahi (90)ıncı bâbında (maddesinde) zikr edilmiştir (anlatılmıştır).

İşte namaz münâcât (dua, Hakk’a yalvarma) ve zikr olduğu ve Hak zâkirin (zikredenin) celîsi (birlikte olduğu arkadaşı) bulunduğu için Hak celle ve alâ hazretleri "Namaz fahşâ (meşru olmayan şehvani hallerden) ve münkerden (şeriatçe yapılması caiz görülmeyen şeylerden) nehy eder (alıkoyar, önler)" (Ankebût, 29/45) buyurdu. Ve Allah'ın namazda zikri ekberdir (en büyüktür). Ya'nî abd (kul) namazda Fâtiha-i şerîfeyi tilâvet ettiği (okuduğu) ve Hak'tan suâl eylediği (dua ettiği) hînde (sırada) ve Hakk'ın dahi o abde (kula) icâbet (kabul) buyurduğu esnâda (sırada), Allah Teâlâ cânibinden (tarafından) abdi (kulu) için vâkı' olan (gerçekleşen) zikir, namazda abdin (kulun) Rabb'ini zikr etmesinden ekberdir (daha büyüktür). Zîrâ (çünkü) "kibriyâ (büyüklük)" Allah'a mahsûstur (aittir). Ya'nî abd (kul) namazda maa-besmele (Besmele ile) Fâtiha’yı okuyarak Rabb'ini zikreder (anar). Ve bâlâdaki (yukarıdaki) hadîs-i şerîfte îzâh olunduğu (anlatıldığı) vechile (yönüyle),  Hak dahi abdini (kulunu) zikr eder (anar).  Kibriyâ (büyüklük, ululuk), Hakk'a ve zillet (hakirlik, alçaklık) abde (kula) mahsûs (ait) olduğundan, bu iki zikirden elbette Hakk'ın abdini (kulunu) zikr etmesi ekberdir (daha büyüktür). Ve namazda Allah'ın zikri ekber (büyük) olduğu için Hak Teâlâ: "Allah Teâlâ sizin işlediğiniz şeyi bilir" (Ankebût, 29/45) buyurdu. Ya'nî mertebe-i şuhûdda (görme mertebesinde) zât-ı bende (kulun zatı), zât-ı Hak (Hakk’ın zatı) ve sıfat-ı bende (kulun sıfatı) dahi, sıfat-ı Hak'tır (Hakk’ın sıfatıdır). Binâenaleyh (bundan dolayı) ashâb-ı kulûbun (gönül sahiplerinin) ilmini Hak Teâlâ kendi ilmi mertebesinde tuttu. Ve onun mertebe-i şuhûdda (görme mertebesinde) hitâbât-ı ilâhiyyeyi (Hakk’ın seslenişlerini) istimâ’ eylediğini (işittiğini) beyânen (bildirerek)    أَوْ أَلْقَى السَّمْعَ وَهُوَ شَهِيدٌ    (Kâf, 50/37) ya'nî "Müşâhid olduğu (gördüğü) halde o kimse ilkâ-yı sem' etti" (kulak verdi, işitti) buyurdu. Ve abdin (kulun) namazda cevâbât-ı ilâhiyyeye (Hakk’ın cevaplarını) ilkâ-yı sem' etmesi (işitmesi) Allah'ın onu namazda zikr etmesindendir.

Nitekim Mesnevî-i Şerîf'te mezkûrdur (bahsedilmektedir) ki: Bir kimse çok ibâdet ederdi. Şeytan onun nezdine (yanına) gelip ona dedi ki: Sen bu kadar ibâdet ediyorsun. Hak Teâlâ cânibinden (tarafından) sana "Lebbeyk" (başüstüne, emir sizindir) hitâbı (seslenişi) geldi mi? O kimse: Hayır, diye cevap verdi. Şeytan: O halde niçin sana cevap vermeyen bir ma'bûda (ilaha) ibâdet edip duruyorsun" dedi. O kimse de ibâdeti terk etti. Hak Teâlâ Hızır (a.s.)ı ona gönderip onun lisâniyle (diliyle) o kimseye: Niçin bizim ibâdetimizi terk ettin? buyurdu. O kimse de Bu kadar ibâdet / ettiğim halde bir kerre olsun "Lebbeyk" (başüstüne) hitâbına (seslenişine) nâil olmadım (erişmedim), dedi. Cenâb-ı Hızır buyurdu ki: Her vakit sana cevap geliyor. Fakat sen anlayamıyorsun, buyurdu. Mesnevî:

                    اين همه سوز و كرازت چيك ماست             الله الله كفتنت لبًيك ماست          

Tercüme: "Senin "Allah, Allah" demen, bizim sana "Lebbeyk" (baş üstüne) ile icâbetimizdir (kabul etmemizdir). Bütün bu senin sûz ü güdâzın (yanıp yakılman) bizim peykimizdir (habercimizdir)."

Velhâsıl abdin Hakk'ı zikri, Hakk'ın abdi zikrindendir.

Devam Edecek