| 
						
						Kitabın Adı:   FÜTÛHÛ’L GAYB 
						
						                     Gizliden Sesler 
						
						Müellifi    :     Abdülkâdir GEYLÂNÎ 
						(1077-1165) 
						
						Mütercim :     Abdülkadir AKÇİÇEK 
						
						Yayınevi  :     Alperen Basım Yayın ve Tanıtım Tic. Ltd. 
						Şti.  
						
						                     (0312) 
						312 72 31 - (0312) 309 49 67                    
						
						                    
						
						www.alperenyayinlari.com 
						
						                    
						
						www.alperenkitabevi.com 
						
						Yansıtan  :     Hamdi CENİK 
						
						www.sufizmveinsan.com 
						
						Onikinci 
						Bölüm: 
						
						Allah’tan rıza ve yoklukta var olmayı isteyin. Bütün 
						olanlara boyun eğip bir yana durmak, en büyük 
						rahatlıktır. İlahi emirler dâhilinde işlerin yoluna 
						girmesini beklemek en iyi şeydir. Dolayısıyla cenneti, 
						gönül rahatıdır. Buna ermek isteyen sakin ve olanlara 
						razı olmalıdır. 
						
						Olanlara razı olmak, bunların içinde kendini Hakka 
						teslim olmuş bulmak en iyi yoldur. Allah’ın mana kapısı 
						buradan açılır. 
						
						Kısmetinde yazılı şeyi istemek de ayrı bir 
						görgüsüzlüktür. Daha doğrusu hırstır. İbadet ve kulluk 
						tarafından incelenecek olursa şirk demek de yerinde olur.
						 
						
						Yaratanını seven O’nu ister. O’nun la beraber başka bir 
						şey istemek yerinde olmaz. Sevgilinin gayrini istemek, 
						sevgide yalancılık sayılır. Sevgili için yapılan işten 
						ücret istemek, ayıp olur.  
						
						Bir kul şunu iyi bilmelidir ki kendisi ve yaptığı işler 
						efendisine aittir. 
						Bu durumda nasıl kendine mahsus olmak üzere birçok 
						şeyler talep edebilir. (160,161) 
						
						Ahrete hoş gitmek isteyen zâhid olsun, kötü yerlerden 
						kaçınsın. Dünyasını temiz tutsun. Allah’ına ak yüzle 
						varmak istesin. Dünyada O’nun tevhid nuruna ermeyi 
						arzulayan yine zahid olsun. Ahretin güzelliğini, 
						nimetini, tadını istemesin. 
						Bir 
						kimsenin kalbinde yalnız maddi taraf varsa o zahit 
						değildir.  
						
						Bilhassa belâ gelince sızlanmak, az zarar görünce 
						ağlamak, hafif bir menfaatin gidişi karşısında kızmak 
						pek hoş değildir. Kaldı ki zahid olmaya çalışan için hiç 
						yakışık almaz. 
						Her 
						zahid kendini daima tevazu içinde tutmalı. 
						
						Şunu da bilmek gerekir: Değeri bir nohut kadar dahi olsa 
						dünya sevgisi kalpten sökülmelidir. Bu durum geliştikten 
						sonra rahatlık başlar, kalpten sıkıntı kalkar. Zaten 
						bütün dertler, sıkıntılar dünyayı sevmekle başlar. 
						Dünya sevgisi azalınca tabii olarak üzüntüler de azalır. 
						
						İşte dünya sevgisi azalınca Allah sevgisi çoğalır. 
						
						Dünyanın sıkıntısı, derdi çoğaldıkça Allah’a karşı bir 
						perde çıkar. Ona yaklaşmak kolay olmaz. Bunların 
						inkişafı, yani Allah’a yaklaşma yolu dertlerin 
						azalmasıyla başlar. 
						
						İşte ahreti kazanmak için bir baştan öbür başa tüm 
						olarak dünya sevgisinden kurtulmak gerek. 
						
						Bundan sonra eğer Allah’ı bulmak bir gaye ise ahretin 
						de bütün derecelerini bırakmak lazımdır. Oranın 
						yemesini, içmesini ve daha başka ehl-i imana vaad olunan 
						şeylerden kalbi temizlemek icap eder. 
						 
						
						Madem Allah’ın rızası isteniyor, yapılan amelin öbür 
						âlemde mükâfat getirmesi istenmeyecek. 
						(163,164,165)  
						Kul 
						şahsi hevesi, nefsi, iradeyi, dünya ve ahiret ümitlerini 
						bırakmalıdır. Bunları bırakıp kalbine yalnız Allah 
						sevgisi girdiği an doğruyu bulmuş sayılır. Artık 
						kalbinde yalnız Allah sevgisi vardır. Her şeyi Allah’tan 
						ister, başka bir şey arzu etmez. Çünkü Allah onu kullar 
						arasından seçmiştir. Onların içinden saf olarak almış, 
						hem kullara sevdirmiş, hem de kendi sevmiştir. 
						
						O’ndan başka kimsede varlık göremez. Bu durumda bilir ki 
						fiil, söz ve hareket hepsi Hakka tabidir. 
						 
						
						Deriz ki kulun iradesi yok olmuştur. Yalnız ilahi irade 
						kendini gösterir.  
						Her veli son makama erdiğini sandığı derece, bir 
						nebinin ilk adımı olsa gerektir. Velilik ve ilahi 
						iradeye geçtikten sonra yalnız nebilik, yani 
						peygamberlik makamı vardır. Ve her veli peygamberin 
						makamına ermesine imkân olmadığını da bilmelidir. 
						(169,170,171) 
						
						Bütün manevi haller saklıdır. Allah dostu da onları 
						saklamaya memurdur. Her saklanması lazım gelen şeylere “Kabz” 
						hali, diğerine de “Bast” tabir olunur. Bu 
						cihetleri bir velinin iki hali vardır demek icap eder. 
						
						Biri Kabz (sıkıntı, öbürü Bast (serbest). 
						
						Hali muhafaza Kabz, kaderle hareket etmek Bast’tır. 
						Kadere uymak, serbest haldir. Ona bağlı olarak işleri 
						kader çerçevesi içinde görmek en rahat âlemdir. Daha 
						sonra zuhura gelecek manevi halleri saklamak lazımdır. 
						Bir veli, kerametini saklamak zorundadır. 
						
						Kaderde saklanacak bir şey yoktur. Bu yüzden ona 
						münakaşasız uymak, onun zuhurunu beklemek en iyisidir. 
						Gelen kendiliğinden gelir. Olacak iş, istenmese de olur.
						 
						
						Bunların kendine göre makamları vardır. İrade-i ilahiye 
						ile hareket eden kimsenin kaderden haberi olmayabilir 
						ki, o kimseden bazı haller zuhur edebilir, bir nevi 
						keramete benzer, fakat değildir. Bu sebepten zuhura 
						gelecek bir işi saklamak yerinde olur. Çünkü hikmeti 
						bilinmez. Çünkü iyi sanılan şey kulun arzusu hilafına 
						çıkması mümkündür. 
						
						Kader-i ilahiye tam dam dalmış olanda böyle bir mahzur 
						yoktur. O, kendisine bir şey izafe edemez. Keramet bile 
						olsa, kader-i ilahi olduğunu bildiği için açığa 
						vurmasından bir zarar gelmez. (172,173) 
						
						Tevhid nuruyla bütün cihetleri kapa. Kendini, nefsini, 
						bilgini, ilahi ilim karşısında yok gör. Kalp gözün 
						açılır. Fazilet kapılarını baş gözünle dahi görmeye 
						başlarsın. Artık baş gözün maddi göz değil, kalp 
						gözüdür. İman, yakın nurudur. (176–177) |