Arapça aslı : El-Fethü’r-Rabbani Vel-Feyzü’r-Rahmani
Müellifi : Hz. Abdülkadir GEYLÂNÎ
(1077-1165)
Mütercim : Abdulkadir AKÇİÇEK
Yayınlayan : Bedir Yayınevi - İstanbul / 0212 519 36
18
Yansıtan : Hamdi CENİK
www.sufizmveinsan.com
Hakikat ehlinin yanına girdiğin zaman oturdukları yere
oturmalısın ve yediklerini yemelisin. (449)
O büyük zatlar, bu âlemde bir çok yönden öldüler:
İlk defa haram işlere girmekle öldüler.
İkinci defa da şüpheli işleri bıraktılar.
Üçüncü olarak mübah olanı bıraktılar.
Dördüncüde helâl olanı attılar.
Beşincide ise, Mevlâ Taâla’dan gayri her şeyi bir kenara
atmak sûretiyle benliklerinden geçip gittiler.
Bu maddi eşyayı bırakıp kaçan ölüler, onlara bir daha
tâlip olmaz, yakın olmak bile istemezler. Sanki onlar,
mânen bir başka hâle geçmiş ve sûretleri yok olmuştur.
Sonra onları Hak diriltmiştir. Onların ruh âlemindeki
akışı ve duruşu, Allah’ın yüce adı ile olur.
…
Ayıklık bir hizmettir. Uyku bir vuslat âlemidir. Bir kul
namaz ânında uyursa, Hak Taâlâ onu meleklere överek
gösterir.
(450)
Her şeyin kendine göre bir vazifesi olur:
Baş gözü ile dünya görülür.
Kalb gözü ile âhirete bakılır.
Sır gözü ile de Mevlâ müşahede edilir. (452)
Dikkat et, sabahları güneş, yatakta iken üzerine
doğmasın. Güneş yalnız cahil kişinin üstüne doğar. Güneş
yalnız nefsine ve kötü arzusuna uyan kimsenin üzerine
doğar. Erken kalk, güneşin doğmasına hazır ol. O
doğduğu zaman seni gaflet yatağında bulmasın. Bu
anlatılan şeyler biraz akılların ötesini ilgilendirir.
(452)
Yaptığın her işi hesap edebilmen senin için kabil olmaz.
O kapıyı açan işler öyle şeylerdir ki, iç âleminde
saklıdır.
O işin hikmet yönü sonradan sana açılır, onu bir sen
bilebilirsin, bir de Rabbin… Bu hâle, zâti varlığa yakın
melekler de akıl erdiremez; İlâhi elçi olarak kullara
gönderilen peygamberler de tam bilemez.
Büyük zâtlardan, maddi işlere yarayan akıl gitmiş,
akıllara akıl olan bir başka akıl verilmiştir. Ve
onlardan, her şeyin aslına varmak için şart edilen
yorgunluk günleri de geride kalmıştır. (453)
Kalp meleklerin geçit yeridir. Sır ise daima Hakk’a
nazırdır.
Allah, bir kulun kendisine yönelmesini dilerse, onu
ademoğullarının içinden alır, yırtıcı ve vahşi
hayvanlarla ülfet ettirir. Bu vesile ile insanın vahşet
duygusu yok olup gittikten sonra, meleklerle ülfet
duygusu hasıl olur. Onların muhtelif şekillerini görür
ve çeşitli yüzlerine bakar, sözlerini işitir. Karada ,
denizde ve ıssız yerlerde onlarla olmaya başlar. (453)
Ey avam halk, sizin hiç biriniz, eline maddi bir şey
geçince gönül rızası ile bırakmak, gitmek ve kaçmak
arzulamaz.
Hak’dan alınan herhangi bir şeyin gerçek yönü var.
Ayrıca halktan talep edilen şeyin de bir hakikati var.
Ama bir kul, derecesini bulur, velâyet hâli tahakkuk
ederse, onun kalbine ne almak gelir, ne de vermek… Eşya
kendiliğinden gelir, ama bunları kendinden geçmiş olarak
karşılar. Onları almak, yemek o kula kısmettir. Kısmet
olan bir şeyden kaçmak imkansızdır. (454)
Allah’a yemin olsun, sonra yine Allah’a yemin olsun ki,
Allah’ın sevgili kulları olan velîlerin ahvali
peygamberlerin ahvaline benzer. Ne var ki, lâkapları
ayrıdır.
Yeni bir dinle gelen Resullere ve kendinden önceki bir
peygamberin yolunu takip eden nebîlere ölümden sonra
münker ve nekir gelmez. Çünkü onlar yaratılmışların
şefaatçisidir. İşte onlar gibi Velîler de sorgu sual
görmezler; çünkü onlar da, Hak Taâlâ’nın seçme
kullarıdır.
(455)
Hakk’a daima ibadet eden kimse O’nunla sohbet ediyor
demektir.
…
Hiç kimse kendi keyfine göre yol alamaz. Mutlaka bir
büyük zâta tâbi olması gerek… Her kim kendi görüşü ile
yetinirse sapar, şaşırır.
Manevi yol işlerinde peygamberin vekiline uymak vardır.
O herhangi bir şeyin terki için emir alır, yapar. O’na
uyanlarda aynısını yaparlar. (455)
Halk, Hak Taâlâ’nın zâtından başka olan varlıktır.
Zâhiri olup biraz da maddidir. Bu halk tabiri, bütün
hâllere şümullüdür.
…
Hakkın kelam tecellisine mazhar olarak konuşma asıl öbür
âlemde olacak. Aynı tecelliyi bu âlemde bulanlar pek
azdır, tek tek sayılabilecek kadar mahdut bazı
fertlerdir. (456)
Namaz kıldığın zaman kıbleye dönersin. Belâ anında da
kıbleye dön. Bunun kıblesi Hakk’a bağlanmaktır. Namaz
anında kıbleye dönerek halkı geriye nasıl bırakıyorsan,
belâ ânında da kalbini Hakk’a bağla, halk’ı unut. Başına
bir felâket geldiği zaman îmânın bâtıl olur. Belâ anında
îman sağlam olursa o belâ ezilmeye mahkumdur. Îmanlı
kalbin o belâyı ezebilmesi büyük bir iştir.
Avam halkın gönül kırıklığı dünya için olur. Has kullara
da bu hâl öbür âlemin zevki dolayısıyla gelir.
Havas kullardan daha ileri bir makamda olan kullarda ise
gönül kırıklığı Mevlâ’ya dair işlerden az şeyin
kaybından veya verilen bir keşfin kapanmasından ileri
gelir.
Herkesin kendine göre bir gönül kırıklığı bulunur. Ama
bazı seçilmiş ve ayırt edilmiş kullar var ki, onlar için
gönül kırıklığı, bir hususiyet arz eder. Onlar, yalnız
Hak için mahzun olurlar.
…
Geylâni Hazretlerine peygamberimizin (s.a.v.) yasak
ettiği vezinli, kafiyeli duadan sordular, cevap verdi:
-Allah yapmacık, düzenli, kalıplı bir sürü tekerlemeden
ibaret duayı kabul etmez.
Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu:
-Ben ve ümmetimin muttaki sınıfı tekellüften, yani
zoraki, yapmacık işlerden beridir.
(457) |