Arapça aslı :
El-Fethü’r-Rabbani Vel-Feyzü’r-Rahmani
Müellifi
: Hz. Abdülkadir GEYLÂNÎ (1077-1165)
Mütercim :
Abdulkadir AKÇİÇEK
Yayınlayan :
Bedir Yayınevi - İstanbul / 0212 519 36 18
Yansıtan :
Hamdi CENİK
www.sufizmveinsan.com
Razı olma yolunu ara. Hâli hazır kısmetinle yetin. Senin olmayanı arama.
Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyuru:
-Allah’u Teâlâ’nın kuluna dünyada en büyük cezası; kulun kendine has
olmayanı aramasıdır.
…
İslâm demek, Allah’ın kaza ve kaderine teslim olmak ve O’nun fiil
tecellisi önünde sessiz durmaktır. (317)
Tevekkül’ün asıl manası odur ki, sebeplere vukuf olmaya… yani işlerde
sebebin sözü geçmeye… Tevhidin de hakiki manası onur ki,
iyilik ve kötülükte Hakk’ın kudretinden gayrı kimsenin
sözü geçmeye. (318)
Tasavvuf ehli
cimri olmaz. Çünkü cimrilik yapmak için elinde bir şeyi
yoktur.
Çünkü o her şeyi bıraktığı iddiasındadır. Birine bir şey
verse Hakk’ın rızası için verir; kendisi için değil…
Onun kalbi varlıklardan ve sûretlerden temizlenmiştir.
Tasavvuf ehlinin verdiği kendi malı olsa cimrilik eder.
Hâlbuki o bütün varını bir başkasına adamıştır.
Kendisine ait olamayan şeyde nice cimrilik eder? Onun
dostu da düşmanı da olmaz; bu yüzden ne övenin sözüne
sevinir, ne de sövene üzülür. Vermek, almak onun için
bir mânâ taşımaz; zarar ve kâr onun için önemli
değildir. Hepsini Allah’tan bilir. Yaşamakla ferahlık
duymadığı gibi, ölümle de üzüntü çekmez. Ona göre
ölmek Hakk’ı darıltmaktır, hayat ise onu hoşnut etmek
manasını taşır. Halk arasına girdiği zaman
sıkılır, çekinir, yalnız kaldığı zaman ferahlar ve Hak
ülfetine geçer. Onun gıdası Hakk’ın zikri olup, içkisi
de ülfet şarabıdır. (319,320)
Allah’ı seven kimse başkasını sevemez. Hak sevdirmez; zatından gayrı
şeylerin sevgilerini kalbinden çıkarır. (322)
Bazı Sâlih kullara şöyle bir soru vâki oldu:
-Rabbını görebiliyor musun?
Buna karşılık o da şu cevabı verdi:
-Görmesem yerimde duramam.
Sonra biri:
-O’nu nasıl görüyorsun?.. diye sordu.
Cevap olarak şunu dedi:
-Kul halkı kalbinden atar, Hakk’ın zatından gayrı bir şey kalmazsa
dilediği gibi O’na yakın olur. (327)
Biri, köle aldı. O köle din ehli ve sâlih bir kişi idi. Eve götürünce
efendisi ile köle arasında şu konuşma geçti:
-Hangi yemekleri istersin?
-Hangisini yedirmek istersen.
-Hangi elbiseleri giymek dilersin?
-Hangisini giydirmeyi murat edersen.
-Evimin neresinde kalmayı arzularsın?
-Nerede oturmamı uygun bulursan.
-Ne gibi işleri görmeyi arzu edersin?
-Neyi yapmamı dilersen.
Efendi ağlamaya başlayarak:
-Ben de efendime, Rabbıma karşı senin gibi olsaydım saadeti bulurdum…
dedi.
Bunun üzerine köle dedi ki:
-Efendim, bir kula, sahibinin emri dışında bir istek ve talepte bulunmak
yakışır mı?
Efendi düşündü ve:
-Seni Allah için azat ediyorum, deyip onu azat etti.
Her kimin ki kalbi irfan duygusuyla dolar, onun için irade, istek ve
dilek kalmaz. Ve o şöyle der:
-İstek sahibi olmak neme gerek?..
Hakkın yaptığı
işlerde kadere sığınma. Kader içinde cereyan eden işlere
de elini dilini karıştırma.
(328)
Akıllı ol; sonra sana yazık olur. Cahil hâlinle Allah yolcularına zahmet
verme. Şahsına göre ahkam çıkarır, sonra Halka karşı
konuşursun. Bu o kadar kolay iş değil. Zâhir ve bâtın
hükümlerini özüne kaplamış olman lâzım. Sonra her şeye
karşı bir gınâ duyacaksın. Daha sonra Halka hitap etme
yetkisi için iki zaruretten biri olmalı.
Bu iki zaruretin biri: Bulunduğun ülkede Halka öğüt vermeye senden daha
lâyık kimsenin bulunmayışı.
Diğer zaruret ise, kalp yönünden emir almış olmak…
Bu zarûretlerin mevcut olduğu zaman makamın yükselir, halkı Hâlik’e
götürürsün.
…
Kulun kalbi
temiz olursa, Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizi rüyasında
görür; Efendimiz ona yasakları söyler, yapılacak işleri
de emreder.
O kul öyle bir hâl alır ki, her yanı kalp olur.
Bünyesinden tüm olarak ayrılır. Kalp âlemine geçer.
(329)
Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz buyuruyorlar ki:
-İnsanın, İslâmiyetine dair iyilik alâmeti şudur ki: Dünya ve
âhirette iyiliğini görmeyeceği işleri terk ede.
Her kim ki, İslâmiyeti cihetiyle güzelleşir, özüne yararı olan şeylerle
meşgul olur. Hiçbir faydası olamayan şeyleri bırakır.
Lüzumsuz işlerle uğraşmak, battal ve heves düşkünlerinin
işidir.
Mahrum odur ki, Hakk’ın emrine göre hareket etmeye ve bu hâlinden de
rıza isteye… Ayrıca, Hakk’ın yasakladığı şeyle de amel
ede. Bu amel mahrum olmanın ta kendisidir; ölüm buna
derler. İlahi dergâhtan tart budur. (331)
Geylâni hazretlerine birisi hatıradan sordu, O da:
-Hatıraların neler olduğu sana ne anlattı… Sana gelen
hatıralar; şeytandan, tabiattan ve boş arzulardan… Hangi
şeyin lüzûmuna inanırsan ona gayret edersin. Dolayısıyla
hatıraların, uğruna gayret sarf ettiğin şeylerden
ibaret kalır. (339) |