Kitabın Adı: FÜTÛHÛ’L GAYB
Gizliden Sesler
Müellifi : Abdülkâdir GEYLÂNÎ
(1077-1165)
Mütercim : Abdülkadir AKÇİÇEK
Yayınevi : Alperen Basım Yayın ve Tanıtım Tic. Ltd.
Şti.
(0312)
312 72 31 - (0312) 309 49 67
www.alperenyayinlari.com
www.alperenkitabevi.com
Yansıtan : Hamdi CENİK
www.sufizmveinsan.com
Onuncu Bölüm:
İbn-i
Abbas (r.a.) şöyle diyor:
—Bir gün
ben Rasûlullah (s.a.v.)’in ardındaydım. Yürüyorduk. Bana
döndü ve:
—Ey
Allah’ın kulu, Allah’a iyi sarıl, O’nu bırakma. Bu
gayreti içinde saklarsan Hak da seni esirger. Bu duyguyu
taşıdığın müddet Allah’ı kendine yakın bulursun. Bir şey
isteyecek olursan O’ndan iste. Yardım ihtiyacını O’na
arzet. Yazılan yazılmış ve kalem kurumuştur. Olacak
şeyler de olur. Bütün insanlar bir araya gelse; ilahi
bir hüküm yoksa, sana fayda sağlayamazlar. Ve eğer
kaderinde yazılı değilse, bütün insanlar sana zarar
vermeye gelseler, yapamazlar. Eğer kendinde kuvvet
görüyorsan, iyilik yap ve doğru çalış. Kötülüğe meylin
varsa sabırlı olmaya çabala. Yapmamaya gayret et. Hayrın
çoğu sabırdadır. Şunu da bil ki yardım, sabırlılara
olur. Darda kalmışlar genişliğe çıkarlar. Her sıkıntının
sonunda bir ferahlık vardır.
(139)
İnsan kendisi gibi acizden bir şey isteyemez. Yalnız
cahil olduğu için ister.
Sabrı yok denecek kadar az olduğu için bu yola
düşmüştür.
Dilencilik huyunu bırakan insanda şu yüksek vasıflar
mevcuttur:
Allah’ın kendi halini bildiğine inanır. İlm-i ilahinin
her şeyi kuşatmış olduğuna yakîni vardır. Her iman
yolunda ilerleme kaydeder. Yaratanını hiçbir zaman
unutmaz, her an onu tefekkür etmekten hoşlanır. (140)
Bir
arif insan için iki kanat vardır. Bunun biri korku, biri
ümit. Bir kuşun zayıf kanadı diğerine tesir ettiği gibi
arifin de bu iki halinden biri zayıflarsa yol almaz.
İmanı tekâmül etmez.
Hal
ve makam da, tıpkı bir insandaki ümit ve korku gibidir.
Şu da var ki: Her halin ve makamın korku ve ümidi
kendilerine göredir. Şunu da diyelim ki her makamın
kendine has halleri vardır. Bazı derecenin korkusu,
bazısının da ümit fazlalığı vardır. Şu da var ki arif
bunları bilemez. O, yakınlık derecesine kavuşmuştur.
Arzusu yalnız Mevlâ’sı dır. Dua, ümit, korku.. bunlar
onun için hiçbir şey ifade etmez. Yalnız Hak’la olur.
O’ndan gayrisini sevemez, başkasıyla ünsiyet edemez.
Duasının kabulü, ahdinin yerine gelmesi onun için bir
şey ifade etmez. Bu hal benim şanıma layık değildir,
benim işim şöyle olmalıdır, böyle olmalıdır gibi sözler
onu alakadar etmez. Daha doğrusu o böyle şeylerle
uğraşmaz. (141)
Zahirde Peygamberden başka nefse uymayacak ve günah
işlemekten masum kimse yoktur.
Eğer bir arifin duası her zaman makbul olsa, kendine bir
gurur gelmesi muhtemeldir. Bunu bir adet de edinebilir.
Emre imtisalen değil de keyfine göre hareket etme yolunu
seçebilir. Bunun için duasının hemen kabul olunmayışı
iyi olur. (142) [İmtisalen:
Bağlı olarak /
imtisal ederek / uyarak / tâbi olarak.]
İnsanları iki şahıs olarak görürüz, biri iyilik
içindedir.
Nimet içindeki adam sıkıntıdan ve kederden kurtulamaz.
Sebebi, nimetin bolluğu ve bunların icabı maddi
sıkıntıdır. Mal, mülk her zaman iyilik getirmez, her
parçasının ayrı derdi vardır. Evladı olur hastalanır,
bir kaza olur; mal, mülk telef olur. Bunlar bir kaza
olduğu halde o insan normal karşılamaz, haliyle elindeki
nimetin tadını bulamaz.
Bu
zat; Allah-ü Teâlâ’yı: “İstediğini yapar, değiştirir,
güzellik verir. Sonra hepsini götürür. Zengin eder,
fakir eder, yükseltir ve alçaltır. Aziz eder, zelil
eder. Öldürür, diriltir. Önce verir veya sonraya bırakır.”
Bir zat olduğunu bilseydi, eşlindeki nimetin hiç
birisine aldanmazdı. (143)
Halbuki dünya; bela, keder, hasret ve bir sürü teklif ve
takdirle doludur., bunlar her ne kadar zahirde bela gibi
görünseler de aslında nimet sayılırlar. Burada sabır
meyvesini misal vermek doğru olur. Bu meyve evvela
acıdır, sonra tatlı olduğu anlaşılır. (143)
Efendimiz (s.a.v.) bir Hadis-i Şerifinde şöyle buyurdu:
—Nimet ehlî
değildir. Onu şükürle bağlayınız.
Nimetin şükrü vereni itiraf etmektir. Nimetin sahibi
ise, Allah’tır. (145)
Her
belâ bir suçun cezasıdır ve ger darlık işlenen bir işin
karşılığıdır. Buna bir deneme, bir tembih denebilir.
Günahlara kefaret demek de yerinde olur, günahkâr için
bu hüküm verilir. Büyük insanlara gelince, onlara belâ
yükselme sebebi olsa gerektir. Çünkü her belânın sonunda
yüksek makam ve ulu derece vardır. (146)
Bir
Hadis-i Şerif:
—Sabırlı
ihtiyaç sahipleri, kıyamet günü Hakkın misafiridir.
Dünya ve ahiretle Haktan uzak olamazlar.
(147) |