Her insanın
özünde mevcut bulunan, insanın zatına yerleştirilen
temizlik, güzel ahlak, ilim, marifet, sırların keşfi ve
nurların ortaya çıkışı gibi özellikler, bir kâmil
mürşidin sohbetinde bulunmakla, onun eğitiminden
geçmekle belirginleşir, meydana gelirler.
(212)
Ehlullah:
“-Bir
kimse dışarıda Hakk’ı arayacağı bir yol bulamaz..”
demişlerdir.
Ne kadar Hakkı
bulan kimse varsa, bunlar Hakkı kendi varlıklarında
bulmuşlardır.
Müellif
buyuruyor ki:
-Herkesin
vücudunda manevi bir kuyu vardır. Eğer yaşlı bilge,
marifetiyle çalışıp gayret ederek içinde gizli olan bu
kuyuyu kazarsa, ilahi feyzlerin ab-ı hayatı, bir kaynak
gibi fışkırır. Başkasından feyz istemek, başkasının
kuyusundan su getirip kendi kuyusuna boşaltmaya benzer.
Başkasının kuyusundan gelen su kalıcı ve sabit olmaz.
Kısa zamanda kokuşarak, ondan içenler çeşitli
hastalıklara yakalanırlar. Kibir, kendini beğenme, mal
ve mevkii sevgisi gibi kötülükler ortaya çıkar. Bu
yüzden ilim ve hâl sahibi olmayan sofu ve şeyhlerin
kibri, kendini beğenmişliği ve benliği avamdan daha
fazla olur. Çünkü içlerindeki hali başkasının
kuyusundan alınan su gibidir. Hiçbir zaman başkasının
verdiği haber, bizzat görmek gibi değildir. (213)
Ahiretin cenneti
ve cehennemi malumdur. Fakat dünyanın cennet ve
cehennemi ise, herkesin kendi kalbidir. Çünkü her
insanın derdi, hüznü, sevinci ve neşesi kalbindedir.
İşlenen kötülükler karşılığında kalp üzülür, gamlanır.
Yapılan salih ameller karılığında da kalbin memnun ve
sevinçli olduğu herkesçe bilinen bir gerçektir. (219)
-Yüce Allah, bir
hikmet uyarınca ta ezelden insanların ruhlarını
“Bir gurup
cennette, bir gurup cehennemde…”
âyetinde de
vurguladığı gibi iki kısma ayırmıştır. Bunların bir
kısmı mutlu (süedâ), bir kısmı da bedbaht (eşkıyâ)
dır.
…
Bedbahtlık ve
mutluluk olguları değişmezler. Bedbahtlar hem İslâm
milleti hem de başka milletler içinde bulunurlar.
Şayet…
“-Eğer
bedbahtlık ve mutluluk niteliklerinde bir değişme
olmayacaksa, bu durumda böyle kimselerin ibadet ve
itaatlerinden ne tür bir fayda sağlanır?..”
.. şeklinde bir
soru yöneltilecek olursa, bu soruya verilecek cevap
şudur:
-Bedbaht
insanların azapları ahirette aynı düzeyde olmaz.
Örneğin, bir şaki, zalim, fasık ve gaddar bir diğeri de
âdil, âbid ve iyi amelli olsa, ahirette bu iki şakinin
azapları bir olmaz. Birinci şakinin azabı daha şiddetli
ve ikinci şakinin azabı daha hafif olur. Söz gelimi
Allah’ın bilgisi kapsamında bedbahtlıkları kesin olan
Ebu Cehil ile Ebu Talip’in , Azer ile Nemrut’un azapları
eşit olmaz. Dünyada işledikleri hata ve kötülükleri
arttığı oranda ahirette cezaları ve azapları
şiddetlenir. Maruf ve güzel davranışları da çok olursa
ahirette azapları az olur. (221,222)
Tarikat ise,
farzları yerine getirdikten sonra nafilelerle amel
ederek ilâhi yakınlığı elde etmektir. (244)
Kutsi bir
Hadis’te:
“Hiçbir şey bir
kimsenin, farz kıldığım ibadetlerle Bana yaklaşmaya
çalışması kadar Bana sevimli gelmez.”
buyurulmuştur.
Nafile
ibadetlerin sonucunda kul, kapasitesi oranında Hakk ile
işitir, Hakk ile görür ve Hakk ile idrak eder. Fakat
farzların sonucunda Hakk kul ile işitir, görür, ve idrak
eder
demişler.
…
Farzlarla
yakınlaşma ile nafilelerle yakınlaşma arasında ince bir
fark vardır. Nafilelerle yakınlaşmada kul bir şey ister,
Allah ta ona yardımcı olur, elinden tutar. Farzlarla
yakınlaşmada ise, kulun bilgisi olmaksızın Hakk bir şey
ister ve kulun organları aracılığıyla bu isteğini yerine
getirir. (245,246)
Zikirden maksat
huzurda olmaktır. Huzurda olmanın sonucu müşahededir.
Müşahedenin amacı Allah’ı bilmedir. Allah’ı bilme ise,
Allah sevgisini celbeder. Zaten âlemin yaratılışının
gayesi de Allah sevgisidir. (250)
Allah’tan
başkasına yönelik sevgi; Allah sevgisi, muhabbeti gibi
değildir. Çünkü Allah’tan başka canlı veya cansız
herhangi bir şeyi seven kimse, sevdiği şeyin sadece
seveni olur, sevileni olmaz.
Ama bir salikte
Allah sevgisi kemâliyle gerçekleşirse, o salikte zorunlu
olarak sevilenlik (mahbûbiyet) derecesi de meydana
gelir. Bu durumda Hakk’ı seven salik Hakk’ın sevgilisi
olur. Eğer sevilen olmasaydı, seven olmazdı. Çünkü
sevginin başlangıcı ve kaynağı başta Allah’tan, ardından
kuldan sadır olur. (252)
Sofular
nazarında gaflet ile vakit geçirmek, küfür ile vakit
geçirmek gibidir.
Bunun için
azizler:
-Kendinden
habersizsen; mü’minsin, kendinden haberdarsan; kâfirsin…
buyurmuşlardır.
Beyit:
Eğer kendinden
geçersen, Allah adamısın
Eğer kendinle
olursan, Hak’tan ayrısın,
Eğer, kendinle
oluşun sürekli olursa,
Üzerine kapanır
İslâm kapısı.
…
..Avamın sandığı
gibi aklı başından alınan mecnunlara meczup denmez.
Cezbe başkadır, cinnet başkadır. Meczub, has, Velî
geneldir. Bütün meczublar Velî’dir. Ama bütün velîler
meczub değildir. (257,258)
Eğer bir salik
tarikata süluk edip, bir miktar ilerlerse, an be an onu
denerler, imtihan ederler.
Buna da mekr-i ilâhi “ilâhi tuzak” denir.
Binlerce salikin imtihanda sahte ve kalp oldukları çok
kere görülmüştür. (264)
Bir kimse kendi
iç dünyasını ve amellerini bilmek isterse, kendi dış
hallerine baksın.
Eğer dışı kötüyse kendi amelinin kötülüğüne ve eğer iyi
haldeyse kendi amelinin iyiliğine ilişkin bir kanıt
olarak alsın. (266)
Başka bir
eserden “Yansımalar” da buluşmak üzere…
Allah “Muin”
imiz olsun… |