Kitabın Adı: FÜTÛHÛ’L GAYB
Gizliden Sesler
Müellifi : Abdülkâdir GEYLÂNÎ
(1077-1165)
Mütercim : Abdülkadir AKÇİÇEK
Yayınevi : Alperen Basım Yayın ve Tanıtım Tic. Ltd.
Şti.
(0312)
312 72 31 - (0312) 309 49 67
www.alperenyayinlari.com
www.alperenkitabevi.com
Yansıtan : Hamdi CENİK
www.sufizmveinsan.com
Onüçüncü
Bölüm:
Hazzı terk üç devrede mümkün olur. Bunun birinci devresi
avama mahsustur.
Bir
insan tahayyül edin, şahsi iradesinde devam eder, yer,
içer, tabiatına göre hareket eder. Hiçbir dava peşinde
koşmaz. Sadece bir insiyakla yoluna devam eder. Hakka
ibadet etmez, dine uymaz. Hiçbir had, hudut tanımaz,
daha kısa bir tabirle iddiasızdır, davasızdır. Bu arada
ilahi bir nazara uğrar, rahmet kapıları açık olur.
Böylece ilahi bir tevafuk olarak bir gün karşısına bir
nasihatçi çıkar. Bu nasihatçi salih kimse olduğundan
tesirli olur. Bu hal karşısında o iddiasız adam,
kendiliğinden Hakkı kabullenir.
Bu
durum böylece devam eder gider. Çünkü o nasihatçinin
sözleri o adamı yola getirdi. Her gün kendine has usulle
dinlediklerini tatbike koyulur. Bu halin tabii bir
neticesi olarak ayıplarını görmeye başlar. Tabiat ve
nefsin peşinde koştuğunu sezer. Ani olarak iman yoluna
girmiş olur. Allah yolunu kendine seçer., şeriatın
emirlerine göre hareket eden halis bir insan haline
gelir. İlk defa gitmekte olduğu tabii hava söner, yavaş
yavaş kötülükleri bırakır. Haram şeylere yaklaşmaz.
Şüphelilerden çekinmeye koyulur. Halkın minnetini,
dünyanın uygunsuz işlerini bir yana atar, Allah’ın
verdiğine ve onun emirleri ile gelene bakar. İslam
dininin:
—Helaldir, dediği şeyleri alır.
Yemesinde, içmesinde, giyiminde, kuşamında, ahlak ve
fazilet yolunu arar. İster ki hep taata, ibadete sevk
edecek şeyleri yapsın, ötesini yapmasın.
Bundan sonra onda Hak vergisi bir anlayış hâsıl olur,
bilir ki dünyadaki kısmetini yiyip bitirmeden ölmez.
Sakin olarak düşünür, helal yer, mubah yoldan kazanır,
günlerini böylece geçirir gider.
İkinci devre başladığı zaman, o bir velidir. Hakikate
erenlere dâhil olmuştur. Haslara katılmıştır.
Üçüncü devre başladığı zaman ona bir ses gelir. Bu
seste:
—Ayaklarına takılanları
bırak, dünyayı ve ahreti terk et, bunları isteme,
emri verilir. Daha sonra:
—Bir baştan öbür başa
bilcümle izafi mefhum varlıklardan uzaklaş, hepsini
bırak. Tersiz varlıkları yok bil, tevhid nuruna dal ve
onda güzelleş.
Daha bunlar gibi birçok emirler.
Artık şirk terk edilmiş, irade, Hakka bağlanmış ve o tam
bir edep ve terbiye içinde ilahi huzura kavuşmuştur.
Gönlü boş, başı öne eğik, ne sağında olan ahirete, ne de
sola geçen dünyaya bakar. Halk sağlığı, bir sürü garip
istek ve bunlara benzeyen şeyler kalbinden silinmiştir.
Bu
makam son duraktır. İcazet tacı ve ilahi saltanat bu
makamda verilir. Sonsuz bilgiler bu devrede gelir.
Fazilet ve ihsanların çeşitleri bu makamdan daha
verilir. Bunlar verilirken ona:
—Bunları al giyin kuşan. Nimetlerden faydalanmayı bil.
Yalnız sakın edep dışı iş yapma, bunları kabul etmemek
gibi şeyler aklına gelmesin. Çünkü iyiliği kabul etmemek
sahibine hakarettir. Nimeti az görmektir,
denir.
Alır; giyer, yer, içer. Her türlü ilahi nimetlerden
faydalanmaya başlar. Bir zamanlar nefsinin emriyle
aldığı şeyleri, şimdi kudret eli ona verir.
Nimetlerin alınması ve yenmesi için bazı haller olduğunu
söylemek isterim. Bunları dört kısma bölmek yerinde
olur.
Birincisi:
Tabiidir. Nefse, şeytana uyarak yemektir. Bunu hemen
söylemek lazım gelirse; haram olduğunu söyleriz.
İkincisi:
Kur’an ve Hadiste belirtileni yiyip içmektir. Yani kitap
ve sünnete göre. Bu şekilde bir yiyip içmek şer’idir.
Adı ise “Helal” ve “Mubah” tır.
Üçüncüsü:
Emirle almak. Her hangi bir işi yapmak için ruhi bir
emir beklemek. Bu iyidir. Fakat herkeste olmaz, yalnız
velilerde olur.
Dördüncüsü:
Bu en üstün derecedir. Burada emir, istek ve arzu her
hangi bir işaret beklemek yoktur. Bu makamda olanlar
iradeden soyunmuşlardır. Burada bulunanlar, kadere tabi
olan zatlardır. Bunlar her şeyi Allah’ın fazl ve
ihsanıyla görür. Bunlar salihlerdir.
Bunlar tamamen maddi
varlıklardan âri, beri insanlardır. Kendi şahısları için
ne bir iyilik düşünebilirler, ne de kötülük. Bunları
kader eli çevirir.
Bunların zamanları da hayli gariptir. Bazı zamanlar öyle
bir ağırlık duyarlar ki ihtiyarsız bağırmaya başlarlar.
Fakirlik ve zenginlik bunlar için bir mesele olmamasına
rağmen dilenmeleri de mümkündür. (165 … 169)
Allah’a dua eder. Nasip ister. Hâlbuki istemese bile o
şeyin geleceğini bilir. Bunu yapmasının sebebi de edep
icapları olduğunu göstermektir.
Kerametlerin saklanması halinden kurtulmak bir nimet
sayılır. Bir velinin her işi açık olması da ayrı bir
fazilettir. Bu duruma gelmek için isteme derecesine
çıkmak lazım. Haddi aşmamak bir yüktür. Buna her veli
dayanamaz. Bu makam ağırdır. Kader içinde kalmak daha
iyidir. Bir sürü güçlükler ve sır saklamak ağır bir
vazifedir. Ama kader içinde hoş geçinmek daha rahattır.
(174)
Halin iki durumdan başka yorumlanamaz. Onlar belâ ve
nimet halidir.
Belâ içinde isen sabretmeye çalış. Sabretmeye çalışmak
her insan için en az yapılması gereken bir vazifedir.
Bundan sonra sabırlı olmak var. Zorla sabretmek pekiyi
sayılmaz. Bizzat haliyle sabırlı olmak daha iyidir. Ama
güzeli rızadır. Bundan sonra uysallık gelir. Uysal
olmak, bir insan için en iyi şeydir.
Kendini yok görüp kadere teslim olmak da iyidir, ama
herkes bunu yapamaz. Bu varlığını ilahi varlığa veren
zümrenin işidir.
Sana gelen nimet olduğu takdirde şükür yolunu tutman
gerekir. Bu şükür ise üç şekilde olur:
1-Dille,
2-Kalple,
3-Bütün duygularla. |