Kitabın Adı:
KUR’AN MÜHRÜ
Hatmu’l Kur’an
Müellifi : Şeyh-ül
Ekber Muhyiddîn İbn’ül ARABÎ (M: 1165-1240)
Derleyen : Abdulbaki
Miftah
Mütercim : Vahdettin
İNCE
Nâşir : Remzi
GÖKNAR
Yayınevi : KİTSAN
Yayınları – İstanbul – 0212 513 67 69
Yansıtan : Hamdi
CENİK
www.sufizmveinsan.com
Onbirinci
Bölüm:
Sekizincisi
(aynı
zamanda sonucusu): Kulluğun devamlılığında gerçekleşen
Ahmedî Kemal Miracı. Bu, daimi namaz miracıdır. Önceki
bütün miraçları kapsayan en büyük miraçtır bu.
"Secde et ve yaklaş."
(Alak,
19) hitabının
muhatabı kamil insanın gözünün aydınlığıdır. (220)
Kamil
veliler, bu daimi ahedi namaz miracının hakikatleriyle
tahakkuk edişleri oranında farklı paylara kavuşurlar. Ki
daimi Ahmedî namazın ruhu Fatiha suresidir. (220)
-
"Hüviyeti itibariyle Hakkı, kendisinden başkası göremez.
Hak, hüviyeti itibariyle bu kulun gözüdür. Bu halde onu
görünce, hakkı hakk ile gören biri olur. Onunla görünen
de haktır. Bu, gerçekleştiği zaman, rüyetlerin en
kâmilidir." (220)
İşte
bu miracın amacı budur ve bu, şu ayetin tahakkuk
etmesidir:
"Muhakkak ki sana biat edenler ancak Allah'a biat
etmektedirler."
(Fetih, 10) Yine Resulullahın (s.a.v)
"Beni
rüyada gören hakkı görmüştür."
hadisinin de tahakkuk etmesi demektir. Çünkü
Resulullahın (s.a.v) ahlakı Kur'an'dı. Bu yüzden Onun
sureti Hakkın en mükemmel tecelligahıdır. (220)
"Rüzgârları rahmetinin önünde müjde olarak gönderen
O'dur. Sonunda onlar
(o
rüzgârlar), ağır bulutları yüklenince onu ölü bir
memlekete sevkederiz. Orada suyu indiririz."
(Araf, 57) (222)
Şöyle
derdi:
"Âdem'in
(a.s) şahsında günah işleyen, onun sülbündeki muhalif
evlatlarıydı." (226)
Bir
gün elimde değersiz bir şey taşıyordum. İnsanlar onu
benim dünyadaki makamıma yakıştırmıyorlardı. Çok pis
kokan tuzlu bir balıktı.
Arkadaşlarım, onu nefsimle mücadele etmek için
taşıdığımı düşündüler. Çünkü onların gözünde benim
makamım böyle bir şeyi taşımaktan yüceydi.
Şeyhime (el-Uraybi'ye) dediler ki:
—Falanın mücahedesi ne kadar yetersizmiş! Şeyh dedi ki:
—Hangi amaçla taşıdığını sormadan karar vermeyin. Bunun
üzerine dedim ki:
—Herhangi
bir amacım yok. Fakat gördüm ki yüce Allah kadrinin
yüceliğine rağmen, böyle bir şeyi yaratmaktan kendini
tenzih etmiyor. Böyle iken ben nasıl kendimi böyle bir
şeyi taşımaktan tenzih edebilirim!
Şeyh
bana teşekkür etti ve arkadaşlarım da hayret ettiler."
(228)
Şeyh,
el-Uraybi'nin şu tavsiyesini anlatır (IV:482):
"Allah'a muhtaç olduğun gibi, ondan muhtaç ol."
Bu,
Resulullah'ın (s.a.v) şu sözüne benziyor:
"Senden sana sığınırım."
Allah'tan muhtaç olmanın anlamı, senden rububiyete dair
hiçbir kokunun gelmemesi, bilakis salt kulluk kokusunun
gelmesidir. Nitekim Hak açısından da kulluktan hiçbir
eser olmaz, bu, onun için imkânsızdır. O, sırf Rabdir.
Sen de sırf kul ol. Aynınla değil, kıymetinle Allah'la
beraber ol. Çünkü seni yarattığı suret itibariyle
gözlerinde rububiyet davası gütme izi var. Ama kıymetin
öyle değildir. İşte şeyhim, üstadım Ebu'l Abbas el-Uraybi
bana böyle tavsiye etti.
Çünkü
senin kıymetinin tasarrufu hal iledir, iddia ile değil.
Sen de böyle ol. Nefsin ne zaman sana: Allah ile
müstağni ol, derse, bil ki, sana efendiliği emretmiştir.
Sen ona şöyle de:
—Ben
Allah'a ve Allah'ın beni muhtaç kıldığı şeylere
muhtacım. Söz gelimi, Allah beni hamuruma katmak üzere
tuza muhtaç kılmıştır. (229)
"Bu
şeyh, müridin kendisi üzerindeki hakkının, kendisinin
onun üzerindeki
hakkından daha büyük olduğunu görür. Çünkü şeyh, söz ve
terbiye açısından müridin şeyhi iken, mürid hal
açısından şeyhin şeyhidir(…)" (229–230)
…
Allah, varlıklara muhtaç olduğu için onları var etmeyi
dilemiş değildir. Bilakis eşya, mümkün varlık yokluk
halinde iken var olmayı istemiştir. Bu yüzden, zat
olarak muhtaç olduğu ve varlığı sırasında Allah'a muhtaç
olduğu için kendisini var eden Allah'a bizzat muhtaçtır.
Hak da onun isteğini kabul ederek onu var etmiştir. Eşya
istediği için, kendisi ona muhtaç olduğu için değil.
Çünkü eşya yokluğunda da varlığında da Allah tarafından
müşahede edilir. (230)
Hala
Ebu'l Abbas b. Arif'in sözlerine şaşırıyorum. Diyor ki:
"Ta
ki olmayan fena bulsun ve ezeli olan beka bulsun"…
Oysa
biz biliyoruz ki, olmayan fanidir ve ezeli olan da
bakidir. (231)
Allah’ın kullarına yönelik rahmetinin bir göstergesi de
her Nebinin izinden giden ve fazla değil, sadece ona
varis olan bir veli belirlemiş olmasıdır. Bu yüzden her
çağda Nebilerin sayısı kadar, yani yüz yirmi dört bin
velinin bulunması zorunludur. Velilerin sayısı bundan
fazla olabilir, ama eksik olamaz. Eğer fazla olurlarsa,
Allah söz konusu Nebinin ilmini onlar arasında taksim
eder.
(233)
Anladım ki ben, bana anlatılanların toplamıyım. Bunda,
Muhammedi makam sahibi, Muhammed (s.a.v) ceminin varisi
olduğuma ilişkin bir müjde vardı. (241)
Şeyh'in, Nebilerin mirasında temekkün edişinin bir
göstergesi olarak öğrencisi Sadreddin Konevi (ö:673) "Kırk
Hadis Şerhi"nde şunları söylüyor:
"Şeyhimize (Allah ondan razı olsun) gelince, o, dilediği
Nebinin, Velinin ve diğer geçmişlerin ruhlarıyla üç
şekilde bir araya gelme imkânına sahip kılınmıştı:
İstediği zaman, onların ruhaniyetleri bu âleme inerdi.
Onları misali surette bedenlenmiş halde görürdü. Ve bu
beden dünyevi hayatta sahip oldukları maddi bedene tıpa
tıp benziyordu, farklı bir tek tarafı olmazdı.
İstediği zaman onları rüyasında görürdü.
Ve
yine istediği zaman kendi kalıbından sıyrılarak nefsinin
mertebesi olarak belirginleşen cihette onlarla
buluşurdu. (242) |