İnsanın öncesi
bir cevherdir. İnsanın sahip olduğu her şey, o ilk
cevherde mevcuttur. Bunların her biri günü
geldiğinde ortaya çıkar. İlk cevher nutfedir. (150)
Batınî duyular
da beş tanedir:
Birincisi: Ortak
duyu.
İkincisi :
Hafızadır ve bu duyu vehmin hazinedarıdır. Ortak duyu
ise somut olguların şekillerini algılar.,
Üçüncüsü:
Hayaldir. Hayal vehmin koruyucusudur.
Dördüncüsü:
Vehmetme duyusudur. Bu duyu özel anlamları kavrar.
Hafıza onun koruyucusudur. Yani ortak duyu hem görüneni,
hem görünmeyeni algılar. Dostta dostluk, düşmanda
düşmanlık anlamını algılar.
Beşincisi:
Tasarruf edicidir. Bu duyu, kavrayışta algılanıp
saklanan bileşik ve ayrıntılı olguları hayalde
yönlendirir. (161)
Hikmet ehline
göre, hiçbir şey için son tasavvur edilmez.
Eğer son olsaydı yine baştan başlamak gerekirdi. (167)
Vahdet ehline
göre, insan varlığından daha şerefli bir varlık yoktur.
Eğer olsaydı insanın dönüşü o varlığa yönelik olurdu.
Varlık aleminde yer alan bütün mahlukat, seyr-u sefer
halindedir. Bu yolculuk kendi hakikatlerine erişinceye,
kendi zatlarını bilip övgüye değer ahlak ile bezeninceye
kadar devam eder. Eğer övgüye değer ahlak kazanırlarsa,
kendi hakikatlerine erişip kemallerini bulmuş olurlar.
Dünyaya gelişin amacı budur.
(168)
İnsanın kemale
ermesi, kendini bilip güzel ahlaka sahip olması
demektir.
…
Kutsi Hadis’te;
Kendini bilme, Allah’ı bilmeden önce zikredilmiştir.
Kendini bilme, Allah’ı bilmenin aracıdır. Kendilerini
bilenlerle bilmeyenler arasında ki fark, kör ile gören
kimse arasındaki fark gibidir. (169)
Amaçların en
yücesi ve hedeflerin en nihaisi Allah’ı bilmedir.
(170)
Beyit:
Derman arardım
derdime, derdim bana dermanmış,
Burhan aradım
aslıma, aslım bana burhanmış,
Sağım solum
gözler idim, dost yüzünü görem diye,
Ben dışarıda
arar idim, O can içinde can imiş,
Her tarafa
koşardım, Canan yüzün görem diye,
Benden görüp
işitenin, bildim ki O Canan imiş.
(178)
Yüce Allah,
varlık âlemini yaratıp ortaya çıkardı. Kendi varlığının,
ilminin, iradesinin ve kudretinin alâmeti olduğu için de
buna âlem adını verdi. Bir diğer açıdan da mektup
(mesaj) adını verdi.
Böylece varlık
bütününün iki ismi oldu.
Âlamet olması
hasebiyle “Âlem” , mektup (mesaj) olması
hasebiyle de “kitap” olarak isimlendirildi.
Nitekim âlemin bir adı da “Kitabullah” (Allah’ın
Kitabı’dır). Bu kitabın içindeki İsmi Âzam (en
büyük isim) İNSAN’ dır. (188)
ALLAH’ın
Halifesi; büyük âlemde “İLK AKIL”, küçük âlemde ise;
İNSAN AKLIdır.
(190)
Süluk
sözlükte mutlak olarak gitmek anlamına gelir. Salik
de giden demektir.
O halde “Süluk”
zahir âleme ve batın âleme yolculuk etmek anlamını
taşır.
Süluk tasavvuf
terminolojisinde
(ıstılahında)
ise, Allah’a yolculuk “Seyr İlellah” ve Allah’ta
yolculuk “Seyr Fillah” anlamlarını özel olarak ifade
eder. Seyr İlellah’ın sonu vardır. Ama Seyr Fillah’ın
sonu yoktur.
Tasavvuf ehline
göre Süluk;
yerilen sözlerden övülen sözlere, kötü fiillerden iyi
fiillere, çirkin ahlaktan güzel ahlaka,
kendi varlığından Allah’ın
varlığına yolculuk yapmaktan ibarettir.
...
Bu niteliklere
sahip kişinin alâmeti, kendi varlığında fani ve ölü,
Hakk varlığı ile Bâki ve diri olmasıdır. Gerçi salik
kesinlikle bir varlığa sahip değildir. Ancak bir varlığa
sahip olduğunu zanneder, vehmeder. Sonuçta bu zan ve
vehim ortadan kalkmış olur.
Özetleyecek
olursak saliklerin istediği ve taliplerin arzusu
güzel söz, güzel fiil, güzel ahlak ve güzel bilgidir.
Bir kimse bu dört hasletle kemale erişirse, İnsânî
kemâlâtı elde etmiş olur.
(198,199)
Sülukta hicaplar
ve engeller oldukça fazladır. Ancak dört temel hicap ve
engel vardır. Mal sevgisi, makam sevgisi, taklit ve
isyan…
…
Dört hicabın
terk edilmesi, ortadan kaldırması abdest, dört makamın
kazanılması da namaz konumundadır.
(201)
İnsan bir şeyden
ölmedikçe, buna karşılık başka bir şeyden dirilmez.
…
Kendinde ölen
kimse Allah’ta dirilir.
(202)
Dört hicabın
terk edilmesi ve dört makamda ilerlemenin gerçekleşmesi
dört hususu yerine getirmekle olur.
Birincisi:
İnsanlardan uzaklaşmak.
İkincisi: Az
konuşmak.
Üçüncüsü: Az
yemek. Yani mümkün olduğunca riyazet yapmaktır.
Dördüncüsü:
Olabildiğince az uyumak. (205)
Dünya ve ahiret
lezzetlerinden hiç biri Batınî lezzetlere denk ve eşit
olamaz. Batınî lezzetler salike kendilerini
gösterdikleri zaman, gözlerin görmediği, kulakların
işitmediği ve insanın aklına gelmeyen keyfiyetler ve
haller ortaya çıkamaya başlar.
“Gözlerin
görmediği, kulakların işitmediği ve beşer kalbinin
düşünmediği şeyler…”
ilâhi sözünün manası dünya ve ahiretle ilgili değil,
Batınî âlemle
ilgilidir. (211) |