M. Aziz Nesefi "Hakikâtin Özü" 'nden yansımalar

6. Bölüm

www.sufizmveinsan.com
 
 

İnsanın öncesi bir cevherdir. İnsanın sahip olduğu her şey, o ilk cevherde mevcuttur. Bunların her biri günü geldiğinde ortaya çıkar. İlk cevher nutfedir. (150)

Batınî duyular da beş tanedir:

Birincisi: Ortak duyu.

İkincisi : Hafızadır ve bu duyu vehmin hazinedarıdır. Ortak duyu ise somut olguların şekillerini algılar.,

Üçüncüsü: Hayaldir. Hayal vehmin koruyucusudur.

Dördüncüsü: Vehmetme duyusudur. Bu duyu özel anlamları kavrar. Hafıza onun koruyucusudur. Yani ortak duyu hem görüneni, hem görünmeyeni algılar. Dostta dostluk, düşmanda düşmanlık anlamını algılar.

Beşincisi: Tasarruf edicidir. Bu duyu, kavrayışta algılanıp saklanan bileşik ve ayrıntılı olguları hayalde yönlendirir. (161)

Hikmet ehline göre, hiçbir şey için son tasavvur edilmez. Eğer son olsaydı yine baştan başlamak gerekirdi. (167)

Vahdet ehline göre, insan varlığından daha şerefli bir varlık yoktur. Eğer olsaydı insanın dönüşü o varlığa yönelik olurdu. Varlık aleminde yer alan bütün mahlukat, seyr-u sefer halindedir. Bu yolculuk kendi hakikatlerine erişinceye, kendi zatlarını bilip övgüye değer ahlak ile bezeninceye kadar devam eder. Eğer övgüye değer ahlak kazanırlarsa, kendi hakikatlerine erişip kemallerini bulmuş olurlar. Dünyaya gelişin amacı budur. (168)

İnsanın kemale ermesi, kendini bilip güzel ahlaka sahip olması demektir.

Kutsi Hadis’te; Kendini bilme, Allah’ı bilmeden önce zikredilmiştir. Kendini bilme, Allah’ı bilmenin aracıdır. Kendilerini bilenlerle bilmeyenler arasında ki fark, kör ile gören kimse arasındaki fark gibidir. (169)

Amaçların en yücesi ve hedeflerin en nihaisi Allah’ı bilmedir. (170)

Beyit:

Derman arardım derdime, derdim bana dermanmış,

Burhan aradım aslıma, aslım bana burhanmış,

Sağım solum gözler idim, dost yüzünü görem diye,

Ben dışarıda arar idim, O can içinde can imiş,

Her tarafa koşardım, Canan yüzün görem diye,

Benden görüp işitenin, bildim ki O Canan imiş. (178)

Yüce Allah, varlık âlemini yaratıp ortaya çıkardı. Kendi varlığının, ilminin, iradesinin ve kudretinin alâmeti olduğu için de buna âlem adını verdi. Bir diğer açıdan da mektup (mesaj) adını verdi.

Böylece varlık bütününün iki ismi oldu.

Âlamet olması hasebiyle “Âlem” , mektup (mesaj) olması hasebiyle de “kitap” olarak isimlendirildi. Nitekim âlemin bir adı da “Kitabullah” (Allah’ın Kitabı’dır). Bu kitabın içindeki İsmi Âzam (en büyük isim) İNSAN’ dır. (188)

ALLAH’ın Halifesi; büyük âlemde “İLK AKIL”, küçük âlemde ise; İNSAN AKLIdır. (190)

Süluk sözlükte mutlak olarak gitmek anlamına gelir. Salik de giden demektir.

O halde “Süluk” zahir âleme ve batın âleme yolculuk etmek anlamını taşır.

Süluk tasavvuf terminolojisinde (ıstılahında) ise, Allah’a yolculuk “Seyr İlellah” ve Allah’ta yolculuk “Seyr Fillah” anlamlarını özel olarak ifade eder. Seyr İlellah’ın sonu vardır. Ama Seyr Fillah’ın sonu yoktur.

Tasavvuf ehline göre Süluk; yerilen sözlerden övülen sözlere, kötü fiillerden iyi fiillere, çirkin ahlaktan güzel ahlaka, kendi varlığından Allah’ın varlığına yolculuk yapmaktan ibarettir.

...

Bu niteliklere sahip kişinin alâmeti, kendi varlığında fani ve ölü, Hakk varlığı ile Bâki ve diri olmasıdır. Gerçi salik kesinlikle bir varlığa sahip değildir. Ancak bir varlığa sahip olduğunu zanneder, vehmeder. Sonuçta bu zan ve vehim ortadan kalkmış olur.

Özetleyecek olursak saliklerin istediği ve taliplerin arzusu güzel söz, güzel fiil, güzel ahlak ve güzel bilgidir. Bir kimse bu dört hasletle kemale erişirse, İnsânî kemâlâtı elde etmiş olur. (198,199)

Sülukta hicaplar ve engeller oldukça fazladır. Ancak dört temel hicap ve engel vardır. Mal sevgisi, makam sevgisi, taklit ve isyan…

Dört hicabın terk edilmesi, ortadan kaldırması abdest, dört makamın kazanılması da namaz konumundadır. (201)

İnsan bir şeyden ölmedikçe, buna karşılık başka bir şeyden dirilmez.

Kendinde ölen kimse Allah’ta dirilir. (202)

Dört hicabın terk edilmesi ve dört makamda ilerlemenin gerçekleşmesi dört hususu yerine getirmekle olur.

Birincisi: İnsanlardan uzaklaşmak.

İkincisi: Az konuşmak.

Üçüncüsü: Az yemek. Yani mümkün olduğunca riyazet yapmaktır.

Dördüncüsü: Olabildiğince az uyumak. (205)

Dünya ve ahiret lezzetlerinden hiç biri Batınî lezzetlere denk ve eşit olamaz.  Batınî lezzetler salike kendilerini gösterdikleri zaman, gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve insanın aklına gelmeyen keyfiyetler ve haller ortaya çıkamaya başlar.

“Gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve beşer kalbinin düşünmediği şeyler…” ilâhi sözünün manası dünya ve ahiretle ilgili değil, Batınî âlemle ilgilidir. (211)

 

 

 
 
Yansıtan: Hamdi Cenik
İstanbul - 05.12.2006
hamdicenik@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com