Arapça aslı :
El-Fethü’r-Rabbani Vel-Feyzü’r-Rahmani
Müellifi
: Hz. Abdülkadir GEYLÂNÎ (1077-1165)
Mütercim :
Abdulkadir AKÇİÇEK
Yayınlayan :
Bedir Yayınevi - İstanbul / 0212 519 36 18
Yansıtan :
Hamdi CENİK
www.sufizmveinsan.com
Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz buyuruyorlar ki:
-Allah; ya Cebrâil, şunu uyut, şunu da uyandır, diye emir verir.
Ayıktır onu ki, kulluğunda gerçek yolu tutar, günahtan kaçar. Ondan
ağırlığı al ve uykusunu dağıt.
Uyut onu ki, yalancıdır, içi dışına uymaz. Hep bâtıl içinde bulunur.
Lânet halkasına takılmıştır. Bütün ağırlığı onun üzerine
yık. İbadet için kalkanlar arasında onun yüzünü görmek
istemiyorum.
İkinci manası da şudur: Şunu kaldır, o sevgi ehli ve Hakk’a taliptir.
Sevginin baş şartı yoruluncaya kadar aramak ve bu yolda
yorulmaktır. Öbürünü de uyut. Çünkü o tarafımızdan
sevilmiştir. Sevilmenin icâbı rahata ermek olur.
…
Allah yolcuları, kalb adımları ile Hakk’a azıcık yol alınca, ayık
zamanlarında göremedikleri bir çok acayip şeyleri rüyada
görmeye başlarlar. Kalpleri ve sırları öyle hikmetli
işler bulur ki, O’na ayık halde ermeleri mümkün olmaz.
(367)
İbâdet; âdetleri terktir. (369)
Bir kimse halim selim olduğunu iddia ederse, karşısına öfke verecek
şeyler çıkarılıp denenir. Cömert olduğunu anlatandan bir
şeyler talep edilir. Her şeyin ki, varlığı iddia edilir,
zıddı ile imtihana sokulur. (369)
İlk bilgi, ondan sonra hasıl olan ilimle kuvvet bulur. Cehâletten sonra
ilim, sonra ihlas, sonra ikinci ilim ve ikinci amel…
Sükûttan sonra konuşmak… Varlığından soyunup O’nunla var
olmak… En büyük iş… (370)
Acaba sizden
biriniz; halkı, sebepleri, gücünü, kuvvetini bir yana
atarak Hakk’a tevekkül ederek bir lokma yedi mi?..
(373)
Vahdet hâlini bulan zat, daima hâl değiştirir. Her an, bir ileriye
geçer. Su kabını bırakır, sakiye koşar. Saki ile de
yetinmez, ırmağa ve oradan da denize koşar. San’atı
bırakır, onu yapana koşar. Parçayı atar, köke koşar.
Çocuğa bakmaz, pederini bulur. Kulu bırakır, efendisine
gider. Güçsüzü bir yana atar, güçlünün yolunu tutar.
Fakr hâlini iter, Hak varlığı ile zengin olmaya can
atar. Zayıflık istemez. Hakk’ın gücü ile kuvvet
bulmaya koyulur. Azını terk eder, çokta kaybolmaya
gözünü diker. (375)
Şöyle bir hikâye anlatılır:
Zâtın biri köle pazarına uğradı. Orada güzel bir câriye gördü; kalbi ona
bağlandı. Bir türlü bırakıp gidemedi. Altında yüz altın
değerinde bir atı vardı. Elbisesi de güzeldi. Kılıfı
altın işlemeli bir de kılıcı vardı. Bir de kara kölesi
bulunuyordu. Bu ihtişamı ile cariyenin sahibine yanaştı
ve kıymetini sordu.
Cariye sahibi, o zâta baktı ve şöyle dedi:
-Şüphesiz sen cariyemi sevdin; gerektir ki, seven, sevdiği uğruna sahip
olduğu cümle varlığı harcasın. Şu anda neyin varsa bana
bırakırsın ve bunu alıp gidersin.
O zât atından indi, neyi varsa çıkardı. Elbisesini attı, muvakkat
bir gömlek kiraladı; neyi varsa câriye sahibine
verdi ve cariyeyi alıp gitti…
Evine vardığı zaman; başı kabak, ayağı çıplaktı… Ama cariye onundu.
Bu zat yaptığını bildi ve verdiğinin üstünde bir hakka sahip oldu.
Sevgisinde sadık olan, sevgilisi dışında hiçbir şeyle olamaz.
Sizden biri, Hak Taâlâ’nın cennette olan nimetlerini haber veren:
-Orada nefislerin özlediği ve gözlerin zevk aldığı şeyler var…
[43/71]
Âyet-i Kerîmesini işitse ve:
-Oranın pahası ne ola?.. diye sorsa şu cevabı veririz:
-Hak Taâlâ şöyle ferman buyurdu:
-Allah, mü’minlerden, cennet karşılığı, nefislerini ve mallarını
satın aldı. [9/111] (376)
Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz buyuruyorlar ki:
-Dilenci, Allah’ın kullarına hediyesidir. (379)
Meleklerin yemesi, içmesi; Hakk’ı Tesbih ve tehlildir. Onlar bundan gıda
alırlar. Tesbih ve tehlilden gıda alan velî kullar
sayılacak kadar az olan bazı fertlerdir. (380)
Îman sahibi, belâ anını nimet sayar. (383)
Kim ki, Tevhid işinde sağlık bulur, halkı âciz görür ve o benim dostum
olur. (386)
Îmanın zayıflık devresinde:
-Allah’tan başka ilâh yoktur.. denir.
Îman tam kuvvetini bulunca:
-Senden gayrı ilâh yoktur, sözü ile hitap edilir. (386)
Biri şöyle sordu:
-Korku ateşi mi çetin, yoksa şevk ateşi mi?
Şu cevabı verdi:
-Mürid için korku ateşi, Murad için de şevk ateşi… (389)
Mü’min dünya içinde şahın tahsildarıdır. Sır ki semâ, kalb ki zemin
olur, semâ tabakalarından kalbe yemekler gönderir, ikram
eder. Hak dilerse sırla kalbi birleştirir. Kalble sır
bir olduktan sonra, irfan sahibi, Allah’ın rahmetini
yakınında bulur. (391)
Kabir, Hakk’a varan yolun kendisidir. Orası, Hakk’ın
tünelidir. Varlığa oradan varılır. O halde ölmeden evvel
öl, o yolu tut. Hem kendi varlığında yok ol, hem de
ötekilerden… O’nunla, Hak’la dirilirsin. Meyyit gibi
olursun. (391) |