M. Aziz Nesefi "Hakikâtin Özü" 'nden yansımalar

3. Bölüm

www.sufizmveinsan.com
 
 

Hikmet ehline göre, insanların dereceleri elde etmeleri, çalışıp çabalamalarına bağlıdır. Bir insanın bilgisi ve temizliği arttığı oranda, yüksek makamları kazanması da, o oranda mümkün olur. Dereceler kazanmak için belirlenmiş bir sınır, aşılmaz bir miktar yoktur; sonsuza dek yükselmek mümkündür.

Şeriat ehline göre ise, her bir ruhun belli bir makamı var, ötesine geçemez.

İki gurup arasındaki bu ihtilafın kaynağı şudur :

Şeriat ehline göre, bedenlerden önce ruhlar bilfiil mevcut idiler.

Hikmet ehline göre ise, bilkuvva  mevcut idiler.

Yani henüz dünyaya gelmemişken, insan nefsi her hangi bir makama sahip değildi. Makam, ancak dünyada kazanılır. Bir kimsenin kapasitesi, çalışması ve cehdi arttığı oranda amel ve çabasının karşılığı olarak makamı da daha yüksek olur.

Ehli şeriatın çalışma, içtihad, zikir ve itaatten maksatları, belirlenmiş makama erişmek, ondan geri kalmamaktır.

Ey arif!..

Her insanın iki kapasitesi vardır.

Birinci kapasite: Dört mevsime intibak edebilme yeteneğidir ve bu nefisle beraber var oluştan gelir, çalışarak elde edilmez, ilâhi bir bağıştır.

İkinci kapasite: Çalışarak elde edilebilir. İlim, sanat v.b. özellikleri bu kapasiteyle elde etmek mümkündür.

Ey arif!..

Eğer bir kimse, anlatıldığı şekliyle, nefsini bir mertebeye eriştirirse –ki felekler feleğiyle ilişkili olur- ilim ve temizlik bakımından insanî makamların amacına ve son aşamasına erişir.

O zaman da insanlığın tamamı konumuna gelip küçük alemi ikmal ve bütünlemiş olur. Küçük alemi bütünleyen, büyük alemde Allah’ın halifesi olur. (84,84)

Asıl kutup: Muhammedî hakikatin mahzarı ve ilâhi isimlerin kapsayıcısı olur. Her asırda bu niteliklere sahip bir kişi olur, iki olmaz. Ama bu dereceden aşağı olmak üzere bâtın ehli çoktur. Eğer bir kimseye Kutupluk derecesi ihsan edilirse,  bu kişi kendi zamanında yaşayan iman ehlinin bâtınî hâmisi olur. (86)

İnsanın bilgi ve temizlikleri arttığı oranda dereceleri de yüksek ve yüce olur. Cehaleti ve temiz olmayışı oranında da Cehennemde ki yeri de o kadar aşağı ve düşük olur. (92)

… Muhakkik ulemaya göre geçmiş ümmetlerde şeklen mesh (başka bir canlıya dönüşme) vardı.

Muhammed ümmetinde de tavır olarak mesh (başka bir canlının karakterine bürünme)  vardır. Yani rûhen mesh söz konusudur.

Örneğin bir kimse, büyük bir günah işlerse, onun iç dünyası, işlediği günahın mahiyetine göre, uygun bir hayvanın şekline bürünür.

Buna göre;

Zina eden kimsenin rûhu köpek şekline,

Livâta edenlerin rûhu domuz şekline,

Halka zulmedenlerin rûhu akrebe dönüşür.

Eğer bu günaha karşılık sâlih bir amel işlerse, bu sâlih amel, işlediği günahın kefareti olur. Böylece rûhu büründüğü şekilden kurtulur.

Eğer günâhının kefâretini vermeden mesh olduğu halde ölürse, rûhu beden kalıbından ayrılacağı zaman hangi sûrete bürünmüşse, o sûrette bedenden ayrılır ve Cehennem ehlinin arasına karışır.

İnsan suretinde olan ruhlar ise yukarıda da işaret edildiği gibi Cennete girerler. Hayvanların ve haşerelerin suretinde olan ruhlar ise Cehennem ehlidir. Hayvanlar ve haşerelerin suretinde olan ruhların Cennete, insan suretinde olan ruhlarında da cehenneme girmeleri  mümkün değildir. (93,94)

Vahdet ehline göre varlık BİR’dir. BİR’den çok değildir. Bu varlık da Allah’ın varlığıdır. Allah’ın varlığından başka varlık yoktur. Olması da mümkün değildir. (95)

Ey Arif!..

Varlıkta yer alan bireyler, bu varlık içinde birbirlerine oranla önde veya arkada değiller. Varlık içindeki her bir ferdin, varlık bütününe nispeti; bu kitabın harflerinin her birinin mürekkebe olan nispeti gibidir. Kitapta görünürde bazı harfler önce, bazısı da sonradır.

Fakat işin aslı şudur:

Harflerin tümü aynı tür mürekkepten yazılmışlardır. Bu yüzden aralarında öncelik ve sonralık olamaz. Bütün harfler yaşıt ve ömürleri de aynıdır.

Dolayısıyla dervişler taifesi derler ki:

-Kuldan Allah’a giden bir yol yoktur, Allah’tan kula gelen bir yol vardır.

Vahdet ehli şu görüştedir:

-Kuldan Allah’a yol yoktur. Çünkü varlık BİR’dir, BİR’den çok değildir. İlk varlık ta HAKK’ın varlığıdır, HAKK’ın varlığından başka varlık yoktur. Yok olan bir şey her zaman yoktur. Var olan bir şey de daima vardır.

Varlık Allah’ındır.

Ey derviş!..

Sen sanırsın ki O’nun varlığından başka bir varlık vardır.Bu büyük bir yanlışlıktır. Temel bir yanılgıdır. Varlık “O” ndandır.  Kul ile Hakk arasında salik bu zandan kurtulmadıkça Hakk’a ulaşamaz.

Bilesin ki:

Hodbin olan HÜDÂBİN olamaz!..

Yani kendini gören, Allah’ı göremez.(100,101)

(Hodbin: Başkasına hak tanımayıp, kendi lezzet ve menfaatini tâkip eden. Bencil. Enaniyetli. Kibirli.)

(Hüda: Doğru yol göstermek. Doğruluk. Hidâyet. Kur'ân-ı Kerimin bir ismi.)

MESNEVÎ

Ne gündü!..

Gece ve gündüzden önce;

İstekten uzak ve özgürdük

Varlığın şahıyla birdik

Başkalık hükmü, tümüyle yoktu.

Aniden harekete geçti cömertlik denizi

Her şey’i kendinde, kendinden ve kendisiyle beraber gösterdi. (103)

 

 

 
 
Yansıtan: Hamdi Cenik
İstanbul - 14.11.2006
hamdicenik@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com