Arapça aslı :
El-Fethü’r-Rabbani Vel-Feyzü’r-Rahmani
Müellifi
: Hz. Abdülkadir GEYLÂNÎ (1077-1165)
Mütercim :
Abdulkadir AKÇİÇEK
Yayınlayan :
Bedir Yayınevi - İstanbul / 0212 519 36 18
Yansıtan :
Hamdi CENİK
www.sufizmveinsan.com
Üzeyir (a.s.) nebi, Hak’la fikir çekişmesi yaptı. Bu çekişme bir yaratma
hadisesi üzerinde olmuştu. O çekişme üzerine Hak Taâlâ
yaratacağını yarattı. Ve Üzeyir (a.s.) nebiye hatasını
anlatmak için onu peygamberlik divanından sildi. Yüz yıl
o halde ölü kaldı. Sonra diriltti ve aldığı manevi
hâllerini, peygamberliğini geri verdi. (392)
Bırak senden başka herkes doysun, sen aç kal, ne çıkar?.. Başkası aziz
olmuş bu âlemde güyâ, sen zillet içinde kalmışsın n’olur?..
Başkası bu dünyanın zengini iken, sen de fakiri
olabilirsin; bunun ne önemi olabilir ki?.. (392)
Sözlerimi, sizi görmeden söyler gibiyim. Kelâm sarf ederken varlığınız
gözümde küçülür; hatta yok olur ve erir. İşte bu halde,
dünyanızdan geçtim. Âhireti bıraktım. Sonra size bir
baktım ki, elinizde ne iyilik, ne kötülük var; ne bir
şey vermeniz kâbil, ne de aksi… Sizin benliğinizde tam
tasarrufa sahip olan zat yalnız Allah… (394)
Bir gün Havariler İsa (a.s.) a gittiler:
-Bize en büyük ilmi bellet, dediler.
O da şunları söyledi:
-Allah’tan korkmak, onun hükümlerine boyun eğmek ve Allah sevgisi. (396)
Allah’a taat
üzere olan kula mârifet hâli verilir. İsyan yolunu
tutarsa, o hâli elinden alınmaz. Kıyamet günü olunca
mârifet hâlinde iken yaptığı hataların cezası kat kat
artırılır. Ve o marifet elde bir hüccet olur. (398)
Allah, İsâ (a.s.) şöyle vahyetti:
-Dikkatli ol, silerim!..
Mûsa (a.s.) Hakk’a yalvardı ve O’ndan bir tavsiye istedi:
-Beni dile!.. buyurdu. (398)
Öğüt vermek
için, mânevi bir vazife almış olmak icap eder.
(398)
Kul, aslında mânen zengindir. Hazinesi vardır. Ama ondan haberi olmadığı
için sadece önüne geleni alır. (401,402)
Hakk’ın sırrına ittilâ peyda eden kimse, dilsiz olur. Sır saklamayana,
sır verilmez. (402)
Yazık, ilâhi sevgiyi iddia edersin, ama dünyalık ararsın ve âhiretin
güzelliğine tâlip olursun. (402)
Kalb, Hak
yakınlığını bulursa semâ olur.
(404)
Sana
bir sıkıntılı hâl geldiği zaman nimet bil ve Yaratan’a
ibâdet et.
(406)
Kalb ve sır Hak
yolculuğuna çıkıp o yüce kapıya varırsa, içeri girme
iznini sır ister, izin verilir. Sonra o âlemde, aldığı
ülfet neticesi kalbi de içeri alınır.
(406)
Hak Taâlâ tarafından kula salınan belâ, tecrübe için olur. Onun
gelmesiyle kulun hangi renge girdiğine bakar.
-Biz, onları, iyilik ve kötülükle deneriz. [7/168] Âyet-i
Kerimesi bu manâyı taşır. (410)
Îman sahibinin bir adımı şükür, diğeri sabır olursa muvaffakiyet onu
takip eder. (410)
Îman sahibinin hem kalp gözü, hem de baş gözü bulunur. Baş gözünü
yumduğu zaman kalbi açılır; kalp gözünü kapadığı zaman
da baş gözü açılır. Her iki gözü ile Hakk’ın
tasarrufunu, hikmetli işlerini ve tecellilerini görür.
…
Sen bir gün koyun gütmekteydin. Onlardan biri kaçtı. Sen ardından
koştun. Sen de yoruldun, o da… Tuttun, bağrına bastın.
Ve… “Ey mübarek, neden kendini, ayrıca beni yordun?..”
demiştin. İşte perdelenmiş olmanın çeşitli sebepleri ve
ilaçları var. Onun başlıca tedavisi, sebepleri
araştırmak, yapılan hatadan tevbe etmek ve Hakk’a karşı
irfan sahibi olmaktır. (411)
Kalbin felah bulması şu dört şeye bağlıdır:
Birincisi, mideye inen her lokmaya dikkat.
İkincisi, Hakk’a taat için bir gönül feragati.
Üçüncüsü, elde bulunan iyilikleri korumak, kerâmet hâlini esirgemek..
Dördüncüsü, Allah’ın zatından alıkoyan her şeyi terk etmek. (413)
Bir velayet sahibi kul, kuru bir yere baksa, Allah onun bakışı sebebiyle
orayı ihya eder. Onlar sapık dinlerden birine bağlı
olana nazar etseler, o dem hidayeti ve gerçek yolu
buldururlar. (414)
Dostla düşmanı, her şeyi eriten kader ocağına koydum. Eridi ve ikisi de
tek şey oldu. (417)
Hak yakınlığı kapısına girme izni verildiği zaman, o zatları âfetler
karşılar. O âfetler nefislerini eritip bitirir. O
âfetler celâl sıfatının tecellisidir. Bu tecelli
sayesinde, hem nefis erir, hem de benlik duygusu varsa
yok olup gider. (417)
Dinini dünyaya harcayıp bitirme, dini âhiret için harca. (422)
Şiddetle, ısrarla Hak’tan bir şey talep eden zâhire
dalmış, işin içine nüfûz etmemiş sayılır. (423) |