İbn-i Arabî Hz. Kur’an Mührü’ nden Yansımalar: -1-

www.sufizmveinsan.com
 
 

Kitabın Adı:   KUR’AN MÜHRÜ

                     Hatmu’l Kur’an

Müellifi    :     Şeyh-ül Ekber Muhyiddîn İbn’ül ARABÎ (M: 1165-1240)

Derleyen :     Abdulbaki Miftah

Mütercim :     Vahdettin İNCE

Nâşir       :     Remzi GÖKNAR

Yayınevi  :     KİTSAN Yayınları – İstanbul – 0212 513 67 69

Yansıtan  :    Hamdi CENİK

www.sufizmveinsan.com

Birinci Bölüm:

Şeyh diyor ki:

—Hastalanmıştım. Hastalığın şiddetinden bayılmışım. Artık öldüğümü sanmışlar. Bu sırada çirkin görünümlü bir topluluk gördüm. Bunlar bana eziyet etmek istiyorlardı. Güzel görünümlü, hoş kokulu bir adamın da beni onlardan korumaya çalıştığını gördüm. Sonunda onları alt edip benden uzaklaştırdı.

—Kimsin? dedim.

—Ben "Yâsin Sûresi"yim, seni savunuyorum, dedi.

Ayıldım. Baktım, rahmetli babam başucumda oturmuş ağlayarak "Yasin Sûresi"ni okuyor. (18)

Hud (a.s.) bana dedi ki:

— Ebu Muhammed'e hasta ziyaretinde bulunmak için geldik…

Uyandığımda aynı gece hastalandığını gördüm. Birkaç gün geçmeden vefat etti. (19)

—Öldüğünde, biri onun yüzüne bakınca, yaşıyor, der. Damarlarının atmadığını görünce de, ölmüş, der. Ona bakan hayret etmekten kendini alamaz. Çünkü yaşarken de, ölürken de, Allah onun için hayatla ölümü birleştirmiştir. (19–20)

Şeyh bu kadını şöyle vasfeder:

—Babası Kurtuba'lıydı. Genç bir kız iken tarikata girdi. Cüzam hastalığına yakalanmış muttaki bir adamla evlendi. Bu adam ölünceye kadar 24 sene boyunca ona hizmet etti. Allah'tan başka her şeyle ilgisini keserek kendini ibadete verdi. Allah mülkünü ona sundu, ama o bu mülkten hiçbir şeye bağlanmadı. Allah için seven, Allah'ı bilen, Allah aşkıyla dolu biriydi. Onu gören biri "ahmak!"derdi. O ise:

-Ahmak, Rabbini bilmeyene denir!..  cevabını verirdi. Daima Allah'ı zikreder, onunla tarifsiz bir coşku yaşardı. Cinlerin mümin olanları onun meclisine katılırlardı. Çok az yerdi. İşbiliye'de onun sohbetinde bulundum, ondan yararlandım. Birçok kerametini gördüm. Bu kerametlerden biri şudur: herhangi bir şey istediği zaman, Allah'a Fatiha suresini okuyarak dua ederdi, anında duası kabul olurdu. Âlemler için bir rahmetti. Onu tanıdığım zaman 95 yaşındaydı. Ama nazikliğinden, letafetinden dolayı onu on dört yaşında sanırdın. Yıllarca ona hizmet ettim. Boyu yüksekliğinde kamıştan bir ev yaptım ona. Manevi derecelere yükselinceye kadar durmadan Allah'a kulluk ederdi. Bana şöyle derdi:

—Ben senin ilahi annenim. Nur ise senin topraktan annendir.

Annem onu ziyarete geldiğinde, ona şöyle derdi:

—Ey Nur! Bu benim oğlumdur. Senin de babandır. Ona iyi davran, sakın serkeşlik etme.

Meclisine katılanlara hitaben şunları söylerdi:

—Hepiniz benim yanıma varlığınızın bir kısmıyla gelirsiniz, bir kısmını ise evinizde, ailenizde, başka gayeleriniz için bırakırsınız. Ama oğlum, gözümün aydınlığı Muhammed b. Arabî hariç. O, benim yanıma gelince, bütün varlığıyla gelir, kalkınca bütün varlığıyla kalkar, oturunca bütün varlığıyla oturur. Arkasında nefsi namına bir şey bırakmaz. Tarikte böyle olmak gerekir. (22–23)

Safiyuddin Ahmed b. Muhammed el-Kaşaşi'nin (ö.1071) Mekke ve Medine'de yaptıkları bir sohbette kendisine Âdem (a.s.) adına umre yapmayı emrettiğini ve şöyle dediğini anlatır:

— Şeyh Muhyiddin ashabına bunu tavsiye etmiştir. Çünkü aralarında yüce Allah'ın Âdem’e: "Ateşe gidecek olanları ayır" şeklinde söyleyeceği sözü konuşurlarken aklına bu fikir gelmiş ve sohbetinde bulunanlara şöyle demiştir:

— Gelin, babamıza bir hediye gönderelim. Belki bu sayede onun yanında bir tutanağımız olur. Ki bizi ateşe girecekler arasında çıkarmasın…

Böylece hepsi Âdem adına Umre yaptı. (26)

Şeyh, amcası hakkında özetle şunları söylüyor:

—Babamın öz kardeşidir. Adı Ebu Muhammed Abdullah'tır. Allah ehli ve has velilerindendi. Ölümünden üç sene önce seksen yaşında iken Allah ehli bir çocuk

aracılığıyla tarikata girdi. Çocuk ona öğüt verdi. o da gafletten uyanıp Allah'a yöneldi. Bu hal onda devamlılık gösterdi. Sürekli ceht, halet ve sahillerde dolaşma halindeydi. Her gün Kur'an'ı hatmederdi. Sevabının yarısını bu çocuğa ithaf ederdi. (27)

… Selam verir ve sorar:

—Şu giydiğim elbiselerle namaz kılmak caiz midir?

Şeyh güler. Dayımız:

—Niçin gülüyorsun? Diye sorar. Şeyh şu karşılığı verir:

—Aklının gevşekliğine, kendini ve halini bilmezliğine gülüyorum. Seni ancak köpeğe benzetebilirim. Köpek de ağzının her tarafından az önce yediği leşin kanı ve pisliği damlarken, bevl ettiği sırada sidik üzerine sıçramasın diye ayağını kaldırır! Sen, içi haram dolu bir kapsın. Boynunda zulmettiğin kulların vebali dururken üzerine giydiğin elbiseyi soruyorsun!

Hükümdar, ağlamaya başlar. Atından iner, derhal saltanatından feragat eder ve şeyhin hizmetine girer. Şeyh, üç gün yanında tutar, sonra bir ip getirir ve şöyle der:

—Ey sultan! Misafirlik günlerini tamamladın. Şimdi kalk ve odun getir.

Dayım, odunları başının üstünde taşıyarak pazara girerdi. İnsanlar ona bakarak ağlardı. O da odunları satar, yiyeceğini satın aldıktan sonra gerisini sadaka olarak

dağıtırdı. İnsanlar şeyhe gelip kendilerine dua etmesini istedikleri zaman, onlara şöyle derdi:

—Sizin için dua etmesini Yahya b. Yeğan'dan isteyin. Çünkü o sultan iken zühdü tercih etti. Eğer ben onunki gibi bir mülk ile imtihan edilseydim, belki de zühdü tercih edemezdim. Vefat edip şeyhin türbesinin dışına defnedilinceye kadar bu şehirden hiç ayrılmadı. İkisinin kabri ziyaretgâhtır. (28–29)

 

 

 
 
Yansıtan: Hamdi Cenik
İstanbul - 23.10.2008
hamdicenik@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com