Kitabın Adı:
KUR’AN MÜHRÜ
Hatmu’l Kur’an
Müellifi : Şeyh-ül
Ekber Muhyiddîn İbn’ül ARABÎ (M: 1165-1240)
Derleyen : Abdulbaki
Miftah
Mütercim : Vahdettin
İNCE
Nâşir : Remzi
GÖKNAR
Yayınevi : KİTSAN
Yayınları – İstanbul – 0212 513 67 69
Yansıtan : Hamdi
CENİK
www.sufizmveinsan.com
Onüçüncü
Bölüm:
Bir
kimse mele-ı alâ’nın sohbetinde bulunduğunu iddia
ediyorsa, buna karşın rabbine dair ilimde bir artış
gözlenmiyorsa, bu kimsenin iddiası doğru değildir. (277)
Bir
Nebinin üç türlü düşüncesi vardır:
İlahi,
Meleki ve Nefsi.
Nübüvvetten büyük bir pay edinmiş bazı velilerde de bu
özellik olabilir. Süleyman b. Ed-Dünbüli gibi. Onunla
karşılaştım. Kendisi bu hale sahipti. Kendisi bana
anlattı ki elli küsur senedir aklına çirkin hiçbir
düşünce gelmemiş. Oysa bir velide bu tür düşünceler
uyanabilir. Genellikle de Irak şeytanının telkin
ettiği düşünceler zihinlerinde uyanır. Kiminin hükmü
zahirde görünür ki bunlar; halkın genelidirler. Kiminin
ise, aklına gelir, ama dışına yansımaz. Bunlar Allah'ın
korunmuş velileridirler. (278)
Namaz
kılan bir insanın önünden geçen kişi nasıl bir günah
işliyor ki bu günahı işleyeceğine kırk yıl beklemeyi
yeğlemesi daha iyi oluyor? (284)
Beni
severdi, ama bana belli etmezdi. Topluluklarda beni
ayıplardı. Öyle ki benimle beraber onun hizmetinde olan
arkadaşlarım, bunu, benim himmetimin azlığına
bağlarlardı. Ama bu toplulukta -Allah'a hamdolsun benden
başka yükselen olmadı. Şeyh de bunu söylerdi. (284)
Bizimle,
talep edilen Hak arasında sarp bir yokuş var. Biz tabiat
cihetiyle bu yokuşun dibindeyiz. Durmadan bu yokuşu
tırmanırız, onun en tepesine ulaşıncaya kadar. Orada,
yokuşun ardında olanları gördüğümüz zaman, artık
geri
dönmeyiz. Çünkü yokuşun ardından geri dönmenin imkânı
yoktur. "Eğer vasıl olsalardı, geri dönmezlerdi"
diyen Ebu Süleyman ed-Darani bunu kast etmiştir. (285)
"…
Terbiye almış müridi, şeyh, hazırlamış, özel bir hale ve
makama nail olması için özel bir zikre has kılmış
olabilir. Bu mürid, kendisi için öngörülen bu makama
ulaşmadan ölebilir. Bizden öyle kimseler vardır ki
bunlar, şeyhin velileri olduğunu görürler. Ama ölüm,
onlarla bu makam arasına girer. Eğer bu makamı elde
etselerdi ilahi bir menzile ulaşırlardı ki, sadece bu
makamın sahibi olan kimseler bunu hak ederler. Bu gibi
müritler öldükleri zaman, şeyh, onlar adına, bu makama
ulaştırıcı ameli işlemeye devam eder. Şeyh, istenen
sonuca ulaşınca, bu mürid, daha önce sahip olduğu
surette, kendisini tasavvur edenin zihninde temessül
eder. Bu hali somutlaştıran bu surete bürünür ve
Allah’tan, bu suretin üzerinde kalmasını ister. Böylece
bu ölünün nefsi, bu makama en kusursuz şekliyle ulaşır.
Kuşkusuz bu, Allah'ın bir lütfü ve bağışıdır. Allah
büyük lütuf sahibidir. (286)
- "…Hak,
onun kulağı ve gözü olacak şekilde zuhur eder. Bu
müsemma zevk ilmidir. Çünkü Hak, vücudunu yakmayıncaya
kadar bu organlardan biri olmaz. Artık söz konusu olan
Haktır, bu organlar değil. Biz, bunu tattık. Allah ile
Allah'ı zikrederken maddi olarak yanmayı hissettim.
Artık O idi, ben ben değildim. Dilimde yanma hissettim.
Yanmanın acısını bir canlı olarak ve maddeten duydum.
Çünkü organlarla kaim olan duyularım yanıyordu. Bu halde
yaklaşık altı saat boyunca Allah'ı Allah ile
zikrediyordum. Sonra Allah lisanımı yeniden var etti.
Bunun üzerine Onu, Onunla değil, Onunla birlikte huzurda
zikretmeye başladım. Bu durum bütün kuvvetler için
geçerlidir (…) Bir kimse kuvvetlerinde yanma bulamıyorsa
ve bunu maddi olarak hissetmiyorsa, onun zevki yoktur,
sadece vehmetmektedir. İşte ilahi perdelerle ilgili şu
sözünün anlamı budur: Eğer onları açarsa, veçhinin
parıldayışları her şeyi yakar(…) Bu, Allah ile kul
arasındaki en büyük buluşmadır. O sırada kulun bütün
kuvvetleri Onun kuvveti karşısında zail olur. O,
celaline yaraşır biçimde kulunda kaim olur. Teşbihsiz,
şekilsiz, sınırsız, ihatasız, hululsuz, değişmesiz
olarak. Biz, bize öğrettiğinden başkasına tanık olmadık
(…) inanç, söz ve amilde bizi koruyan Allah'tır. O,
rahmetin velisidir." (289–290)
" Ebu'l
Hüseyin Yahya b. Es- Saiğ, Sebte'de yaşayan bir
muhaddisti. Aynı zamanda sufiydi. Bu, aslında garip bir
durumdu: Muhaddis bir sufi! Kibrit-i Ahmer'di. Çok
bereketi vardı. Çok zaman onunla beraber oldum. Ondan
hadis rivayet ettim, ders aldım. Dünyadan uzaklaşmış bir
zahitti." (Bu zat der ki:)
"Davul
zurna çalarak dünya malını kazanmak, benim için dini
kullanarak kazanmaktan daha iyidir."
(295)
Allah'a
ve Resulüne yardım eden veya Allah ve Resulünü seven
birine
buğzetmekten sakın. Resulullah'ı (s.a.v) 590 senesinde
Tilmisan'da rüyada gördüm. Bir adamın Şeyh Ebu Meyden
hakkında ileri geri konuştuğunu duymuştum. Ebu Medyen,
ariflerin büyüklerindendi. Ben buna inanıyordum ve bu
hususta
kesin bir delile sahiptim. Bu yüzden Şeyh Ebu Medyen'e
buğzeden bu adama kızdım. Resulullah (s.a.v) bana dedi
ki:
—Niçin
falana kızıyorsun?
Dedim
ki:
—Ebu
Medyen'e buğzettiği için. Bana dedi ki:
—Allah’ı ve beni sevmiyor mu?
—Evet,
ya Resûlallah, o, Allah'ı ve seni seviyor. Dedi ki:
—Öyleyse,
niçin Allah'ı ve Resulünü sevdiği için onu sevmiyorsun
da Ebu Medyen'e buğzettiği için ona buğzediyorsun?
Dedim
ki:
—Ya
Resûlallah! Şu anda anlıyorum, Allah'a yemin ederim ki
ben yanıldım, gaflete düştüm. Şu anda tevbe ediyorum ve
o insanlar içinde en sevdiğim kimselerden biridir artık.
Beni uyardın ve bana nasihat ettin. Allah'ın salavatı
üzerine olsun... Uyandım. (298) |