M. Aziz Nesefi "Hakikâtin Özü" 'nden yansımalar

5. Bölüm

www.sufizmveinsan.com
 
 

Tasavvuf ehline göre, kutup olan zatın tabiatında hangi sıfat ağır basarsa, âlemde o sıfatın yansıması çokça olur. Örneğin, Kutup’un tabiatında gazap ve kahır sıfatı baskın olursa, âlemde gazap ve kahır sıfatı yaygın olur. Eğer yumuşaklık ve affedicilik nitelikleri baskın olursa, insanlar arasında yumuşaklık, affedicilik  ve huzur çoğalır. Eğer cimriliği cömertliğinden fazla ise, âlemde cimrilik sıfatı çok olur. Eğer cömertliği cimriliğine baskın çıkarsa insanlar arasında kerem ve cömertlik sıfatları çok olur. Diğer nitelikler de bu minval üzeredir. Çünkü Kutup, âlem dairesinin merkezidir. Âlem dairesi merkez noktasının etrafında döner.

Yüce Allah her bir zaman diliminde Âdemoğullarından birini kendisine vekil olarak seçer. Hiçbir zaman dünya Halifesiz kalmaz. Ne zaman dünyada hilafete layık bir kimse bulunmazsa, işte o zaman kıyamet kopar.

Bu bağlamda en son Halife Muhammed Mehdî’dir.

İmam Mehdi’nin zuhurunu, Muhammed ümmeti 700 tarihinden beri beklemektedir. Gerçi istihraç (belirtilerden hareketle sonuca varma) yapanlar ve cifir hesabı yapanlar, çok sözler söyleyip tarihler belirlediler. Ancak hiçbir istihraç ve cifir oku hedefi tutturamadı. Bu yüzden Mehdi’nin zuhur zamanını belirleme çabalarından vazgeçip bunu Allah’ın bilgisine havale etmek daha uygundur.

Keşif erbabı olanlar dahi böyle maddeleri bilmezler. (126,127)

Bu yüzden muhakkiklerin ileri gelenleri bir şeyden haber verdiklerinde kesinlikle vakit belirtmeyip;

 “O” nun emri; bir şeyi dilediği zaman “OL” demektir. Hemen oluverir.

Âyeti gereğince;

 “Bunun bilgisi Rabbimin katındadır..” derler. (128)

Kerametlerle bezenmiş bu zat, Şiilerin ve bir kısım Sufilerin söylediği gibi, oniki (Ehl-i Beyt) İmamdan değildir… Bilakis, ortaya çıkması beklenen İmam Muhammed Mehdi, ahir zamanda doğup ortaya çıkacaktır… İsmi “Muhammed” ise de Araplar, Türkler ve İranlılar arasından çıkması şart değildirAncak Allah Resûlü Efendimiz (s.a.v)’in soyundan ve Hz. Fatıma annemizin zürriyetinden olacağına ilişkin görüş ağır basıyor.

Bu Zat’ın ortaya çıkacağı sırada gökten bir melek seslenecek ve bütün Âdemoğullarına, O’nun zuhurunu duyurur. Kutlu gelişleriyle birlikte, yeryüzünde ne kadar mutlu, yani Îman ehli insan varsa, hepsi İmam Muhammed Mehdî’ye tâbi olarak iman ve ilahi feyiz kalplerinde artar ve güçlenir. Her biri güç ve cesaret sahibi olur. Aynı şekilde mutsuzlar, yani imandan yoksun olan kimselere de, mutsuzların başı olan Deccal’a uyarlar. Böylece iç dünyalarında gizli bulunan mutsuzluk, bedbahtlık kötülüğü güç bulur, daha bir gürleşir. Bu yüzden onlar da cesur ve şiddetli olurlar. O zaman mutlular zümresi ile bedbahtlar zümresi arasında pek yaman bir savaş, bir cenk, şiddetli bir vuruşma, amansız bir mücadele patlak verir.

Yedi sene boyunca insanlar rahat yüzü görmezler, kuraklık ve açlık yüzünden çözülüp yok olurlar. Deccal de İsa (a.s) tarafından helak edilir.

Böylece yer yüzü  zulüm ve zorbalık yüzünden viran olmuşken, yeniden adalet ve hoşgörüyle mamur ve mutlu olur.

İmam Muhammed Mehdî, o nur bahşedici dönemlerinde Muhammedî hakikatın mazharı olduğu için, sahih olan görüşe göre, İsa (a.s) Ululazim bir Resul olmasına karşın, Mehdî’ye tâbi olur. Mehdî, O’nun da önderi olarak Muhammedî şeriata göre amel eder.

Sahih görüşe göre, Mehdî taklit eden değil, muhakkik olduğu için, Müslümanlar arasında ki mezhep ihtilaflarını ortadan kaldırıp, kendince ma’lum olan Hakk mezhebe göre amel edip, hüküm verir.  (129,130)

Allah iradesi gerçekleşmedikçe, Nebîler, Resuller ve Veliler hiçbir kimseye himmet ve şefaat edemezler.

Günümüzde halk kesiminin büyük bir aymazlık örneği sergileyerek Allah’ın emirlerine uygun amel etmez, yasaklarından da kaçınmaz oldukları, üstüne üstlük her yasak ve münkeri işledikleri halde, falan makamı ziyaret etmeleri, falan makama mevlit okutmak için masrafta bulunmak, falan yerde zikir halkası vardır diye koşup makam makam dolaşmaları, bildikleri günah ve yasakları işlemelerine rağmen evliyanın makamından yardım dilemeleri ne büyük ahmaklık ve cehalettir. (132)

Kur’an’ın indirilişinden maksat, onun ile amel etmektir. Yoksa hükümleriyle amel etmeden Kur’an’ı sadece okuyan ve dinleyenlere Kur’an’ı Azîm lanet eder, bedduada bulunur.

Papağan gibi Kur’an’ı okumak ve dinlemek Kur’an’ı aşağılamaktan, O’nunla alay etmekten başka bir şey değildir. Böyle bir duruma düşmekten Allah’a sığınırız.

Sözgelimi, bir Kral halkına, emirlerini ve hükümlerini kapsayan bir ferman gönderse, onlarda padişahın bu fermanının içeriğine uygun amel etmeyip sadece ibaresini okuyup dinleyerek vakit geçirseler, bu kralın böyle davranan halkına karşı nasıl bir muamelede bulunacağını açıklamaya bile gerek yoktur. (134)

Bilesiniz ki Vahdet ehli iki guruba ayrılır. Birincisini anlattık, tekraren deriz ki: Onlara göre varlık BİR’dir. BİR’den çok değildir. O varlık ta Allah varlığıdır. Allah varlığından başka hiçbir varlık yoktur. Olması da mümkün değildir. Bu guruba göre, evrende var olan şeylerin tümü Hakk’ın varlığıdır. “Hakk’ın varlığından başka varlık vardır…” demek Allah’a ortak koşmaktır.

İkinci guruba göre, varlık iki kısma ayrılır.

Birisi gerçek varlık, birisi de hayali ve gölge varlıktır.

Allah varlığı gerçek varlıktır, alemin varlığı ise hayali bir varlıktır. (136)

Hazreti Hızır (a.s) ‘ ın Resul mü, yoksa Velî mi olduğu hususunda alimler arasında farklı görüşler vardır. Ancak bu görüşlerin en sahihine göre, Hızır (a.s) Resuldür.

Hazreti İlyas (a.s) denizlere memur edildiği gibi, Hz. Hızır (a.s) de karada yaşayan varlıkların korunup kollanmasıyla görevlidir.

Ancak, kesinlikle yüce ilahi iradenin aksine hareket etmezler. (140)

Yeryüzünde ne kadar yaratılmış varsa Allah iradesiyle, Hızır (a.s) onların çıkarlarını gözetlemekle  görevlidir. Âriflere ve âbidlere verilen maddi ve manevi kerametler ve dereceler O’nun aracılığıyla verilir. Zamanın kutbu, her vakit onun terbiyesi, eğitimi altında olur. (141)

 

 

 
 
Yansıtan: Hamdi Cenik
İstanbul - 28.11.2006
hamdicenik@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com