İbn-i Arabî Hz. Kur’an Mührü’ nden Yansımalar: -12-

www.sufizmveinsan.com
 
 

Kitabın Adı:   KUR’AN MÜHRÜ

                     Hatmu’l Kur’an

Müellifi    :     Şeyh-ül Ekber Muhyiddîn İbn’ül ARABÎ (M: 1165-1240)

Derleyen :     Abdulbaki Miftah

Mütercim :     Vahdettin İNCE

Nâşir       :     Remzi GÖKNAR

Yayınevi  :     KİTSAN Yayınları – İstanbul – 0212 513 67 69

Yansıtan  :    Hamdi CENİK

www.sufizmveinsan.com

Onikinci Bölüm:

"Senden önce gönderdiğimiz resullerimize sor!" (Zuhruf, 45) ss

Eğer Resullerle bir araya gelip görüşme imkânı bulunmasaydı, böyle bir hitabın anlamı olmazdı. Şeyh'in kendisi de bu makamı açık bir şekilde ifade etmiştir (I:755): "Nebilerden, meleklerden ve sahabe gibi nesillerden Salihlerin oluşturduğu bir cemaati bedenlenmiş halde görmüştük."

Şeyh, "et-Tecelliyat" adlı kitabının bölümlerinde, kimi tevhid meselesini, Ebubekir, Ömer, Ali (r.a) gibi bazı sahabelerin ve Cüneyd, Sehl et-Tüsteri, el-Mürteiş, İbn Ata, Hallac ve Şibli (Allah rahmet etsin) gibi geçmiş büyük şeyhlerin

ruhlarıyla konuştuğunu, bu şeyhlerin, kendisiyle buluşup berzah âlemindeki konuşmalarının neticesinde Allah’ı bilme hususunda yükseliş kaydettiklerini anlatmaktadır. (243)

(Hızır) Allah, onun ömrünü bu zamana kadar uzatmıştır. Nitekim yüce Allah, bedenleriyle hayatta olan üç Resule de böyle bir ömür vermiştir: Dördüncü gökte yaşayan İdris, ikinci gökte yaşayan İsa ve yeryüzünde yaşayan İlyas (selam

üzerlerine olsun). Bu dört kişi, ahir zamana kadar değişmeden baki kalacak din evini ayakta tutan sütunlardır. Dinin dört rüknü olan Risalet, Nübüvvet, Velayet ve İmanı korurlar. (245)

Allah'ın Hızır'a verdiği özelliklerden biri de şudur: Hangi kurak ve kuru yere gitse, Allah orayı verimli, bereket ve bollukla yeşertir. (246)

Bu yüzden mukarrebindendir. Yani yakınlık veya şeriatsız genel Nübüvvet

makamına sahiptir. Bu genel nübüvvetin menzili sıddıklıkla şeriatlı nübüvvet arasındadır. Yakınlık (kurbet) ehlinin menzili, onlara hayatlarının ahiretle birleşmesi imkânını verir. Ruhları alan ölüm (saika) onları almaz. Bilakis onlar, yüce Allah'ın şu ayette işaret ettiği müstesna kimselerdendirler:

"Sur'a üflenince, Allah'ın diledikleri müstesna olmak üzere göklerde ve yerde ne varsa hepsi ölecektir." (Zümer, 68)

Bu efrad, Hak tealada, onun isimleriyle "ondan, ona, onun içinde ve onunla" seyretme makamının ehlidirler. Bu makamda olan kimse duruşunda seyretmekte, seyrinde durmaktadır. Onlar, meleklerden egemen olanların menzilindedirler.

Kendilerine emredileni yaparlar. Bu yüzden gemiyi delmek ve çocuğu öldürmek hikmet, duvarı onarmak üstün ahlaktır. Hızır, gençlikle dolu delikanlıdır ki, ahir

zamanda ortaya çıkacak Deccal’ın karşısına çıkacaktır. Deccal, onu iki yerden yaralayacaktır. Sonra onu çağırınca, sevinçle yüzünü dönüp gülecektir. Hadiste bu şekilde anlatılmaktadır. Ondan şöyle rivayet ettik: Bir gün tanımadığım bir adamla karşılaştım. Bana:

-Selamun aleyk ey Hızır! Dedi. Dedim ki:

-Beni nasıl tanıdın? Dedi ki:

-Allah, dört evtadı (sütunu) bana tanıttı.

O zaman anladım ki, Allah'ın öyle kulları vardır ki, onlar Hızır'ı tanırlar, fakat Hızır onları tanımaz. Ona Şafii'yi sormuşlar: Dört evtad'dan biridir, Ahmed b. Hanbel'i sormuşlar: O  sıddıktır, Bişr el-Hafi'yi sormuşlar: Kendisinden sonra bir benzerini bırakmamıştır, demiştir. (246–247)

"… Ben de Hızır'la arkadaşlık ettim, ondan edep öğrendim, şeyhlerin sözlerine teslim olmayı ondan öğrendim. Bunu şifahen ve doğrudan onun ağzından duydum. Bunun gibi daha birçok ilmi ondan aldım." (250)

Hırka bize göre sohbet, edep ve ahlaklanmadan ibarettir. Bu yüzden hırka giyme silsilesi Resulullah'a (s.a.v) kadar uzanmaz. Ama sohbet ve adap olarak Resulullah'a (s.a.v) kadar uzanmaktadır. Buna da "takva elbisesi" denmektedir. Hal sahiplerinin geleneği şöyleydi: Arkadaşlarından birinde bir eksiklik gördüklerinde ve onun bu eksikliğini giderip kemale ermesini sağlamayı istediklerinde, şeyh, bu kişiyle ittihat ederdi. İttihat ettiği zaman, ittihat halinde iken üzerinde bulunan elbiseyi çıkarıp kemale ermesini istediği o adama giydirirdi. Dolayısıyla hal bu adama sirayet ederdi ve kemale ererdi. Bizde bilinen hırka giymenin anlamı budur. (250–251)

Bir adamda üç yüz adamı birden görmek isteyen kimse, bana baksın. Çünkü ben, üç yüz şeyhin sohbetinde bulundum ve her birinden bir ahlak edindim… Kuşeyri Risalesine bakın örneğin. Burada birinden söz edildiği zaman, falanın ve falanın sohbetinde bulundu, demektedir. Hırka; sohbet ve edepten başka bir şey değildir. Dolayısıyla birden çok kişinin sohbetinde bulunup edebinden edinmenin bir sakıncası yoktur. Ama ilimden yoksun cahil bir topluluk ortaya çıktı. Ancak bir kişinin elinden hırka giyileceğini hayal ediyorlar. Oysa bunu hiç kimse söylememiştir. Başarılı kılan Allah'tır. (253)

… Mükellefin farklı şeriatlara sahip iki resule muhatap olması ve bir kadının iki erkeğin karısı olması mümkün olmadığı gibi, bir kişi de iki şeyhin birden müridi olamaz. Tabi ki terbiye aşamasındaki müritten söz ediyoruz. Ama terbiye aşaması dışında sohbet mahiyetinde bir müritlik söz konusu ise, bütün şeyhlerin sohbetinde bulunmasının bir sakıncası yoktur. Çünkü bu şekilde onların hâkimiyeti altına girmiş olmaz. Bu gibi sohbetlere "bereket sohbeti" denir. Şu kadarı var ki, bundan Allah tarikine mensup bir adam çıkmaz. Çünkü kurtuluşta asıl olan hürmettir. (253)

"Bilmezler, şeriatın hakikate muhalif olduğunu hayal ediyorlar. Heyhat! Bu hayalleri ne kadar gerçek dışıdır! Bilakis şeriat, hakikatin kendisidir. Çünkü şeriat, beden ve ruhtan meydana gelir. Bedeni, hükümler ilmi, ruhu ise hakikattir. Dolayısıyla şeriattan başka hakikat yoktur." (254)

Kur'an, Kur'an'ın latifliklerini ve ince anlamlarını içerir. Ayrıca Allah'ın hakkıyla bilinmesinin aracı olan müzmer isim de sayılır. Ulûhiyetle isimlerinin genelliği, Rahman ile sıfatlarının bölünmesini, Rahim ile rahmetin zuhuru ve bir mertebeye tahsis edilişi anlaşılır. (256)

Tarikat girişimin başlarıydı. —Zaten sadece başlangıç vardır, son ise, makul olmayan bir sözden öte bir şey değildir.- şeyhimiz Ebu'l Abbas el-Arabî’nin yanına girdim. Halkın, Hakka muhalefet ettiklerini görüp de kederlendiğim bir andı. Bana dedi ki:

—Allah’a dikkat et.

Onun yanından ayrıldım, şeyhimiz Ebu İmran el-Marteli'nin yanına gittim. O halim hala devam ediyordu. Bana dedi ki:

—Nefsine dikkat et. Dedim ki:

—Efendim! İkiniz arasında kararsız kaldım. Ebu'l Abbas, Allah'a dikkat et, diyor, sen ise, nefsine dikkat et, diyorsun. Her ikiniz de hakkı gösteren imamlarsınız. Ebu İmran ağladı ve şöyle dedi:

—Ey habibim! Hak olanı Ebu'l Abbas'ın sana söylediğidir. Ona dönmek lazım. Her birimiz, kendi halinin gerektirdiğini sana söylemiş. Allah'tan ümit ediyorum ki, inşallah beni Ebu'l Abbas'ın işaret ettiği makama kavuşturur. Sen onu dinle, çünkü o, benden de senden de daha iyidir. Bu zatların insafları ne güzeldir. Dönüp Ebu'l Abbas'ın yanına gittim. Ebu İmran'ın sözlerini ona aktardım. Dedi ki: -Ne güzel söylemiş. O sana yolu göstermiş, ben de sana yoldaşı gösterdim. Sen hem benim sana dediğimi yap, hem de onun sana dediğini. Yolu ve yoldaşı birleştir. (273)

 

 

 
 
Yansıtan: Hamdi Cenik
İstanbul - 09.01.2009
hamdicenik@hotmail.com
http://sufizmveinsan.com