Arapça aslı :
El-Fethü’r-Rabbani Vel-Feyzü’r-Rahmani
Müellifi
: Hz. Abdülkadir GEYLÂNÎ (1077-1165)
Mütercim :
Abdulkadir AKÇİÇEK
Yayınlayan :
Bedir Yayınevi - İstanbul / 0212 519 36 18
Yansıtan :
Hamdi CENİK
www.sufizmveinsan.com
Allah’u Taâlâ,
peygamberlerini kelam sıfatı ile terbiye eder. Sevdiği
kulları ise ilham yoluyla ıslah eder. İlham Velîlere,
kelam da peygamberlere gelir. Peygamberlerin vasileri
Velî kullardır. Onlar peygamberlerin hakiki
vekilleridir. Velî olanlar, peygamberlerin evlâdıdır.
(39)
Her kime bir
sevgi duyuyorsan aranızda manevi bir bilgi hasıl olur.
Bu bağlılığın ve ilginin kimlere ve nelere olduğunu ve
olması gerektiğini iyi öğren. İşlerini ona göre düzenle.
Bir çok büyükler:
-Sevgi
yakınlıktır, yakınlık ise sevgidir, derler.
Bunlar, maddi
sebeplerle uzak da olsa manen yakındırlar.(40)
Rasûlullah
(s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurdular:
Allah’ın kula
verdiği büyük cezalardan bir de, kulun kendine nasip
olmayacak şeyi aramasıdır.
(40)
Allah’ım, bize
dünya ve ahirette, sana ermiş olmayı nasip et. Sana
yakınlık tadını ver. Seni görmeye kavuştur. Gayrı
görmeden Zât’ınla yetinen kişilerden kıl. (44)
Hâlbuki bütün
çabanız, yemeniz imkansız olan malı toplamakta..
Kavuşmanız ihtimali dahi olmayan nesneler
düşünüyorsunuz. Yaptığınız binalara sağlığınızda oturmak
belki nasip olmayacak. Yapın, edin, eyleyin; ama
kalbinize sahip olun. Dışınız dünyayı yapsın, kalbiniz
Allah ve âhiretle olsun… Kalbinizi dünyaya
kaptırırsanız, Rabbinizin yüce makamı perdeler arkasına
girer, rûhâni hava tarafınıza esmez. Allah hem Aziz’dir,
hem de Celil’dir. (47)
İnsanlar istek
ve arzuları kadar yükselirler. Yücelik, şahsi yararı bir
yana atmaktır. Daima üstün ve iyi düşünmek hoş olur.
İnsan, düşüncesine ve tuttuğu işe göre kıymet bulur.
Buna göre, tuttuğun işte bir fayda umuyorsan, o fayda
kadar büyük olursun. Herkes himmetiyle ölçülür.
Dünyalık isteyen dünyalık bulur ve değeri o kadar
olur. Allah’ı isteyen Allah’ı bulur, kıymeti de o kadar
büyük olur. (47)
Bu
yol sükûtla başlar; ilki budur. Konuşmak sonradan gelir.
Sus, taşma, içini doldur; sonra izin al, konuşmaya koyul.
(48)
Dininiz dört
şeyle gider:
1-Söylediğiniz,
işinizi tutmazsa…
2-Bilmediğiniz
işlere karışırsanız…
3-Bilmediğinizi
öğrenmez, dolayısıyla cahil kalırsanız…
4-İnsanları,
bilmedikleri şeyleri öğrenmekten alıkoyarsanız… (53)
Ey cemaat!
Zikir meclisine fırsat buldukça geliyorsunuz. Ama ona
bir ihtiyaç duyarak gelmiyorsunuz. Bu yüzden gereği gibi
faydalanmak size nasip olmuyor. Şifa bulmak için ona
geliniz. Vakit geçirmek için geliyorsunuz. (53)
Bir de seçme
insanların cenk ettikleri şey vardır ki, o da, dünyayı,
âhireti ve Hak’tan gayri her ne ki var, onu bırakmaktır;
bırakmak için elden geldiği kadar cenk etmektir.
Kasd yalnız
Allah olmalıdır. Cihad, O’nun düşmanları ile olmalıdır.
Çalışmak lâzımdır; ama her şeyden önce neye ve kim için
çalışmak gerekse onu bilmek icap eder. (56)
Nebi (a.s.)
şöyle buyurdu:
-Ellerin
terbiyeli olsun…
Bunun ince ve
derin manası vardır. Anlayan anlar. Biz de şöyle
anlatırız:
Gün olur, derde
düşersin. Kendini dilenciliğe verme, çalış, zenginliği
görürsün.
Bir de şöyle
anlatılabilir: Erenlere kavuştuğunda önlerinde tazimle
dur. Onlara saygı göster. Kalbinden bir şey isteme.
Elini onlara ihtiyaç kastı ile açma. Onlar sana gerekeni
bilirler, verirler. Kalbini bozarsan münafık olursun.
Elini uzatırsan, ihlas sahibi olmadığın sezilir. (56)
Peygamber
(s.a.v) Efendimiz çok düşünürdü. Daimi tefekkür hâlinde
idi. Az sevinirdi. Gülerken ancak ön dişleri açılırdı.
Onun üzüntülü zamanı sevinçli zamanından daha çoktu.
Sen, O’nun ümmeti değil misin?.. O’nun gibi ol… Az gül.
Ancak karşındaki zâtın kalbini hoş etmek için tebessüm
et. (57)
Rasûlullah
(s.a.v.) Efendimiz şöyle buyuruyor:
-Îman sahibi
yüzden sevinçli görünür, ama içi yanar.
Îman sahibi,
kalbindeki hüznü yüzünün şenliği ile örter. Bunu ancak
Îman sahibi yapar. Îmanı kuvvetlendikçe nefsine daha çok
hakim olur. İçinden çok düşünür, tefekkür âlemine dalar.
Çok ağlar, az güler.
Rasûlullah
(s.a.v.) Efendimiz, bunu da anlatırken buyuruyorlar ki:
-Îman sahibi,
Mevlâsına kavuşuncaya kadar rahata eremez.
Îmanlı kişi çalışır, kazanır, ama içten Mevlâ ile olur. Zâhirde
kullarla, ev halkı ile olur, ama iç âlemi Rabbine
dönmüştür. İç âlemi o kadar zengindir ki, bunu kimse
bilemez. O da bu sırrını kimseye demez. Ne hanımı, ne
çocukları, ne komşusu, ne de halktan bir bilir. Onun iç
âleminin zenginliğini Rasûlullah (s.a.v.) Efendimizin şu
yüce kelâmı bildirir:
-İşlerinizi gizli tutarak yürütmeye gayret ediniz. (58)
İnsanları senin için üçe böleceğim:
Birincisi; câhil,
hakiki âleme sevgisi yok.
İkincisi; Seçme ve
iyilerle olan.
Üçüncüsü; iyilerin
bizzat kendileri ve iyiler.
Hakîki âleme sezisi ve duygusu olmayana “âmi” tabir edilir. Bu,
İslâm dininin temel prensiplerine uyar. Hiç
ayrılmaksızın, Allah ne buyurmuş, Rasûlullah (s.a.v.)
Efendimiz ne demişse onu bilir. Ve bu bilgisinin dış
kabuğunu bir türlü yırtamaz, dolayısıyla ötelere
geçemez. Bu adam şu ilahi fermanın hükmü altındadır:
-Peygamber size ne ki getirmiş, ona uyunuz. Ve her
neyi ki yasak etmiş, onu da yapmayınız. (59/7) |