Hikmet ehline
göre,
insanların dereceleri elde etmeleri, çalışıp
çabalamalarına bağlıdır. Bir insanın bilgisi ve
temizliği arttığı oranda, yüksek makamları kazanması da,
o oranda mümkün olur. Dereceler kazanmak için
belirlenmiş bir sınır, aşılmaz bir miktar yoktur;
sonsuza dek yükselmek mümkündür.
Şeriat ehline
göre
ise, her bir ruhun belli bir makamı var, ötesine
geçemez.
İki gurup
arasındaki bu ihtilafın kaynağı şudur :
Şeriat ehline
göre, bedenlerden önce ruhlar bilfiil
mevcut idiler.
Hikmet ehline
göre ise, bilkuvva mevcut idiler.
Yani henüz
dünyaya gelmemişken, insan nefsi her hangi bir makama
sahip değildi. Makam, ancak dünyada kazanılır. Bir
kimsenin kapasitesi, çalışması ve cehdi arttığı oranda
amel ve çabasının karşılığı olarak makamı da daha yüksek
olur.
Ehli şeriatın
çalışma, içtihad, zikir ve itaatten maksatları,
belirlenmiş makama erişmek, ondan geri kalmamaktır.
Ey arif!..
Her insanın iki
kapasitesi vardır.
Birinci
kapasite:
Dört mevsime intibak edebilme yeteneğidir ve bu nefisle
beraber var oluştan gelir, çalışarak elde edilmez, ilâhi
bir bağıştır.
İkinci kapasite:
Çalışarak elde edilebilir. İlim, sanat v.b. özellikleri
bu kapasiteyle elde etmek mümkündür.
Ey arif!..
Eğer bir kimse,
anlatıldığı şekliyle, nefsini bir mertebeye eriştirirse
–ki felekler feleğiyle ilişkili olur- ilim ve
temizlik bakımından insanî makamların amacına ve son
aşamasına erişir.
O zaman da
insanlığın tamamı konumuna gelip küçük alemi ikmal ve
bütünlemiş olur. Küçük alemi bütünleyen, büyük alemde
Allah’ın halifesi olur. (84,84)
Asıl kutup:
Muhammedî hakikatin mahzarı ve ilâhi isimlerin
kapsayıcısı olur. Her asırda bu niteliklere sahip bir
kişi olur, iki olmaz.
Ama bu dereceden aşağı olmak üzere bâtın ehli çoktur.
Eğer bir kimseye Kutupluk derecesi ihsan edilirse, bu
kişi kendi zamanında yaşayan iman ehlinin bâtınî hâmisi
olur. (86)
İnsanın bilgi ve
temizlikleri arttığı oranda dereceleri de yüksek ve yüce
olur.
Cehaleti ve temiz olmayışı oranında da Cehennemde ki
yeri de o kadar aşağı ve düşük olur. (92)
… Muhakkik
ulemaya göre geçmiş ümmetlerde şeklen mesh (başka bir
canlıya dönüşme) vardı.
Muhammed ümmetinde de
tavır olarak mesh (başka bir canlının karakterine
bürünme)
vardır. Yani rûhen mesh söz konusudur.
Örneğin bir
kimse, büyük bir günah işlerse, onun iç dünyası,
işlediği günahın mahiyetine göre, uygun bir hayvanın
şekline bürünür.
Buna göre;
Zina eden
kimsenin rûhu köpek şekline,
Livâta edenlerin
rûhu domuz şekline,
Halka
zulmedenlerin rûhu akrebe dönüşür.
Eğer bu günaha
karşılık sâlih bir amel işlerse, bu sâlih amel, işlediği
günahın kefareti olur. Böylece rûhu büründüğü şekilden
kurtulur.
Eğer günâhının
kefâretini vermeden mesh olduğu halde ölürse, rûhu beden
kalıbından ayrılacağı zaman hangi sûrete bürünmüşse, o
sûrette bedenden ayrılır ve Cehennem ehlinin arasına
karışır.
İnsan suretinde
olan ruhlar ise yukarıda da işaret edildiği gibi Cennete
girerler. Hayvanların ve haşerelerin suretinde olan
ruhlar ise Cehennem ehlidir.
Hayvanlar ve haşerelerin suretinde olan ruhların
Cennete, insan suretinde olan ruhlarında da cehenneme
girmeleri mümkün değildir. (93,94)
Vahdet ehline
göre varlık BİR’dir. BİR’den çok değildir.
Bu varlık da Allah’ın varlığıdır. Allah’ın
varlığından başka varlık yoktur. Olması da mümkün
değildir. (95)
Ey Arif!..
Varlıkta yer
alan bireyler, bu varlık içinde birbirlerine oranla önde
veya arkada değiller. Varlık içindeki her bir ferdin,
varlık bütününe nispeti; bu kitabın harflerinin her
birinin mürekkebe olan nispeti gibidir. Kitapta
görünürde bazı harfler önce, bazısı da sonradır.
Fakat işin aslı
şudur:
Harflerin tümü
aynı tür mürekkepten yazılmışlardır. Bu yüzden
aralarında öncelik ve sonralık olamaz. Bütün harfler
yaşıt ve ömürleri de aynıdır.
Dolayısıyla
dervişler taifesi derler ki:
-Kuldan Allah’a
giden bir yol yoktur, Allah’tan kula gelen bir yol
vardır.
Vahdet ehli şu
görüştedir:
-Kuldan Allah’a
yol yoktur. Çünkü varlık BİR’dir, BİR’den çok değildir.
İlk varlık ta HAKK’ın varlığıdır, HAKK’ın varlığından
başka varlık yoktur. Yok olan bir şey her zaman yoktur.
Var olan bir şey de daima vardır.
Varlık
Allah’ındır.
Ey derviş!..
Sen sanırsın ki
O’nun varlığından başka bir varlık vardır.Bu büyük bir
yanlışlıktır. Temel bir yanılgıdır. Varlık “O”
ndandır. Kul ile Hakk arasında salik bu zandan
kurtulmadıkça Hakk’a ulaşamaz.
Bilesin ki:
Hodbin olan
HÜDÂBİN olamaz!..
Yani kendini
gören, Allah’ı göremez.(100,101)
(Hodbin:
Başkasına hak tanımayıp, kendi lezzet ve menfaatini
tâkip eden. Bencil. Enaniyetli. Kibirli.)
(Hüda:
Doğru yol göstermek. Doğruluk. Hidâyet. Kur'ân-ı Kerimin
bir ismi.)
MESNEVÎ
Ne gündü!..
Gece ve
gündüzden önce;
İstekten uzak ve
özgürdük
Varlığın şahıyla
birdik
Başkalık hükmü,
tümüyle yoktu.
Aniden harekete
geçti cömertlik denizi
Her şey’i kendinde, kendinden ve kendisiyle beraber
gösterdi.
(103) |