Arapça aslı :
El-Fethü’r-Rabbani Vel-Feyzü’r-Rahmani
Müellifi
: Hz. Abdülkadir GEYLÂNÎ (1077-1165)
Mütercim :
Abdulkadir AKÇİÇEK
Yayınlayan :
Bedir Yayınevi - İstanbul / 0212 519 36 18
Yansıtan :
Hamdi CENİK
www.sufizmveinsan.com
Allah yolcuları birkaç kısma ayrılır. Onların kendi hâllerine göre helâl
bildikleri yollar vardır.
O büyük zatların bir kısmı çalışır, kazanır. Helâlin bu yolda olduğunu
bilir.
Diğer bir kısmı ise, alacağını dua ile elde etmeye çalışır. Helâlin bu
yolda olduğuna kânidir.
Bunlardan başka bir kısım vardır ki; halktan istemeden gelen şeyi alır.
Bunu bir nimet bilir ve helâl olduğuna inanır.
Bunların dışında bir cemaat kalır ki, onlar bir nevi dilencilik hâlini
taşırlar. Onların bu hâli, riyâzet hâlidir; devam etmez,
çabuk geçer. (438)
Ulemâ meclislerine devam et. Kabirleri çok çok ziyaret et. Sâlihleri
ara, bul. Umulur ki, bu vasıtalarla kalbine dirilik
gelir.
Büyük zatlar, emri tutup yasakları bıraktıkça, kader yollarını açık
bulurlar. Meselâ: Abdullah b. Zübeyr (r.a.) haftada bir
defa yemek yerdi. (438)
Allahü Taâlâ’nın velî kulları, iyi edep sâhibi olurlarsa peygamber
vasfına bürünürler.(439)
Senin için ev, halkın gözünden uzak olan âlemdir. Senin için yuva,
kalbindir. Senin için yer, iç âlemindir. Senin için
yurt, Rabbınla sohbet, emirlerini yerine getirmek,
yasaklarından kaçmaktır. Ve O’nun kader icabına,
ettiğine uymaktır.
Yaptığın duada ve sarf edeceğin gayrette halkın nasibi vardır. Olur ki,
bir göz için bin göze ikram edilir.
Gizli olarak büyük, kerim zatlara iyilik edersen, Rabbına taat etmiş
olursun.
Allah yolcularına ikram eder, nefsini ortaya atmazsan, sana kerîm sıfatı
verilir. Sen kerîm olursan, hürmetine bin göz kurtulur.
Aile efradına belâ inmez. Hatta senin hürmetine
komşuların, bulunduğun ülke halkı bile kurtulur. (440)
Nübüvvet bir isim olup, risâlet ise, İlâhi bir lâkabdır. (441)
Dünya hayatı
denince; Hakk’ı bir yana atıp, Halka yüzünü çevirmek
akla gelir.
Hevâ
adı ile anılan boş arzu ve aslı olmayan şeylere
bağlanmak; îmanın, ibâdetin tam tersidir.
Sebeple, onu Yaratan arasında tam bir tezat vardır. Dış âlem, iç âlemin
zıddıdır. (441)
Davud nebi bir gün oğlu Süleyman’a şöyle bir sual sordu:
-Oğlum, iflastan sonra ve ondan beter ne vardır?
Cevabı yine kendisi verdi:
-Bundan daha beter olanı, bir adamın ibadete devam etmesi, sonra da onu
bırakıp boş işlere dalmasıdır. (442)
Sana herkesin düşündüğü şeyleri yaptıran akıl, dünyadandır; akılların
aklını bulduran derin düşünce ise, âhirettendir. (442)
Âhiret; övülmeyi, sevilmeyi, sövülmeyi ve üzüntülerle geçen günleri eşit
görmektedir. (442)
İraden sağlam olursa, adımların Âdem peygamberin adımları kadar uzun
olur. (442)
Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz buyuruyorlar ki:
-Şu kalbler var ya, onlar muhakkak kirlenir, paslanır. Onların cilâsı
Kur’ân okumaktır. (445)
Varlıkla bir olmaya alış, ayrılmak istersen ayrıl, sonra yine vuslat
âlemine geç. Her şeyi öğren, sonra onu bırak, başkasına
bak. Cehâletle ibadet olmaz. Cehâlet hâliyle kim ibadet
etmeye kalkarsa, yaptığı, yıktığından çok olur. (445)
Aç kimseler gibi gördüğün her şeye sarılma. Edebini iyi kıl. Hak
Taâlâ’nın zâtından gayrı cümle eşyadan ayrıl. Ağyarı
bırak, sebeplerde gerçek tesiri görme. Elinde bulunan
lambanın sönmesi ile karanlıkta kalmaktan kork. Bunları
yaparsan, Hak Taâlâ lâmbana yakıt gönderir.
Bildiklerinle sana nur verir. Her kim bildiği ile âmil
olursa, Hak Taâlâ ona bilmediğini verir. Bir kimse
Allah için kırk gününü iyilikle geçirse, hikmet
kaynakları kalbinden fışkırır, diline gelir.
(445) (Bold:
Hak, insanlardaki istidada göre hâllerini değiştirir. Bir âyet-i
Kerîmede bu hâle işâreten şöyle buyurulur:
-Onlar, kendilerinde bir değişiklik yapmadıkça, Allah onların hâlini
değiştirmez. [8/53] (446)
Yaptığın zâhidlik ve fazlayı terk irfan sahibi oluncaya kadardır;
sonrası elinden çıkar. Sen bir şey yapmaya kâdir
olamazsın. Yaptığın her iş O’na vâsıl oluncaya
kadar ve kendi adını, kim olduğunu ve lâkabını bilinceye
kadar… Sonrası tam varlık.
Kul marifet âlemini bulup, olup biteni anladıktan sonra, bütün arzuları
verilir. Elbisesi, kumaşı, evi, ehli, yavruları ve
komşuları ona iade edilir. (447)
Nefsini hesaba çekmeye alıştıktan sonra Yakîn derecesini bulmaya
bakınız. Yakîn îmanın özü ve hülâsasıdır. Farz
olan ibâdetler ancak yakîn’le edâ edilir.
Dünyadan gönül çekmek için yine yakîn gerek. Bu
hâli Hak Taâlâ’dan talep et. (448)
Bir hata işlediğin zaman, insanların görmesini arzu etmezsin, utanırsın.
Hâlbuki Allah seni her an görür, ama O’ndan
utanmazsın. (448)
Siz önce hükümlere bağlanınız. Sonra ilme bakınız; her
şeyin aslını belleyiniz. İlmin kölesi olsanız da, esas
hükmü manâ cihetiyle elden bırakmayınız. (449) |