Arapça aslı :
El-Fethü’r-Rabbani Vel-Feyzü’r-Rahmani
Müellifi
: Hz. Abdülkadir GEYLÂNÎ (1077-1165)
Mütercim :
Abdulkadir AKÇİÇEK
Yayınlayan :
Bedir Yayınevi - İstanbul / 0212 519 36 18
Yansıtan :
Hamdi CENİK
www.sufizmveinsan.com
Kalbin sıhhati, Hakk’a uzanacak dilin bulunmaması ile olur. İç âlemin
sağlığı, değişme ihtimâli olmamasıdır. Ve iç âlemin
sağlığı kendine varlık izafesinde bulunmamasındandır…
-Orada bütün saltanat Allahü Taâlâ’nındır.
[18/44] (467)
Bir Hak yolcusu, büyük bir zâtın yanına gider, önünde diz çöküp oturur.
Ve şöyle der:
-Ben cennetten bir parça yer istiyorum, başka arzum yok.
O büyük, dinler ve şu cevabı verir:
-Ah ne olurdu, âhirete olan bu kanaatkârlığın, dünya için de olsaydı…
Eğer senin için ölüm bir gerçekse ve ona inanıyorsan, şu anda iradenle
öl. Maddeden soyun. Arzularından geç. Ölüm dür ki, onda
Hak’ın işine karışma olmaya… Ümit bulunmaya… Dostluk,
düşmanlık araya girmeye… Orada sükût, orada sükûn ola…
Ölü gibi ol. O iyiliği celp edemez, kötülüğü itemez. Sen
de öyle ol.
Ölü konuşmaz. Allah dilerse konuşursun. Sen halktan, kendi mevhum
benliğinden geçersen, ölü sayılırsın. 468)
Dostun, kötülüğü senden alandır. Düşmanın ise, aldatıp yolunu
şaşırtandır. (470)
Başkasına yapacağın öğüdün şartı, dediğine inanmış olmandır. Kulun halkı
Hakk’a çağırması, ancak ona vâsıl olduktan sonra hasıl
olur. (470)
Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu:
-Bir takım insanlar gördüm. Dudakları makasla kırpılıyordu. Kim
olduklarını sordum, “ümmetin sahte bilginleri..”
dediler. (470)
Seni Tevhid için, zâtını birlemek için yarattı, yoksa dünyayı tamir için
yaratmadı. Âhiret için de yaratmadı. (470)
Yaratılmışların çoğu manevi yönden üç bölüm içindedir: Sağır, dilsiz,
âmâ… Sizin yalnız başınızda kulaklarınız var. Onu
çalıştırır, kalb kulağınızı çalıştırmazsınız. (471)
Allah bir kulunu severse, onun kalbini zâtına âşık kılar ve şevk verir.
(472)
Hiçbir namaz
yoktur ki, onu insanlara imam olan zâtın ardında kılmak
istemeyeyim… Ondan sonra, gelecek vakte kadar da
ayrılmak istemem. (472)
Daima ferahları arayıp onlara gitme. Mahzunları ara, onlarla ol. Gülenle
gülme, fakat ağlayanla ağla. Yüce himmet sahipleri ile
yola devam et. Kısmetlerinizi Hakk’ın kapısında yeyiniz.
O’nun yakınlık eşiğinde kısmetinizi alınız. (472)
Bir adam bu beldeden Hacca gitti. Dönüşte bana uğradı. Ona tevbe
etmesini söyledim.
-Hacdan döndüm, tevbeye ne lüzum var? deyince, şöyle îmâ ettim:
-Anladım, lâkin…
Sonra o zât zinâ etti. Fuhşa düştü. Bir sürü kötülükler etti. Gün geldi,
o şahıs öldü. Namazını kıldırıyordum. Sanki tabuttan
çıktı, eteğime yapıştı. Hâline acındırmak istedi…
Şöyle dedim:
-İşte seni bu hâle düşmekten almak istedim. Fakat anlamadın. (473)
İbrahim Havas Hazretleri, başından geçen bir vakıayı şöyle anlattı:
-Bir çölde birkaç gün kaldım. Orada kimseyi görmedim. Biraz yürümek
istedim, bir yere vardım, beni bir korku tuttu. Oracıkta
aniden bir genç adam gördüm. Ayakta duruyordu. Hayret
ettim… Sonra aramızda şu konuşma geçti:
-Nerelisin?
-O.
-Nereye gidiyorsun?
-O.
Bunun üzerine ona şöyle dedim:
-Eğer söylediğin gerçekse varlığını O’na fedâ et…
Bu sözüm üzerine bir bağırış bağırdı; sonra düştü. Yanına vardığımda
ölmüştü. Ondan ayrıldım. Biraz taş vs. bulup dönecek,
onu gömecektim. Geldim, yerinde bulamadım.
O anda gizli bir nidâ işittim:
-İbrahim, senin aradığın o zâtı ölüm meleği de aradı, bulamadı.
Cennet de ona talip oldu, bulamadı. Ateş de istedi,
bulamadı.
O sese gönlümü verdim:
Nerede? diye sordum; şu nidâyı duydum:
-Güçlü padişahın otağında; ırmaklar akan cennetlerde.
(474, 475)
Zâhirini Halka ver.
Kalbini âhirete daldır.
İç âlemini dünyadan âhirete geçir. Hak’la kıl. (476)
Gerçek olan bir
mürid, her ihtiyacını bizzat ilâhi kudretten alır. Ârif
ise, halktan alır.
Çünkü o şâhın tahsildârıdır. Halktan bir şey almak ona
bir eksilik vermez. O, Hakk’ın vekilidir. O aldığını
kendisi için almaz. Başkası için alır. O halktan alır,
yine onlara verir. Kendi sofrası şâhın katındadır. O
kapıların ve perdelerin ötesinde alacağını alır. Şehvet
arzuları ayakları altındadır. Halka ayağını basar,
yücelere çıkar. (476)
Halk esas olarak üçe ayrılır: Melek, şeytan ve insan…
Melek tamamen hayırdır, onda şer yoktur.
Şeytan da tam aksi; hep şerle doludur.
İnsana gelince ikisinin katışmasıdır. Yaratılışında hem şerre, hem de
hayra meyli vardır. Hangi tarafı ağır basarsa o tarafa
yönelir.
İnsanın hayrı çoğalırsa meleklere karışır; şerri çoğalırsa şeytana
karışır. (477)
Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdu:
-Hakkında kelâm edilen şahsı dinlemen, onun yanına gitmekten daha
hayırlıdır. Onun yanına gitmek ise, hakkında çeşitli
haberler vermekten daha iyidir. Ondan vereceğin haber,
onu ve işini yanlış anlatmana sebep olur.
(478)
(Eserde zikredilen son bâb):
Bir gün Geylâni Hazretlerinin vaazı esnasında cenaze geldi. Ona baktı ve
şöyle buyurdu:
-Şunu görüyor musunuz?.. Ona ölüm gelince ne hâle düştü. Onu dehşet
sardı. Anlayışı bozuldu. Akrabalarından, bir ferdi dahi
tanımaz oldu. Bundan ibret alınız.
Marifet hâli öyledir. Bir kimseyi marifet hâli sardı mı, o bir heybete
dalar, kendisini kaybeder ve Rabbından başkasını
tanımaz. Tek şey tanır ve bilir: ALLAH. (479)
Başka bir “Şaheserden Yansımalar” da buluşmak üzere hoşça
kalın.
Allah “Muin” imiz olsun.
Bizleri sevdikleriyle bulundurup, sevdikleriyle haşr-ı cem eylesin.
Âmin!... |